Atatürk’ün ölmeden önce son sözü ne oldu?
Mustafa Kemal’in özel yaşamı ve İslam dinine ve sair ilahi din ve inançlara bakışı öteden beri spekülasyon konusu edilmiştir. Kimilerine göre onun İslami inancı olmadığı gibi diğer ilahi dinlere de itikadı yoktu. Agnostik olduğuna dair rivayetler ise bir hayli çoktu. Kimilerine göre ise, şeyh uçmaz, mürit uçurur misali, Atatürk evliya makamında bir insandı, ölürken dahi; Ve aleyküm selam! diyerek Hazreti Muhammed’in kendisine verdiği selama mukabele ettikten sonra ruhunu teslim etmişti.
İnanıp inanmamayı yaratıcının bile, sonrasında hesabı sorulmak üzere, ‘dinde zorlama yoktur’ hükmü ile insanların takdir ve tercihine bırakmış olmasına rağmen özel hayata müdahale anlamına gelen -araştırma konusu olması veya kendisini daha yakından tanıma maksadı taşıması müstesna- ideolojik ve saplantılı yaklaşımlara muhatap kılınarak inanması gerektiği veya inanmaması icap ettiği gibi bir zorunluluk ile ele alınıp hakkında bir hayli kitap ve makale yazılmış olan Atatürk, inançlı olduğu veya inançsız bulunduğu tartışmalarıyla Türk insanının zihnini ziyadesiyle meşgul etmiştir. Esasen bu durum, kendisini daha yakından tanımak isteyen yabancı siyasiler ile diplomatların da alaka duyduğu bir konu olmuştur. Neticede Türk toplumunda onun Müslüman olduğunu savunanlar kadar olmadığını belirtenler de yerilip kınanmaktan kurtulamamışlardır.
Mahrem, Münhasıran Mahrem, Özel ve Mahrem veya Kısıtlı Dağıtım kategorileri ile karşımıza çıkan ABD diplomatik raporlarındaki değerlendirmelere göre Atatürk'ün Türkiye'yi Batılılaşma süreciyle modernleştirme kararlılığı laikleşmeyi kaçınılmaz kılmıştı. Padişahların idaresindeki Osmanlı Devleti’nde hem dünyevi hem de dini güç bir aradaydı. İdare, teokratik bir devletin yapısına dayalıydı. Dolayısıyla da gerçek bir modernleşme sağlanmadan önce Türk Hükümeti ve halkı üzerindeki aşırı muhafazakâr İslam hâkimiyetini kırıp gidermek gerekmekteydi.
Söz konusu raporlarda dindarlığın Gazi'nin en göze çarpan özelliklerinden biri olmadığı beyan edilmiş ve yukarıda ifade edilen nedenden ötürü de hilafetin kaldırılmış, devlet okullarında din öğretimi yasaklanmış, dini âdet ve uygulamalardan vazgeçilmiş, Mekke'ye hac ziyaretlerine müsaade olunmamıştı.
LIFE dergisi 31 Ekim 1938 tarihli sayısında şahsı ve idaresine dair sayfalarında yer vermiş olduğu değerlendirmesinde Atatürk’ün ölüm döşeğinde olmasına rağmen kendisine dua edilmesini yasakladığı belirtmişti.
Atatürk’ün inanç boyutuna açıklık getiren ve ABD belgeleri arasında yer alan en kapsamlı bilgi Amerika Birleşik Devletleri adına Türkiye’de Büyükelçilik yapmış olan Charles H. Sherrill’in onun İslam inancına dair kaleme alıp ABD hariciyesine göndermiş olduğu raporudur.
Sherrill’in söz konusu raporu Türkiye’de bir kısım kesimlerce kendisine evliya olmak ile agnostik bulunmak arasında makam ve rol tayin edilen Atatürk’ün dini akidesinin mahiyetine bizatihi onun kendi dilinden ifadelere dayanması ve ışık tutması bakımından önemlidir.
Diplomat olmasına ilaveten aynı zamanda bir hukukçu ve tarihçi de olan General Charles H. Sherrill, ABD’nin tam yetkili fevkalade elçisi olarak Ankara’da (Mart 1932 – Mart 1933) bir yıl süreyle görev yaptı. Sherrill, görev yaptığı bu dönemde Atatürk ile yüz yüze görüşmelerde bulunmuştu. Gerek konuştukları gerekse gözlemlerine dayanarak 17 Mart 1933 tarih ve Türkiye’de Din konulu, Münhasıran Mahrem kayıtlı ve “Saygıdeğer, Dışişleri Bakanı” hitabı ile kaleme alıp Ankara’dan Washington’a göndermiş olduğu raporunda Atatürk’ün dini inancına dair şu bilgilere yer vermiştir:
Beyefendi,
Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal ile dün öğleden sonraki üç saatlik mülakatım zarfında, hakkında yazmakta olduğum biyografinin sekiz bölümünü birlikte gözden geçirdiğimiz ve tartıştığımız sırada Türkiye’de din meselesi bahis edildi.
…Agnostik olduğuna dair genel kabul görmüş inancı tamamen reddediyor, ancak dininin yalnızca Evrenin Yaratıcısı ve Hükümdarı olan, Her Şeye Gücü Yeten Tek Tanrı'nın varlığına inanacak kadar ileri gittiğini iddia ediyor. Ayrıca insanlığın böyle bir Tanrı inancına ihtiyacı olduğuna inanıyor. Sözlerine, bir tür dua şeklinde bu Tanrı'ya hitap etmenin insanlık için iyi olduğunu da ekledi. Orada durur (Hepsi bu kadar).
