Bahadır Cüneyt Yalçın: Bu kitabı uzay ile uzak arasındaki kafiyeyi fark edenler okumalı!
Ot’ta yazıyor, efsanevi Afili Filintalar’ın üyelerinden. "Mütevazı Bir İntikam" ve "Hep Lunapark" adlı romanlarıyla büyük beğeni kazandı, geniş bir okur kitlesi yarattı. Yeni romanı April Yayıncılık etiketiyle bu hafta raflarda. Sayım Çınar, Bahadır Cüneyt Yalçın’la yeni romanı "Eski Karım Uzaya Gidiyor"u, yazarlık serüvenini konuştu.
Sayım Çınar / [email protected]
- Önce "Mütevazı Bir İntikam", devamında "Hep Lunapark" ve son roman "Eski Karım Uzaya Gidiyor". Her romanda yeni bir dünya kuruyorsun, ilk romandan bugüne düşününce neler değişti, neler eklendi edebiyat anlayışına, yaklaşımına?
Eski Karım Uzaya Gidiyor ile iki romanda vurguladıklarımın altını çizmeye, kendimi önceden çıkardığım derslerden tutarak bir noktaya taşımaya çalıştım. Biraz da değiştim elbette, artık bir karakteri ya da bir cümleyi doğru, manalı, etkili yazmaya çalışmanın yetmediğini, çabuk tüketilememesini sağlamaya uğraşmanın çok önemli olduğunu fark ettim. Karakterleri güçlü çizmek, evrensel değerlerden uzaklaşmadan ülkem insanını anlamak, beslendiğim kültürü bilip zamanın ruhunu da işaret etmek. Mizahı, bilgiyi ve kurmacanın imkânlarını kullanmak romandaki motivasyonum ve çabamdır. Bu romanla edebiyat anlayışıma eklediğim bir şey de olumlu gelecek projeksiyonlarına ağırlık vermek. "Eski Karım Uzaya Gidiyor" ile iyice inandım; bizi bir arada tutan parçaları düşünüp hissetmek, hissettirmek elzemdir. Sorular sorarken farklı bakış açılarından kimi cevaplar da vermek gerektiğini öğrendim. Dünya, uzay, kitaplar, fizik, geometri, coğrafya, psikoloji veya komedi gibi mevzular yardımıyla insanı edebiyat yoluyla anlamaya çalışmak. Esas mesele kusurları hapse tıkmak değil, rehabilite etmek; örneğin okuyarak, espri yaparak. Empati duyup sakinleşmek. Analizi ve duayı mevzulara yapıcı bir yaklaşım aracı olarak görmek. İleriye bir adım atmayı daha da sempatikleştirmek.
- Başrolünde devrik bir komedyenin olduğu bir roman "Eski Karım Uzaya Gidiyor". Hikâye nasıl şekillendi, Ankara kulüplerinde sahneye çıkan bir komedyen var mı gerçekten?
En başta dünya hakkında bir roman yazmak istiyordum. Çünkü romandaki gibi bi’milyoncu mağazasında alışveriş yaparken dünya biçiminde bir top satın almıştım. Dünya çok geniş bir konu, konuşup yazdığımız mevzuların %90’ı dünya hakkında son tahlilde. Sonra aklıma bir komedyen karakteri geldi. Bunun yanında küçük bir çocuk anlatmayı, onun gözünden etrafa bakmaya çalışmayı istiyordum. Gezegenimizi gözümün önüne getirince uzay ve uzaylılar girdi fikrime. Böylece bir uzaylı coğrafya öğretmeni, bir komedyen ve bir kız çocuğunun açısından, hep birlikte dünyayı anlama uğraşının bir kesiti çıktı ortaya. Komediyi, komik olanla ilgili olan her şeyi sevdiğim malum. Romana başlarken Ankara mekânlarında sahne alan benzer bir komedyen tanımıyordum. Fakat son yirmi yılda Ankara dâhil birkaç şehirde, televizyonda, Youtube’da ünlü ünsüz birçok komedyen seyrettim. Kitabı bitirdikten sonra kısmet oldu; Ankara’da "Gri Şehir Komedyenleri" ile tanıştım.
