BAHTI KARA KITA'NIN İSYANI NEREYE EVRİLECEK? -1
Dünyada bir kara parçası düşünün ki, sadece ve sadece sömürü, zulüm ve acılarla anılsın.
Bu cümleyi kurup "Bu kara parçası neresidir" diye 100 kişiye sorsanız, tamamına yakını Afrika kıtasını, geri kalanı da Afrika'da akıllarına gelen ülkeleri sayar.
Zaten ona Kara Kıta derken, insanlarının derisinin renginden dolayı değil, bahtından dolayı denmesi daha doğru olur.
Zamanı geriye sararak Afganistan, Yemen dahil sıkıntılı birçok ülkenin "kısa veya uzun süreli iyi dönemlerini" hatırlayabiliriz. Ancak zamanı nereye kadar geri sararsak saralım Afrika kıtası, hafızalarda neredeyse ezelden beri sömürü, kölelik ve zulümlerle anıldı.
Bu saydığım tüm kötülüklerin merkezi ise belliydi: Avrupa ve Kuzey Amerika. Kıtayı adeta örümcek ağları gibi sardılar ve kıtanın iliğini, kemiğini bir vampir gibi emdiler.
Düşünün, İkinci Dünya Savaşı bittiğinde kocaman kıtada sadece 4 ülkenin bağımsızlığı vardı. O da görece...
Kocaman kıta derken abartmıyoruz.
Afrika, Avrupa kıta coğrafyasının üç katı büyüklüğündedir.
Yeryüzü kara parçalarının beşte biri Afrika'dadır.
Kıtadaki Büyük Sahra Çölü, Amerika Birleşik Devletleri'nin kara alanlarının yüzölçümünden daha büyüktür.
Ayrıca dünyanın ciddi yeraltı zenginliklerini de barındırır. Hatta Antropologlara göre, dünyanın en eski madencilik faaliyetleri bu kıta da.
Bütün bu bilgilerin detaylarını aşağıdaki satırlarda yazacağım. Bir kıtanın nasıl bugünkü isyan haline geldiğini anlamamız için yazacağım.
***
Türkiye'nin bir elin parmaklarını geçmeyecek Afrika araştırmacılarından Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, Afrika'daki sömürü tarihini anlattığı kitabında yaşadığı bir olayı aktarmıştı: "Etiyopya dışında, tümü bir batı ülkesinin sömürgesi olmuştur. bu nedenle birçoğunda resmi dil Avrupalının zorla kabul ettirdiği yabancı dildir. Ankara'ya ilk atanan Cezayip diplomasi temsilcisi kendi gibi Arap olan Mısır Büyükelçisiyle benim önümde yarı İngilizce, yarı Fransızca konuşmuş, niye anadilleri Arapçayı kullanmadıklarını kendine sorduğumda, 'Ben Arapça bilmem ki, biz Afrikalılara yalnız Avrupa dili öğretilir' demişti. Gineliler Kongolularla Fransızca ve Kenyalılar Güney Afrikalılarla İngilizce konuşur." (Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, "Emperyalizmin Afrika Sömürüsü", İleri Yayınları, Birinci Basım, Ekim 2010, s. 16-17)
Kıta'nın Arap olmayan coğrafyalarında da durum çok farklı değildi.
Avrupa ve Amerika kıtasının beyaz ve zalim insanları, Afrika kıtasına 100 yılda kendi dillerini konuşmayı bile unutturacak kadar zulmetmişti. Avrupalılar kıtaya ilk olarak 1340’ta Portekizli Henry’nin Reconquista Savaşlarından bir tanesinde Cebelitarık’ın karşı yakasındaki Ceuta şehrini almasıyla girdi. Daha sonrasında Katolik misyonerler ve tüccarların adım adım Afrika'ya geçiş yaptıklarını görüyoruz. 16'ncı yüzyıla gelindiğinde Danimarka, İsveç, İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz'in askerleri ve kaleleri ve bazı şehirlerde semtleri bulunmaktaydı. Ancak Avrupalılarla Afrikalıların ilişkisi ağırlıklı olarak ticaret üzerinden yürümüştü. Sömürgeleştirme ise başarısız olmuştu. Afrika'daki uluslar ticarete sıcak bakarken, dini ve siyasi baskıyı reddetmişlerdi.