Daha sonra, on yıl önce kurduğu yeni Cumhuriyet’in başkanı olarak iktidara geldiğinde bulduğu İslam dininin durumunu bana anlatmaya devam etti. Şeyhülislamın yanı sıra medreselerin, mahkemelerin ve onlara başkanlık eden kadıların, hocaların ve çeşitli dervişler de dâhil olmak üzere tüm dini sınıfın kaldırılmasını gerekli gördüğünü söyledi.
…Bu, Kur'an'ın Arapçadan Türkçeye modern çevirisini neden ve nasıl gittiğinden bahsetmesini sağladı ve bu konuda oldukça yeni bir ufuk açtı. Türk halkının uzun zamandır okuduğu bazı Arapça duaların gerçek anlamını öğrendiğinde kendilerinden iğreneceklerini iddia ediyor.
…Bu yöndeki düşünce tarzını ifade ettikçe ben de o nispette Kur'an'ın Türkçe olarak okunmasını büyük ölçüde Kur'an'ı Türkler nezdinde itibarsızlaştırmak için olduğu neticesine varmak zorunda kaldım.
Türk halkının hiçbir şekilde gerçekten dindar olmadığına dair genel ve biraz şaşırtıcı bir açıklama yaptı ve hala camilere giden az sayıda kişinin sadece alışkanlıktan veya duaların sesli olarak okunmasına ilgi duyduklarından dolayı camiye gittiklerini iddia etti.
Bu konuda vardığı sonuçlara çok saygılı bir şekilde karşı çıktım…
O, Sovyetlerin tüm dinleri ortadan kaldırma fikrine kesinlikle katılmıyor. Belli başlı camilerin Hükümet tarafından özenle muhafaza edilmesi ve başlangıçta kutsandıkları amaçlar için kullanılması gerektiği konusunda ısrar ediyor. Üç büyük dinin hepsinin etik öğretilerine inanır, ancak dinlerden çok etik olarak inanıyor.
Bize bahşettiği nimetler için tek Allah'a sık sık şükrün ifadesi eklenmeden kendi dini inancının eksik olduğunu düşündüğümü söylediğimde şaşırmış ama ilgilenmiş görünüyordu...
…Konuşmamızın bu bölümünün sonunda, daha önce hiçbir yabancıyla meseleye bu kadar tam olarak girmediğini, kesinlikle kendi kişisel dini inançlarını ifade etmediğini söyleyecek kadar iyiydi. (1)
Oysaki bazı kitaplar ve yazılarda Atatürk’ün vefat etmeden, son sözünün; “Ve aleyküm selam” olduğu ifade edilmektedir. Sadece ABD Büyükelçisi Charles H. Sherrill’in beyanları değil, daha birçok kaynak ve hatta Meclis’in açılışındaki kendi sözleri dikkate alındığında ona atfedilen söz konusu “yakıştırma”nın hiçbir surette doğru olmadığı, bilakis böyle bir iddianın en mahrem ve kutsal bir an olan ölüm anının bütünüyle ve aşikâr bir surette suiistimal edildiği ortadadır. Esasen vefatın gerçekleştiği tespitinde bulunan doktorları Atatürk’ün derin bir koma halinde olduğu sırada vefat ettiğini kayıt altına almışlardır.
İlgili doktorlarının bu husustaki beyanları resmi tebligat olarak da yayınlanmış olup şöyledir.
(1): National Archives (United States). Central File: Decimal File 867.404 / 218. Geniş bilgi için bakınız: Metin Hülagü, Atatürk’ün Ölümünün Perde Arkası, Altınordu Yayınları, Ankara 2022.
RESMİ TEBLİĞ
İstanbul, 10 (AA).
Daimî ve Danışman doktorlar tarafından hazırlanan tebliğdir.
1. …
2. Cumhurbaşkanı Atatürk'ün dün gece yarısı yayınlanan bültende dikkat çekilen durumunun ciddiyeti giderek daha fazla ehemmiyet kesp etmiştir.
10 Kasım 1938'de sabah saat 09:05'te büyük şefimiz derin bir komada son nefesini verdi.
Doktorlarının kaleme aldıkları ölüm raporuna göre Atatürk “derin bir koma halinde iken” vefat etmiştir. Dolayısıyla da onun son nefesi öncesinde söylediği ifade edilen sözlerin gerçekliği olsa olsa asılsız bir rivayetten ibaret olup doğruluk payı yoktur. O ölmeden önce ne “Ve aleyküm selam” demiştir ne de bu anlamda başka bir şey söylemiştir.
“Dini konuda yalnızca evrenin yaratıcısı ve hükümdarı olan, her şeye gücü yeten tek tanrının varlığına inanacak kadar ileri giden” ve ayrıca “üç büyük dinin hepsinin etik öğretilerine sadece etik karakterli olmaları dolaysısıyla itibar eden” birisini son dinin tebliğcisinin onu kendisine muhatap kılarak selamlamasının ve o selama da onun karşılık vermesinin anlamsızlığı ise ortadadır.
Anlaşılan o ki; kendisine atfedilen asılsız sözlerin ve sahte hallerin büyük bir kısmının asıl ve gerçek olanlarından tespit edilip ayıklanması Atatürk’ü yalın hali ile anlamak için son derece elzemdir.
Onun;
“Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir, yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır”
sözü işte bu nedenle son derece önemlidir.