Osman Çakmak: Şırnak’ta mayına basarak ayağını kaybetti.
Kemal Güleş: Şırnak’ta kaya düşmesi sonucu bacağını kaybetti.
Bülent Çetin: Hakkari’de operasyonda kolunu kaybetti.
Okan Şahiner: Van depreminde bacağını kaybetti.
Alican Kuruyamaç: Trafik kazasında ayağını kaybetti.
Feyyaz Gözüaçık: Doğuştan bacağı yok.
Serkan Dereli: Doğuştan bacağı yok.
Fatih Şentürk: Trafik kazasında ayağını kaybetti.
Rahmi Özcan: Doğuştan bacağı yok.
Ömer Güleryüz: Doğuştan ayağı kısa.
Selim Karadağ: Doğuştan kolu kısa.
Furkan Aslan: İşyerinde makineye kolunu kaptırdı.
İsmail Korkmaz: 4 yaşında trafik kazasında bacağını kaybetti.
Rüstem Kurhan: Bir bacağı yok.
“Yok”larıyla Avrupa Şampiyonu oldular. Ampute Futbol Milli Takımı.
Kimse hikâyelerini bilmiyor, aramayın dijital dünyada popçunun, zirzopun hikâyesi var, onların yok.
Bedenlerinin önemli kısımlarından yoksun futbolcuların Avrupa Şampiyonu olduğu gün, Gaziler Günü, düz Milli Takımımız başarısızlıkları nedeniyle teknik adam değiştirdi.
Mesele sürekli değişen teknik adamlar değildi, her şeyleri aşırı çok olan düz Milli Takımımızda.
Meseleyi Ampute Takımımızın zaferleri ortaya koyuyor zaten.
Birinde beden eksik, yürek tam. Diğerinde yürekler para cüzdanlarına endeksli.
Birinde hava, para, şımarıklık yok, yürek var diğerinde hava, para, şımarıklık var, yürek yok.
Ampute Takımımızın azıcık maaşla kazandıkları galibiyetleri, her şeyleri aşırı fazla düz Milli Takımımızın milyonlarca dolarla sayısız yenilgileri var.
Çünkü futbola yüreğini koyan pırıl pırıl gençlerimiz, spor kulüplerinin pespaye ilişkiler ağında yutulup gidiyorlar.
Sistemin cingözleri ise futbolcu diye yeşil sahalarda gezinip, gece kulüplerinde sabahlıyor.
Zihnin/ sistemin değişmesi gerek.
Zihni değiştirmek de sadece futbola özgü değil, siyasette de, bireysel yaşamlarımızda da şart.
Seçim kaybedince seçmene kızan muhalefet, oy kaybeden iktidar cüzdanlarına bakmayı bırakıp yüreklerini koysalar değişecek her şey.
En çok da sen sevgili okur;
Yaşadığın her başarısızlık ve mutsuzlukta bahaneyi başkalarına yıkmaktan vazgeç.
Hayat zorsa, sen hayattan güçlüsün. Tembellik etme, başkasından bekleme.
Yüreğini koy, gereğini yap.
HELAL VE HARAM DEĞİL Kİ SORUN
Diyanet İşleri Başkanı “Günaydın demek cahiliye dönemi adeti” diyor, sonra düzeltme açıklaması yapıyor.
Cübbeli Ahmet “4 karı helal” paylaşımını eşi üzerinden yalanlıyor.
Açıkcası bu içeriksiz ifadelere canım sıkılmıyor, önemsemek, önemlerini artırmaya yarıyor.
Canımı sıkan, ülkemde İslamiyet üzerine referans olan kişilerin iletişim anlayışlarındaki sorun.
Bu tipler insanları terbiye etme, lüzumsuz iş ve konuşmalarla gündemi meşgul etmeyi iyi bir şey sanıyorlar.
Sanırsınız ki, söyledikleri şeylerle bir deisti kazandılar ya da Müslüman olmayanların algılarını açtılar.
İslam’ı tartışma konusu yapmak, insanları kamplaştırmak yerine barış, sevgi, anlayış, affetme gibi bir dinin temel prensiplerine vurgu yapmayı deneseler, varlıklarının da anlamını bulmuş olacaklar.
İletişim sadece aşkta, siyasette hayati değil ki, dinde de hayati.
Ya din adına konuşmasınlar ya da ağızlarından çıkanı tartsınlar.
Helali haramı geçtim insani olarak çok ayıp, çok itici.
FİLM DEĞİL GERÇEK
Anthony Hopkins’e Oscar getiren “Father/ Baba” filmi gösterimde. Hafıza sorunu yaşayan yaşlı babanın zihin oyunları göz yaşartıyor.
Yeni vizyona girecek olan “Sadan Hanım” var bir de. Canan Ergüder başrolde.
Alzheimer hastası bir kadının yaşam öyküsü. Ağlamadan izlenemez.
Çoğumuz yaşlılarımızın huysuzluklarını kişilik meselesi sanıyoruz.
Unutkanlıklarını görmezden geliyoruz.
Ya kabullenmiyoruz ya da anlamıyoruz.
Hep sağlıklı bildiğimiz, güvendiğimiz, gölgesinde sonsuza kadar uzanacağımız çınarlarımız olarak kalacak sandıklarımızın yaşlılık hastalıklarını kabullenmek güç.
Kabullenmedikçe de büyük sorunlar yaşanıyor.
