Bağdat tembelhanelerinden günümüze
Bir zamanların Bağdat’ında Halife’ye, açtırdığı tembelhane hakkında şikâyet gelir.
Konudan sorumlu kişi, kurumda hasta olarak kabul gören doğuştan tembellerle numara yapan uyanıkları ayıramadıklarını; binanın bu nedenle dolup taştığını söyler.
Bunu duyan Halife gündüz vakti taht çardaklarda uzanmayı adet edinmiş tembellere bir oyun düzenler. Sonraki gün birkaç yetkili olayı izleme mesafesinde çalılara gizlenir ve çardaklar tek yönden, gizlice ateşe verilir.
Alevleri fark edenlerden bir kısmı hemen toparlanıp kaçar. Dakikalar içinde çardağın iç sınırlarına dayanan ateş müdahale görmeyince başkaları da tabanları yağlar.
Bu sırada alevler ayak ucuna yaklaşmışken uzanmaktan hâlâ vazgeçmemiş iki kişi arasında ilginç bir diyalog gerçekleşir.
Biri öbürüne : ”kalksak mı acaba! Ateş çok yaklaştı, yanacağız” der.
Diğeri : ”Hele dur, biraz daha yatalım da sonra bakarız!” diye cevap verir ve istiflerini bozmazlar.
Üzerlerine gelen alevlerin bile yerlerinden kımıldatamadığı bu ikilinin halini gören yetkili ”İşte bunlar gerçek tembel; ateşi derhal söndürün.” emrini verir ve sorun çözülür.
Seksenli yıllardaki baba evinde henüz gün doğmadan başladığımız ev ve çiftlik işlerindeki isteksizlik anlarında, diğer kızlar gibi ben de bu kıssayı tekrar dinlemek zorunda kalırdım.
O zamanki kültürel çerçevede hiç durmadan çalışsan da güne sığdırman gereken işler tamamlanmamışsa Bağdat’taki tembellerle aranda bir bağ kurulması normaldi. Şu yanacak olsa da doğrulmayanlarla!
O günü şu âna bağlayan zaman içinde dünya fazlasıyla değişti.
Dil, din algısı, toplumsal kabuller, bakış açıları belli amaçlar çerçevesinde yenilendi.
Artık yapması gerekene karşı sadece üşengeç değil sorumsuz davranana bile söz söylemek ayıplanıyor.
Tembelliğin özgürlük kavramı ile ele alınması yeterince vahimken, sorumluluk bilinçli dinamizmin yoluna set çeken ataletin kişisel hak olduğunu söyleyenler bile var.
Aylaklık seslenmesinin taşıdığı art niyet bir bütünün parçası olarak değerlendirilmesi gereken konulardan.
Asıl meselemiz maruz kaldığımız yönlendirme çabası değil, o çabanın uyaranlarını da içine alan hayata verdiğimiz cevaptır.
Bu minvalde “Boş kaldığında hemen başka işe koyul!” (İnşirah/7) ayeti, kişinin kendini ölçmesi için bir fırsat niteliğindedir.
Yaşamın devam ettiği her an nitelikli fırsatlar üretmek ve onlara sıkıca tutunmak sadece kişisel tercih mesabesinde görülemez.
Çünkü rahatına düşkün ve kolaycı bireyleri sadece atalet değil, ardında bekleyen cehalet de rehin alabilir.
Bunun iyice yaygınlaştığı günümüzde yapılmayan her işin, üretilmediği için topluma yapıcı etkisi olmayan her düşüncenin faturası önce milli sonra da evrensel gerileme şeklindedir.
Buna karşın sırtını sağlam düşünceye dayayan dinamik ruhları genelden ayrı tutmaksa, hakkı sahibine vermektir.
Ayrıca kendini aldığı nefeslerin onuruna adamış şahsiyetler üzerinden bellemek gerekir ki dünyanın tüm algı silahları birleşse, bilinç ve iradenin özgürleştiği insana güç yetiremez; onu geriletemez.
Selam ile…