- Uzaylılar ülkemizde romanda, üstelik mülteci olarak, bizlere sığınmış durumdalar. Bu yönüyle günümüze dair önemli bir okuma var. Ülkemizdeki mülteciler ne kadar buralı hissediyor kendini sence? Ya da biz onlara “uzaylı” muamelesi yapıyor muyuz isteyerek ya da istemeyerek?
Mülteci, bir kere iltica ettikten sonra artık kendini hiçbir yere ait hissetmez. Bu tek başına beni ilgilendiren, kafa yorduğum bir şey. Çünkü ben de çoğu zaman kendimi bir yere ait hissedemiyorum. Bu Türkiyeli olmakla ilgili değil, daha mikro ya da makro ölçekte bir şey. Bunun çok şehir değiştirmemle, ortanca çocuk olmamla, okulda ne tam sayısalcı ne de tam sözelci olabilmemle filan da ilgisi var. Sadece mültecilere karşı değil, yabancı olan, farklı olan herkese karşı bir reaksiyon vardır her yerde. Bu insanlığın ortak imtihanı. Yabancı olmanın yanında bir de yabancı hissetme durumu var. İşte derdim bu ikisini aktüel meselelerden ilhamla düşünmek, düşündürmekti.
* “İLK ROMANIMDA YOLCULUK, İKİNCİSİNDE LUNAPARK TEMALARINI KULLANMIŞTIM. ŞİMDİ KOMEDİNİN FİZİĞİ, DAĞCILIK, BOŞANMA, HATTA SÜRTÜNME KUVVETİ BİLE VAR.”
- Gülemeyen bir çocuğu güldürmeye çalışmak, bunun için para almak ve devamında yaşanan kovalamaca, macera... "Eski Karım Uzaya Gidiyor"un öne çıkan özelliklerinden biri de hiç düşmeyen temposu.
Tempo önemsediğim bir kriter. Romanı, hikâyeyi ya da şiiri bir müzik, bir spor gibi düşünüyorum. Ahenk, doğru ve temiz bir malzeme yanında akıcılık da mühim. Bunun için ritim, uygun kombinasyon, bakımlı bir şanzıman gerekir. Şarkılara, dansa benzer şekilde edebiyatta da ritmi çözmeye çalışmak çok zevkli. Buna odaklanabilmek için ilk romanımda yolculuk, ikincisinde lunapark temalarını kullanmıştım. Şimdi komedinin fiziği, dağcılık, boşanma, hatta sürtünme kuvveti bile var.
- Türkiye popüler kültürünün köşe taşlarına selam veriyorsun roman içinde, Atilla Arcan, Nejat Uygur... Mizah algımızdaki yerlerini nasıl değerlendiriyorsun, senin yazarlığına etkileri nedir?
Televizyon çocuğuyum. Popüler kültürün ögelerinin çoğuna mesafeliysem de beş yaşımdan on beş yaşıma kadar aralıksız televizyon seyrettiğimi inkâr edemem. Türkiye’nin çok kanallı yayınlara geçmesine şahit oldum. İnternet, kültürü dönüştürmeden önce televizyonun etkisini iliklerimize kadar yaşadık. Atilla Arcan ve Nejat Uygur da bu süreçte aklımda yer etmiş iki merhum üstad. İkisini de sahnede seyrettim. Bu adamlar “eski adam” dediğim kişiler. Tarzlarını, karakterlerini seversiniz sevmezsiniz; ortaoyununu, tuluatı, komediyi ve bu toplumu kökünden bilen adamlar. Gerçek manada kitap okumaya ve sinemayı takip etmeye çok geç yaşta başladığım için sanatsal bakışımı öncelikle televizyondaki mizah şovları etkiledi. Bir Başka Gece’deki Mesela Dedik’ler, Karşı Şov’lar, Ramazan ayındaki meddah skeçleri, Ulvi Alacakaptan, İsmet Ay - Erol Günaydın ikilisi, Susam Sokağı’nda kurabiye canavarının kurabiyeyi hep yere dökmesi, Rıza Silahlıpoda’nın sadece ismi. Hepsini saygı ve sevgiyle anıyorum. Çünkü komedinin bende hissettirdiği ikinci şey sevgi duygusu. Bunu kalpten hissediyorum.