Evlerde ya da bakımevlerinde şiddete uğrayan yaşlılar o kadar çok ki. Bu konuda iki noktaya dikkat;
Bir, herkes potansiyel demans ve Alzheimer hastası, olasılığı azaltmak için yaşlanmadan sigarayı bırakıp, stresi azaltmak zorunda.
İki, yaşlılarla ilgili yaşanan şiddet ve iletişim sorunlarında temel çözüm kabullenmek ve onlarla olumlu iletişim kurmak.
Ve maalesef toplum olarak en eksik kaldığımız sağlık konusu bu. Başta Sağlık Bakanlığı dahil kimse farkında değil.
BENCE
Bir, Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, “Okulların açık olması bir milli güvenlik meselesidir” dedi, kesinlikle haklı.
Sadece bizim milli güvenlik meselelerimiz bakandan bakana değişiyor mu onu anlamadım.
İki, Başkan Biden’ın toplantıda uyuklaması diplomatik sorun olmuş.
Saçmalık. Zaten ABD’yi yöneten başkanlar değil, Biden yaşı nedeniyle hiç değil. İster uyuklasın isterse kıvrılıp yatsın fark etmez.
Üç, ülkemde derin bir astroloji sektörü var. Fatura kesiyorlar mı bilmiyorum ama ünlü astrologların kazandıkları paralar akılları uçurur.
İstanbul’da kapıları kuyruk. İş adamları da var, sosyeteden sayısız kadın da. Bazıları astroloğa sormadan tuvalete gitmiyor.
Konu futbolcu Özer Hurmacı’nın karısının “Astrolog söyledi beni aldatıyorsun” demesinden daha acıklı düzeyde.
Dört, MasterChef diye abzürt bir yarışma var. Jürisi sevimsizlikte zirve, eskiden sevimli olan şef Danilo bile itici. Yarışmacılara tavırları çirkin.
Sanırsın dünyayı bunlar var etti, lüzumsuz bir kendini beğenmişlik.
Yine de reytinglerde birinciler.
Psikiyatrlar dizi senaryosu yazmak yerine halkımızın bu itilmiş kakılmışlığını, pespaye tarza gösterdiği ilgiyi analiz etmeliler. Nasıl yaralı bir toplumsak artık.
Beş, Rıdvan Dilmen Fenerbahçe’nin yeni teknik direktörüne “Mesut Özil’i 90 dakika oynatsana” demiş.
Ülkem futbolunda “şeytan Rıdvan” emekli olup, sesini kesmedikçe sorunlar çözülmez, buraya yazıyorum.
Altı, Galatasaray Teknik Direktörü Terim yenilgi sonrası, "Rotasyon yapmalı mıyım yapmamalı mıyım diye çok düşünmüştüm ama demek ki yapmalıymışım" dedi.
İyi de bunu maçtan sonra ben de diyebilirim, sen maçtan önce anla diye trilyon alıyorsun.
Yedi, her şey çok iyi giderken, Beşiktaş Teknik Direktörü Sergen’in reklamda oynaması kadar saçma, üstelik sanal para reklamında oynaması kadar çirkin bir şey olamaz.
Para lazımsa Beşiktaş kendisine verirdi.
Sekiz, Bülent Ersoy Star’daki yeni programa sarhoş çıktı. Anlaşılmayacak gibi değildi ama, Mustafa Keser’e “Sen de mi sarhoşsun?” deyince emin oldum.
Demek ki kafa çekmeden eğlence programı yapamayan insanlara muhtaç kaldı medya.
Dokuz, köşe yazdığım Superhaber.tv “Anadolu Medya Ödülü” aldı. Bu tür ödülleri hep sorunlu bulurum.
Ve fakat. Hiçbir yazıma sansür uygulamayan, “bunu neden yazdın” demeyen, “şurasını silsen mi” isteğinde bulunmayan Cengiz Er ve haber sitesi bu ödülü hak etmez mi, bence eder.
SU GİBİ OL
Eskiler güzel bir genç kızı tanımlamak için “su gibi” derlerdi.
Daha çok görüntüye vurgu yapardı bu benzetme.
Oysa “su gibi”lik güzellikten çok daha büyük anlamları içerir. Kadın erkek ayırmaz.
Birine “su gibi ol” derseniz;
“Kafanda tilkiler dolaşmasın” demiş olursunuz.
“Gizli saklı işler çevirme” demiş olursunuz.
“Şeffaf, açık ol” demiş olursunuz.
“Bulunduğun koşullara uy ama karakterini değiştirme” demiş olursunuz.
“İyi biri ol” demiş olursunuz.
“Güvenilir ol” demiş olursunuz.
Kısacası, özünde “vazgeçilmez ol” demektir, “su gibi ol” demek.
AKLIMDA KALAN
Biden konuşurken canlı yayının kesilmesi: ABD Başkanı Joe Biden Beyaz Saray’da katıldığı canlı yayında açıklamalarda bulunurken yayın bir anda kesildi. Gerekçe başkanın elindeki metnin dışına çıkmasıydı. Bizde böyle bir şey olsa yayını kesen görevliyi sürgün ederlerdi. Bir arkadaşım bu fikrime itiraz etti, “Ne sürgünü” dedi, “çalışma hayatı bitirilirdi.” Doğru. Ve fakat, ülkeleri temsil makamında olan kişilerin metinsiz, keyfince, canları istediği gibi konuşmaları kadar sorun çıkarıcı bir şey yok. Belki bir gün o anlayış bizim ülkemize de gelir.