Ayşe, Ahmet ve bizim acıklı gazeteciliğimiz...
Konunun birkaç haftalık geçmişi var. Annemsiz kalmam nedeniyle konuya ancak girebiliyorum.
Pek çok boyutlu bir tartışmanın içindeyiz.
Boyut bir:
Ayşe Arman’ın röportajlardan para alması, Ahmet Hakan’ın yatak satmasını kenara itmiş durumda.
Demek ki, Ayşe Arman etkisi, Ahmet Hakan etkisini ezip geçiyor.
Demek ki, Ayşe Arman markası, Ahmet Hakan markasından kat be kat güçlü.
Demek ki, kimse Ahmet’i, Ayşe kadar ciddiye almıyor.
Ve fakat. Konu ciddidir.
Boyut iki:
Gazetecilerin pazarlamacılarla aynı düzlemde anılmasının nedenleri var.
Bir kere, gazete patronlarının gazetecilikten değil tüccarlıktan gelmesi genel çerçevesi var.
İkincisi, tiraj kaybı nedeniyle pazarlamacılık işini ek gelir kaynağı olarak kabul eden gazete yönetimleri var.
Üçüncüsü, gazete içeriklerinin sefaletini es geçmemek gerek.
Vatan gazetesinin hayatına, bir başka gazetenin eki olarak devam edeceği söylendiğinde ilk yorumum, an itibariyle tüm gazetelerin, bir başka gazetenin eki olacak kıvamda olduğuydu.
Olabilse, televizyona bile ek olabilirler.
Gazete içeriklerine bakın, ürün/hizmet pazarlama metinlerini çıkarsanız geriye, tek sayfalık, o da tabloid boyda bir şey kalır.
Boyut üç:
Böyle olduğu halde, konu neden Ayşe Arman üzerinden tartışılıyor derseniz…
Bu konuda Ertuğrul Özkök’e katılıyorum. Ayşe, etki gücü en yüksek, en norm’lara sığmayan gazeteci.
Üstelik, benim bildiğim, ona hiçbir parasal kaygı taşıtmayacak kadar ekonomik gücü olan bir aileye mensup.
Kocasının çok büyük maaşlarla küresel petrol markalarının küresel yöneticilerinden biri olması bir yana, Ayşe’nin de hatırı sayılır miktarda maaşı var.
Dahası, bu ekonomik gücü önemsizleştirecek büyüklükte bir servetin üzerinde yaşıyorlar.
Her ne kadar Dormen soyadı taşısalar da (ki orada da hayli yüksek bir servet olmalı), kayınvalidenin Mardin soyadının anlamı üzerinde düşünen var mıdır bilmem.
Arif Mardin’den, Betül Mardin’e devasa servetin küçük bir kaynağını söyleyeyim: Mardin’lerin dedesi Osmanlı’nın ilk ve en büyük resim koleksiyoncusu!
Hadi onu da geçelim, Betül Mardin’in uzunca bir dönem Türkiye’nin PR sektörünün tekeli olduğunu da düşünmek lazım.
Boyut dört:
Öyleyse neden Ayşe üzerinden tartışılıyor kirsiz yeri azalmış gazeteciliğimiz?
Çünkü, Ayşe’nin kaleminden çıkmaya hevesli ve bunun için servet ödemeye hazır bir iş dünyası var.
Buna bir de mesleki başarısının bilgi ve deneyiminden değil de medyadan geçtiğini gören ve bunun için servet ödemeye hazır kişileri ekleyin.
Bence Ayşe böylesi kirli bir ortam için fazlasıyla temiz.
Boyut beş;
Gelelim yatak satmaya başlayan Ahmet Hakan’a.
Ahmet’in yazısı, normal bir durumda gazetecilik örgütlerinin konusu olmalıyken, büyük olasılık onlar “meleklerin kanatları var mıdır, yok mudur”u tartışadursunlar.
Rekabet Kurumu ne işe yarıyor olabilir? İşlem yapması şikâyete bağlıysa, Ahmet’in satmaya çalıştığı yatak markasının rakipleri Rekabet Kurumu’na neden gitmiyorlar?
Büyük olasılık başlarına “gazeteci belası” almak istemediklerinden, yedikleri golle oturuyorlardır.
Boyut altı:
Dünyanın melezleşmesini ifade için kavramlar da melezleşiyor. Hem global, hem de yereli birlikte ifade eden “glokal” gibi.
Hem eğlendiren hem de haber veren yeni tv haber içeriklerini karşılamak için Türkçeye “habeğlence” olarak çevrilen “infotainment” (information + enterteinment) gibi.
Pazarlamacılığın gazetecilikle birleşmesine de bir isim bulunmalı. Önerilerinizi bekliyorum.
Sonuç; artık gazeteciliğin o ulvi yerinden aşağı indirilme zamanıdır, çokça değer atfedilmesi dönemi de kanımca bitmiştir.
ERDOĞAN YA YAŞLANIYOR YA DA GÜVENMİYOR
Siyaset bilimi hocam Ahmet Taner Kışlalı’ydı. Fransa’nın en büyük siyaset bilimcisi olan Maurice Duverger’nin metinlerini okuttu bize. Onun kallavi Siyasal Partiler kitabından, rüyalarımıza girecek kadar korkardık.
