Arap saçına döndüm, çöz beni Arap saçı
Başlık Erkin Koray’ın o çok bildik şarkısından.
Kafası karışık bir şarkıdır. Önce gökteki yıldızlara “dinleyin” diye başlar, sonra “çöz beni arap saçı” diye devam eder.
Tuhaftır. Abuktur. Yine de dilimize dolanır.
Tıpkı yükseköğrenim sistemimiz gibi.
Üniversiteye girişte baraj kalktı. Sınav süresi uzadı.
Mevcut sorunluydu, şimdi daha sorunlu oldu.
Soru çok.
Geçen yıl beş dakikası daha olsa istediği fakültede okuyabilecek çocuklara yapılan haksızlıklar ne olacak?
Üniversitelerdeki gerçek sorunlara odaklanmak yerine yeni sorun alanları oluşturmanın mantığı nedir?
Mevcut durumdan örnek vereyim;
Üniversitelerde akademik kadro sorunu var.
İstihdam şekli yanlış. Görevde yükselme şekli yanlış. Değerlendirme şekli yanlış.
Öğrencinin sınıfta kalması diye bir şey yok. Finalde geçemezse, bütünleme var. Ondan geçemezse başka sınav, ondan da geçemezse başka.
Son kertede, iyi öğrenci de zayıf öğrenci de aynı diplomayı alıyor.
Sınav çok olunca, yönetim hocanın tepesine dikiliyor, sonuçları 24 saat içinde sisteme girmeniz gerekiyor.
Sınavlar bitmeden yeni dönem başlıyor. Hoca hangi ara bilimsel çalışma yapsın? Sonuç, parayla makale basan dergi enflasyonu. Parayı veren hakemleri geçiyor!
Hocalar bezdiği için baştan geçiriyor, zaten kalması gereken öğrenciyi.
Son yaşadığım iki durumu anlatayım, yeter.
Yorum sorduğumda kalanlar çok olduğundan, finalde ezber sorayım hepsi geçsin dedim.
Ezber sorunun cevabı beş sözcük!
Onu da yapamayan çok! Üstelik ders asistanlarına, “Yapmıştım, nasıl kaldım” dediler.
Asistanlar şaşkın, çünkü sorular anlamayı bile gerektirmiyor.
Bir başkası annesine arattı. Üniversitede!
Anne “Çocuğum 50 almış, 60 alsa geçecek, 10 puan verseniz” dedi.
“Çocuğun zaten 50 bile almadığını, hocanın takdir hakkıyla 50 verildiğini” söyledik.
Sınava girdi diye 50, iki cümle yazdı diye geçme notu verir durumda hocalar.
Bu laçkalığa, barajı kalkmış sınavlarla öğrenci boca ederek tüy dikmiş olduk.
Cenaze ortada, kaldıran yok, üstüne düğün yapılıyor gibi.
UKRAYNA BAHANE, ALGI SAVAŞI ŞAHANE
“Tanklar ve Sözcükler” kitabım 2007’de basıldığında, askeri okullarımızda çok ilgi görecek sanmıştım.
Öyle olmadı, nedenini de 15 Temmuz’da anlamıştık.
Kitabımın 70. ve devam sayfalarında Pentagon’un “etkileme operasyonları”nı yazmıştım.
ABD ordusu bir ülkeye girecekse, yapılacaklar listesinin ilk sırasında “istihbarat niteliğini artırmak”, ikinci sırasında ise “psikolojik ve aldatıcı etkileme operasyonları” denen iletişim planları yer alır.
Hedef, kendisine karşı direnci kırmak ve konu ülkenin halkını kendi yanına çekmektir.
ABD’nin Türkiye ile bir türlü göremediği hesabının altında, 28 Aralık 2001’de General Franks’in Başkan Bush’a sunduğu “etkileme operasyon planı”nı engelleyen 3 Mart tezkeresinin hıncı vardır.
General Franks, saldırı planını kısa sürede, çok fazla birlikle Irak’a girerek yoğun görünürlükle medyayı kapsamak üzerine yapmıştı. Bu hız nedeniyle operasyona da “mıhlama” adını vermişlerdi.
Tezkere TBMM’den geçmeyip Türkiye sahası kullanılamayınca, Pentagon’un “önce zihinleri işgal et” kuralı hayata geçmedi.
Irak batağına saplanıp kalmalarında hep Türkiye’yi suçladılar.
Şimdi bir benzeri Ukrayna’da yapılıyor. “Rusya sizi işgal edecek” diyerek direnci kırma, taraftar bulma çabası.
Yeni zamanlarda zihinlerde kazanan, sahada da kazanıyor.
“YUVARLAK MASA”NIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Altı muhalefet partisi lideri yuvarlak masada toplandılar.
Üzerine analizler yapıldı. Ben o kadar derine inmeden aklımdan geçen soruları sıralayacağım;
Bir, “millet ittifakı” ismini değiştireceklermiş ya, içlerinden biri “yuvarlak masa şövalyeleri” ismini önermiş midir?
İki, masa o kadar küçüktü ki, az ötedeki Vilayetler Evi’nde çok daha büyük masalar vardı, getirilebilecekken küçüğü seçmekle “mütevazı olalım” mı demek istemişlerdi?
Üç, acaba içlerinden hangisi “Hele bir kazanalım ben bu masadakileri tek tek yerim” hırsındaydı?
Dört, “postmodern zamanda her ittifak, bozulmak için kurulur” gerçeğinin farkındalar mı?
Beş, halk krizden bunalmışken, beş saatin sonunda bir tek “parlamenter sisteme nasıl geçileceğini” açıklamanın nasıl bir getirisi olduğunu düşündüler?