- Yapay zekâyla sohbet eden, akıl danışan, dertleşen kadın karakter romanın en önemli kahramanlarından biri. Buraya mı gidiyoruz, insani ilişkilerin, duygusal dünyanın dönüştüğü yer burası mı artık? Sohbetlerimizi, dertleşmelerimizi, dedikodularımızı böyle mi yapacağız yakın gelecekte?
Yakın gelecekte mi? En az beş yıldır öyle yapıyoruz zaten. Yapay zekânın direkt muhatabımız olması gerekmez. Yapay zekâlar aracılığıyla yaşıyoruz artık. Takipçi sayısı insanların statüsünü gösteriyor yahu. Gazetede okudum, beğeni alamamak depresyona sokuyormuş. Şarj bağımlığı yani plagomani diye bir gerçek var. Yıllar önce, daha Facebook bile yeniyken internette “Aylin’i Tavla” diye bir çetleşme robotu vardı. Spike Jonze’un “Her” filmi de beni çok etkilemiştir.
- Arka kapak yazısında “Her cümlesi havai fişek, her sayfası icat kıyamet” deniyor. Bilgi yüklü bir roman bir yandan da "Eski Karım Uzaya Gidiyor", adeta “trivia-roman”. Ön çalışması nasıl yapıldı bu edebiyatın?
"Mütevazı Bir İntikam" da, "Hep Lunapark" da bana ilginç gelen, yaşama sevinci veren bilgilerle doluydu. Bu tür metinleri okumayı seviyorum. Bunları okurken coşku duyuyor, hayatıma katmaya çalışıyorum. Mesela bir kutu sütü kulağından kesip bardağa doldururken lök lök edip sütün etrafa sıçramaması için, alüminyum pipet yuvarlağına küçücük bir delik açmak yetiyor. Bunu bir yerde okumuştum, hem güzel bir hikâye gibi hem de oldukça faydalı bir bilgi. "Eski Karım Uzaya Gidiyor" için ön çalışma dünya topunu edinmemle başladı. Uzay, bir gezegen olarak dünya ve komedi hakkında güle oynaya notlar aldım. Zaten iki yıldır düzenli olarak günde birkaç gazete alıp ilginç haberleri keserek dosyalıyorum. Konu belli olunca her şey dile geldi neredeyse. Haritalar, kitaplar ve tavuklar benimle konuşmaya başladı.
* “BU KİTABI “EY DÜNYA, NE İSTİYORSUN BENDEN?” DİYE KENDİ KENDİNE SORANLAR OKUMALI.”
- Aleksi Pavloviç’i görmüyoruz bu kez romanda, kendisini tanımayanlar için bahseder misin, neler yapıyor bu aralar?
Aleksi Pavloviç Edremitli bir bankacı. George Orwell bıyığı var. Kendisini pisuvardaki bulaşık teline benzetiyor. Kitapkurdu, İspanyolcaya meraklı ve sabıkalı. "Mütevazı Bir İntikam"da ortalığı birbirine kattı, "Hep Lunapark"ta editör ve konuk oyuncuydu. Şu sıralar hepimiz için büyük bir sürpriz planlamakla meşgul. Israrla sordum, “Sabırlı olmayı öğrenmen için illa daha uzun bir kelime mi icat etmeliyim?” dedi.
- Son soru, bu kitabı kimler okumalı?
“Ey dünya, ne istiyorsun benden?” diye kendi kendine soranlar okumalı. Kendisine ait olmayan, olamayan şeyleri sevmeyi bilenler okumalı. Uzay ile uzak arasındaki kafiyeyi fark edenler, gazoz şişesindeki baloncuklara dakikalarca bakanlar, çocukluğu saçma sapan sorular sorarak geçmişler okumalı. Kendisini şehrine, mahallesine, evine, eşine, diline en az bir kere yabancı hissetmiş kitapseverler okumalı. Afili Filintalar’ı sevenler okumalı. Ağlayan iguanaları, gözü bağlı tavukları, Arjantinli mizah edebiyatçısı ve zoolog yazar Fernando Sorrentino’yu merak edenler okumalı.