Ayağına taş değmesin Ebu Siha!
İdlib'de Türkiye'nin verdiği mücadeleye destek veren Suriyeli mazlumlar SİHA'ların mimarı Baykar Teknik Müdürü Selçuk Bayraktar’a bir isim taktı. O ismi Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan bugünkü köşe yazısında okurlarıyla paylaştı
İdlib’de başlatılan Bahar Kalkanı Harekâtı’na milli imkânlarla üretilen silahlı insansız hava araçları (SİHA) damga vuruyor.
Düşman hedefleri sahada TB2 ve ANKA-S'lerin keskin ateş gücü ile imha ediliyor.
Eş zamanlı ve sürü konseptiyle rejim unsurlarına saldırılar gerçekleştiren SİHA’lar, kullandıkları yerli üretim hassas güdümlü füzelerle nokta atışlar yapıyor.
Dosta güven, düşmana korku salan bu yerli teknolojiler Arap coğrafyasındaki Türkiye dostalarının da haklı takdirini kazandı.
Suriyeli mazlumlar ilk yerli SİHA'ların mimarı Baykar Teknik Müdürü Selçuk Bayraktar’a bir isim taktı.
Türklerin göğsünü kabartan o ismi Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan bugünkü köşe yazısında paylaştı. İşte o yazı;
- Sirac Ali’den Ebu Siha’ya yollar var
Sirac Ali kim, bilmiyorum. Bir Suriyeli olduğu kesin. Twitterda, google çevirisi yardımıyla attığı bir mesajı düştü önüme. Türkçesini düzelterek alıntılayayım mesajı: “9 yıl içerisinde ilk kez üzerimizde uçan ve bizi bombalamayan bir savaş uçağı görüyoruz ve ilk kez Esed şebbihalarının ölüm korkusuyla gökyüzünü gözetlediğine şahit oluyoruz. Allah’ım sana binlerce kez hamdolsun.”
Ebu Siha ne peki? 9 yıl sonra ilk kez göğe güvenle bakabilen Suriyeli mazlumların Selçuk Bayraktar’a verdiği künye.
Sirac Ali’den Ebu Siha’ya doğru akıp giden o yolu gerekirse hayatımız pahasına korumaksa boynumuzun borcu.
Şimdi böyle deyince bazı insanlık cürufları, hakkımda kanaatlerini belirtirler: “Savaş çığırtkanı.”
Desinler tabii... Nasılsa ben abdestimden eminim, onlar da bu pisliği niçin yaptıklarının tamamen farkındalar ne de olsa.
Geride bıraktığımız 9 yıl boyunca “Suriyeliler evine dönsün” kampanyası yapan kanaatlerini sevdiğiminin önderleri, aslında şöyle diyorlardı: “Suriyeliler, Esed’in üzerlerine varil bombalarını dilediğince yağdırabildiği ülkelerine dönsün.”
Şimdi aynı kayış suratlı herifler, Türk devleti mültecilere Avrupa’nın kapılarını açıp “İster ülkemizde kalmaya devam edebilir, isterseniz Avrupa’ya gidebilirsiniz” kararı aldı diye birinci sınıf duyarlılık kumkumalığına başladılar. Tabii aynı zamanda sınırdaki mültecilere insani yardım ulaştırma çağrısı yapan Haluk Levent’i falan linç ederek. Gördünüz mü bilmem? Haluk Levent, “Yanlış anlaşıldım, benim mülteciler hakkında ne düşündüğüm bellidir” falan demek zorunda kaldı.
Haluk Levent’in mülteciler hakkında ne düşündüğünü bilmem ama bahsi geçen kayış suratlı heriflerin karınlarında taşıdığı pisliği bilirim. Dertleri, mültecilerin iyiliği değildir, hiç olmamıştır. Dertleri, mülteci meselesinin üzerinde memleketin aleyhine olacak şekilde tepinmektir. İflah olmaları da mümkün değildir bence.
Bu güruhun, Türk ordusuna ‘düşman’ deyip peşine de “Suriye uçakları düşman unsurlarına karşı taarruza geçti” yazan mezhepçi ve kadrolu Esedçinin tutuklanmasına duyar kasmalarına gülüp geçelim tabii de gülüp geçemediğimiz şeyler de var.
Benim en gülüp geçemediğim şey şu: 40 yıldır PKK’nın, 10 yıldır Esed’in akıttığı kana hiç ama hiç itiraz etmeyen bu insanlık cürufları, şehitlerimizin karşılığını vermeye başladığınız dakika “Savaşa hayır!” kampanyası başlattılar. Hem de mesela Brecht’ten, Niçe’den, bilmem kimden alıntılar yaptıkları süslü cümlelerle. Savaşın ne kadar kötü bir şey olduğuna ikna etmeye çalışıyorlar bizi.
Bu insanlık cürufları için savaş sadece terörist ya da şebbiha gebertilince kötüdür çünkü. Bir PKK’lı it, bir Acilci pislik, bir manyak şebbiha, bir mezhepçi psikopat Hizbullat militanı ölünce kötüdür savaş, bu cüruflar için. 5 milyon mülteci üreten savaş kötü değildir. Bebeklerin üzerine varil bombası atılan savaş kötü değildir. Kimyasal silah kullanılan savaş kötü değildir. TSK, askeri hedef gözeterek itlafa başlayınca “Savaşa hayır!” diye tıslamaya başlar çatal dilleri.
Bize düşen, bunları tanımak, bunları iyice tanımaktır.