Şaka değil. Sınava girerdik, o kalın kitaptan öyle minicik bir ayrıntı sorardı ki Kışlalı Hoca, ter içinde uyanırdık. Rüyada.
Gerçekte, öyle minik ayrıntılar sormazdı. Yorum becerimizi ölçerdi. Yorum, bilgiye dayanmazsa ayakta durmazdı ona göre.
Haklıydı.
Siyaset felsefesinin temel taşlarını da ondan öğrendim. Aristoteles, Montesqiue, Rousseau…
Sadece Batı kaynaklarını değil, İbn-i Haldun’u ve Mukkadime’sini de sular seller gibi içtik biz.
İbn-i Haldun dedim de, onun “İnsanı açlık öldürmez, alıştığı tokluk öldürür” sözü üzerine düşünen var mıdır ki?
Neyse, uzatmayayım.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı 40 ilin başkan adayları listesinin beni yukarıda yazdığım anılara götürmesinin bir nedeni var;
Kışlalı’nın okuttuğu, siyaset felsefesinin temel isimleri, başta Montesqiue olmak üzere, birkaç ayrıntıda farklılaşsalar bile, demografik ve çevresel faktörlerle insanların siyasal tavırları arasında ilişki kurarlar.
Derler ki, insanlar yaşlandıkça tutuculaşırlar. Mevcut duruma tutunmayı seçerler.
Risk almak gençliğe özgü bir durum olarak kalır.
Yeni zamanlarda her temel bilgi gibi bu bilgi de sarsıldı. Yine de özü olduğu gibi duruyor.
Yaşlanmak, alışıldık koşullara sıkı sıkıya sarılmayı getirir. Yeni kararlar almayı, mevcut durumun zarar görmesi korkusuyla zorlaştırır.
Açıklanan 40 belediye başkan adayının ve de açıklanması beklenen adayların genelinin, Erdoğan’ın eskiden getirdiği isimler olduğunu görünce aklıma şu üç olasılık geldi:
Ya sürekli yenilenmeyi siyasi bir cevher olarak gördüğü halde, yenilenmek ve gençleşmek yerine eski isimlere tutunacak kadar yaşlanmış olabilir,
Ya yorgundur da ekstra bir çabaya mecali kalmamıştır,
Ya da, çevresine sonradan eklemlenen kesime, genç siyaset ekibine güvenmekte zorlanıyor olabilir.
Başta CHP olmak üzere muhalefetin, yerel seçimleri kendisine altın tepside sunma çalışmalarına rağmen, Erdoğan birkaç puan kaybederse, bunun nedeni kendi geldiği noktayla açıklanmalıdır.
Bunca yıl Erdoğan analizi yapmış biri olarak şunu rahatlıkla yazabilirim; Erdoğan’ın bir seçimi kazanması ya da kaybetmesi sadece kendi kararlarıyla açıklanır. Muhalefetin hiç ama hiçbir dahli olmaz.
ÇOK MERAK EDİYORUM
Güzelim Mudurnu’yu, kimi Arapların görgüsüz isteklerine uyarak İngiliz şatolarıyla doldurmakta, korku filmi platosuna benzetmekte hiçbir beis görmeyen Belediye Başkanı Mehmet İnegöl yeniden aday gösterilecek mi?
Bir kişilik yemek ücreti bir öğretmen maaşını aşan Günay Restoran’da sahne alan Bülent Ersoy, “İçinizde öğretmen varsa şarkı isteklerini alayım” demiş. Acaba hanımefendi, bir öğretmenin ne kadar maaş aldığını düşünüyordur?
HİÇ ÖNERMEM
Eğer, birine ciceksepeti.com adresinden kek ya da meyve buketi yollamayı düşünüyorsanız hemen vazgeçin.
Büyük olasılık, siz gönderdiğinizi zannettiğiniz şeyi göndermemiş olabilirsiniz.
Ya da görgüsüzlük yapmayı göze alarak, gönderdiğiniz buketi alan taraftan ne geldiğini gösteren bir fotoğraf isteyin.
Biz, annemizin doktoruna bir buket yollamak istedik. Web sayfasından bir truf kek buketi seçtik. Bilgisinde 47 adet olduğu yazıyordu. Giden bukette ise 25, en fazla 30 adet vardı.
Eğer buket, adı verilen profesörün odasına değil de, yan tarafımızdaki asistan odasına teslim edilmemiş olsaydı, ne kadar komik duruma düştüğümüzü bilmeyecektik. Çünkü buket, bir su bardağı büyüklüğündeydi!
Elbette yeniden harcama yaparak, aradan online alışverişi çıkararak başka bir yolla durumu düzelttik ama siz siz olun çiçek sepetinden bir şey yollayacaksanız alıcı taraftan fotoğraflı teyit isteyin.
Benden söylemesi.
AKLIMDA KALAN
Dostlar, okurlar, arkadaşlar: Annemin vefatı sonrasında, gelerek, telefon ederek, mesaj atarak, e-posta yollayarak başsağlığı dileyen tüm dostlara, okurlara, arkadaşlara sonsuz teşekkür ederim. Hiç kimseyi ayırmadan ama, ilk günden itibaren hep yanımda olan Muko’muz Mukaddes Akça’ya özellikle teşekkürler. Bir yanım eksik, hayat devam ediyor.