Andolsun ki… Bir değil, bin kez ölürüz!
15 Temmuz FETÖ'cü darbe girişiminin ardından Türkiye tek vücut oldu.
Vatandaşlar hain kalkışma sonrası, ülkenin dört bir yanında demokrasiye ve seçilmiş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a sahip çıkmak için medyanları hınca hınç doldurdu.
SuperHaber yazarı Ahmet Tezcan da 15 Temmuz'dan bu yana, Ankara, İstanbul ve Eskişehir meydanlarında demokrasi nöbetlerine katıldı.
Ahmet Tezcan, günlerdir yaşadıklarını ve Türkiye'nin içinden geçtiği zorlu süreçle ilgili görüşlerini, bu kez demokrasi nöbeti tuttuğu meydanda kaleme aldı.
İşte Amed Baba'nın duygu yüklü yeni köşe yazısı...
Andolsun ki… Bir değil, bin kez ölürüz!
Kısıklı’dayız, Üsküdar’da,
Cumhurbaşkanı Erdoğan
’ın evi önündeki nöbet alanında. Binlerce insan tekbirler, sloganlar ile haykırırken, binlerce bayrağın gölgesinde, Cengiz Er’in SuperHaber’e haber yetiştirmek için açtığı bilgisayarına el koyarak yazıyorum bu satırları.15 Temmuz’dan bugüne kaç hafta, kaç gün, kaç saat, kaç dakika geçti bilmiyorum, kaç nefes aldım, kaç nefes verdim içim acıyarak, canım yanarak, gözüm yaşararak, “Niye, niye ben uzaklarda yakalandım gaflete o gece, niye ben ölmedim” mahzunluğu içinde.
Biliyorum, bahanesi ağaç olup da derdi vatan olmayanlar arasında “Nedir bu ölüm kutsayıcılığı?” diyenler çok çıkacaktır. Çıksınlar. O da gerekiyor ki varlar. Fakat gerçek bir duygu bu, o kadar gerçek ki, kimi zaman içinide büyüyen bir ağacı dalından tutup ağzınızdan çıkartıyorlarmış kadar acıyor içiniz ve o an zamanı geriye akıtıp şimdi adı
15 Temmuz Şehitler
olan köprü üstünde, Saraçhane’de, yahut Ankara Genelkurmay önünde, Kızılay’da, Gölbaşı’nda Erol Olçok’la, İlhan Varank ile, Astsubay Ömer ile birlikte olmak ve onlar yerine ölmek istiyorsunuz!Ne büyük bir şerefle can verdiler!
Ne büyük lütufla şereflendirildiler!
“Sen onlar gibi değilsin!” diyor içimde bir ses. “Onlar bu lütfa erişmek için nasıl yaşadılar biliyor musun? Erol’a bak! Tanıdığın biri! Yemin ederek ‘Ben sadece insanlara yardım edebilmek için çok para kazanmayım diye yalvardım yıllarca’ deyişini hatırlıyorsun değil mi?”
Hatırlıyorum evet!
Yıllar önce bir düşten uyandığımda zihnimde uyanan bir cümle gördüğüm rüyanın yorumu olmuştu:
“İnsanı kurtaracak olan son nefeste yapacağı iyiliktir!”
Bu cümleyi ve o düşü asla unutmadım.
O düşün hakikati 15 Temmuz’da Boğaziçi Köprüsü’nde 16 yaşındaki oğlu Abdullah Tayyip ile memleketi işgale kalkan asker kılıklı zombilere direnirken, onların kurşunlarıyla Erol yere düşünce billurlaştı.
Son nefesinin ne zaman geleceğini bilmeyen, üç kez kalp krizi geçirip kalbinde üç stend ile yaşarken, her an ölecekmiş gibi çalışıp kazandıklarını avuç avuç dağıtan bir insandı Erol Olçok. Çoğu zaman işinde bu yüzden nakit sıkıntısı çeker, bu yüzden iki değil dört kat fazla çalışmak zorunda kalır, kardeşinin, sevdiklerinin uyarmalarına, kızmalarına aldırmadan, yüzünü görmese bile, kendisine “yardım” kelimesiyle ulaşan herkese koşmaya çalışırdı. Yardım isteyenin siyasi görüşü, yaşam tarzı, dini inancı ile ilgilenmez, sadece “yardım” kavramına odaklanır ve gereğini fazlasıyla yapardı.
Bitimsiz bir borcu varmış da alacaklılar sürekli kapıdaymış gibi yaşadı bütün insanlara karşı. İnsan olmanın tek şartının bu borcu bir nebze ödeyebilmek olduğunu düşünürdü ve öyle yaşardı.
Öyle yaşayan elbet böyle ölecekti!
Böyle Cumhurbaşkanı’ndan başlayıp bendenize varıncaya kadar milyonlar, belki milyarlarca insanı kıskandıracak bir ölümle… hayır ölüm değil.. sonsuz bir dirimle yere düşecekti.
Ya onu öldürdüğünü zanneden alçaklar?
Nasıl yaşadılar ki böyle bir lanet çukuruna yuvarlandılar?
Onlar, insanlığa borçlarının olduğunu düşünmüyorlardı. İnsanlığın kendilerine borçlu olduğunu zannediyor ve o zan ile kandırmakta, yalan söylemekte, iftira atmakta, sahte ihbar mektuplarıyla suçlamakta ve çocukluğundan itibaren avlarına düşürdükleri insanlar üzerinden inanç ve istikbal hırsızlığı yapmakta beis görmüyorlardı. Kendilerine güya bir rehber edinmişlerdi, Kainat İmamı diyerek kutsadıkları, yanılmaz gördükleri, hatta sadece Allah’ın zatına ait Hüve’nin yeryüzündeki tek mazharı olduğuna inanmayı seçtikleri Gülen Yaratığı üzerinden kendilerini sorgusuz sualsiz kurtarma aldatmacasına adanmış ve böylece insanlığın en aşağılık sahtekarlığına saparak, akıl lütfunu devre dışı bırakıp nankörlük içinde, sonsuz bir ihanetle yaşamışlardı!
Hâlâ öyle yaşıyor çoğu!
Yaşasınlar! Yaşadıklarını zannederek…
Biz ise her gün ölelim, bir gün ölmeyi kaçırmanın acısıyla, mahzunluğuyla…
Elbet bir gün buluşacağız!
Erol ve onun gibi yaklaşık 300 şehit ile..
Gülen ve onun gibi insanlık tarihin en aşağılık yaratıkları olmayı seçen katiller güruhu ile…
O güne andolsun!
Andolsun ki o güne kadar biz bir gün değil her gün, bir kez değil binlerce canımız olsa her kez ölmeye yemin ediyoruz!
İyi ki ölüm ve ötesi var!
İyi ki Allah var, Allah!