Altı, başka gün yokmuş gibi açıklamayı 28 Şubat’ta yapmak akıl tutulmasıysa, altısının birden aklı nasıl tutuldu?
SEVGİLİNİZ YOKSA, DRAMA GEREK YOK
Sevgililer Günü psikolojisi diye bir şey var. Özellikle sevgilisizlerde.
Siz otobanda basmış giderken bir kaya gibi önünüze çıkıyor. Öyle olunca da ruha hüzün basıyor.
Dram içinde dram yaşıyor gibi iç dalgalar kıyıya vuruyor.
İşte o zaman hatalar da başlıyor.
En büyük hata, eski sevgiliyi aramak oluyor. Halbuki aynı suda iki kez yıkanılmaz bilgisi en az 2 bin yıldır var.
İyi yanından bakmayı denemek şart.
Sevgilinize hediye almak, hoşluk yapmak için ayıracağınız parayla elektrik faturanızı ödeyebilirsiniz.
Baş başa yiyeceğiniz yemeğin fiyatına tek başına tatile çıkabilirsiniz.
Sevgilinizin olmayışı sizi eksik ya da anormal yapmaz. Bu öğrenilmiş çaresizlik denen şeydir. Tersine normal olan sizsiniz, sıra dışı olan sevgilisi olanlar.
Düşünsenize beni aldatıyor mu, kiminle konuşuyor gibi dertleriniz yok.
Yakın gelecekte kuvvetle muhtemel olan ayrılık acısı çekmeyeceksiniz.
“Sevgilim olsaydı şunu yapardık” hayalleri kurmak kadar saçması yok. Hediye telaşını çıkar, olup biten bir gün öncesiyle aynıdır zaten.
En iyisi mi, karalar bağlamak yerine yalnızlığı, kutlamaya çevirin.
Kendinize bir çiçek alın. Bir tatlı ısmarlayın.
Yalnız olmanın bir ceza olduğuna kilitlenirseniz, özgür olmanın tadına asla varamazsınız.
Ve elbette, aşk bir hedef, bir yıkım gerekçesi olamaz, her aşkla biraz daha büyür, olgunlaşır insan.
KİMİ TUTUYORUM?
Bir, “Biden yalan söylüyor, Belarus’a asker yığmadık” diyen Putin ile “Rusya Ukrayna’yı işgal edecek” diye günlerdir bağıran Biden ikilisinden Putin’i tutuyorum.
Ukrayna’yı işgâl etmeyeceğine inandığımdan değil, sergilediği sakinlik hoş, ondan.
İki, medyatik hukukçular Rezan Epözdemir ile Ersan Şen ağız kavgasına tutuştu aynı yayında.
Rezan Bey, Ersan Şen’in yüzüne “ekranları herşeyolog tiplerin doldurduğunu” söyledi. Ersan Bey de “Benden özür dile” diye dellendi.
Açık, kesin, net Rezan Epözdemir’i tutuyorum.
Üç, Biontech aşısının bulucusu Özlem Türeci, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin ödülünü reddedince ortalık karıştı.
Kendisinden hazzetmesem de Özlem Türeci’yi tutuyorum, Atatürkçü Düşünce Derneği kime ödül vereceğini bile bilmediğinden.
Dört, Kızılay’ın yardım deposunu soyan hırsızın avukatı Canan Turunç, “Milyon lira versen seni savunmam” diyerek davadan çekiliyor.
Baro ise “Herkesin savunma hakkı vardır ve kutsaldır” diyor, ben elbette avukat Canan Turunç’u tutuyorum.
Beş, altın alıp bir kenara koyan Ayşe Teyzeye Bakan Nebati “Altınları çıkar, kuyumcuya yatır” diyor, teyzem “Yatırmam, bunun yarını bürgünü var” diyor.
Açık ara Ayşe Teyzemi tutuyorum.
SEVİYORUM BÖYLE ŞEYLER
14 Şubat haftasında romantik filmler, yılbaşı haftasında yeni yıl konulu filmler izlemeyi seviyorum.
Evlenen ya da güzel bir beraberliği olan insanların tanışma öykülerini dinlemeyi seviyorum.
Karda yürümekten çok, yürürken çıkan kar sesini seviyorum.
Uzun yolda müziği yüksek ses dinlemeyi seviyorum.
Dostlarımla rutine bindirilmiş buluşmaları seviyorum.
Kitabevlerinde yere eğilip alt raflardaki kitaplara bakmayı seviyorum.
BURAK ELMAS KİME ÇALIŞIYOR?
Galatasaray’ın liselileri büyük umutlarla Burak Elmas’ı başkan seçtiler. Eski başkan Faruk Süren’in damadı olması da cabası.
Dünyada marka olmuş bir kulübe başkan seçerken lisesine ve kayınpederine bakarsanız olacağı bu, her anlamda takım dökülüyor.
Gelinen noktada, Burak Elmas- Ali Koç kankalığı Koç’un lehine, Elmas’ın aleyhine işlemiş durumda.
Ali Koç’un TFF ile kavgasını Burak Elmas sırtlanmış götürüyor.
Koç’un hakemlerle sorunları da Elmas’a transfer edildi.
Buradan Fatih Altaylı’ya sesleniyorum, ya Elmas’tan desteğinizi çekin ya da kulüp nasıl yönetilir konusunda kendisine çeki düzen vermesini sağlayın.
AKLIMDA KALAN
Haydar Dümen’i sevme nedenimiz: Seksolog yazar Haydar Dümen de öldü. Bir renk daha gitti hayattan. Dümen neden çok ilgi gördü? Sorulamayacak soruları sorup, cevapladığı için. Biraz porno biraz komedi yazdığı için. Biraz ailenin büyüğü, biraz ücretsiz doktor olduğu için. Biraz tonton, biraz hınzır olduğu için.