Esas sömürgeleşmenin başladığı 19'uncu yüzyıla gelindiğinde beyaz adamın kara kıtadaki kontrol alanı, toplam yüzölçümün sadece yüzde 10'uydu.
BEYAZ ADAM NEDEN AFRİKA'YA YÖNELDİ?
Ancak bu dönemde köleleştirme yavaş yavaş Afrika'da kendini göstermeye başlamıştı. Gemilere doldurulan insanlar Avrupa ve Amerika kıtasına götürülüyordu. Çünkü sanayi devrimiyle beraber ucuz iş gücüne olan ihtiyaç artmıştı. Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri için neredeyse masrafsız iç gücünün kaynağı Afrika kıtası olmuştu.
Ayrıca kıtanın yeraltı ve yer üstü kaynaklarının önemi de ortaya çıkmış, kıta sömürücüler için iştah kabartmaya başlamıştı.
KARA KITANIN YER ALTI ZENGİNLİĞİ
Antropolojiye göre Afrika kıtası, hem insanoğlunun hem de madencilik faaliyetinin ortaya çıktığı yerdir. Bugüne kadar keşfedilmiş en eski maden (demir) Güney Afrika Cumhuriyetinin kuzey doğusunda bulunan eski adı Svaziland, günümüzdeki adı Esvatini olan yerdeki Ngwenya madenidir. Ngwenya Madeni'nin günümüzden 45 bin yıl önce işletildiği ortaya çıkmıştır.
Yine aynı şekilde altın ve bakır da Afrikalılar tarafından çok eski tarihlerde kullanılmaktaydı. Örneğin kırmızı veya siyah demir oksit Afrikalılar tarafından kozmetikte ve ölüm törenlerinde kullanılmaktaydı. Birçok yerde, özellikle Gana veya 16. yüzyılın sonlarına dek günümüzdeki Mali, Burkina Faso ve Nijer topraklarında hüküm sürmüş Songhay büyük imparatorluğu döneminde altın, geleneksel olarak maske ve diğer süs eşyalarının yapımında kullanılıyordu. Mısır, bakır medeniyetinin altın çağını temsil etmekteydi.
Başta İngilizler olmak üzere Avrupalılar Afrika'da kolonilerini oluşturmaya başladıklarında gelişmiş bir demir metalurjisi ile karşılaştılar. Mozambik yerlilerinin demiri ile kıyaslandığında, İngiliz demirinin daha düşük kalitede olduğu hemen fark edilmişti. (Mustafa Çınkı, "Rant Lordları-Küresel Maden Yağması", Ankara, 2004, s. 25)
Bu zengin coğrafya 19. yüzyıl, yani 1800'lerden itibaren emperyalist maden yağmacılarının hedef coğrafyası haline geldi. Özellikle de Güney Afrika'daki elmas madenlerine hücum, adeta ABD'deki altına hücum dönemine eş değerdi.
Afrika madenciliğine yönelik saldırıyla ilgili Mustafa Çınkı'nın "Rant Lordları" kitabında detaylı bilgiler yer almakta. Uzunca bir dönem Eti Madencilikte Başmüfettiş olarak görev yapan Çınkı'nın aktardığı bilgilere göre, ilk elmas arayışı 1870 yılında Güney Afrika'da başladı. Maden arayıcısı, kaçakçı ve spekületör olarak kim varsa bölgeye üşüşmüştü. Ancak dağınık değillerdi ve sistemli bir şekilde İngiliz emperyalizmi tarafından destekleniyor ve yönlendiriliyorlardı. Rio-Tinto, De Beers, Consolidated Gold Fields ve Barnato gibi ana sömürgeci madencilik şirketleri bu dönemde kuruldu.
AFRİKA'NIN KADERİNİ DEĞİŞTİREN ACIMASIZ SÖMÜRGECİ: CECIL RHODES
De Beers ve Consolidated Gold Fields şirketlerinin sahibi Cecil Rhodes 1800'lü yılların sonuna doğru Afrika kıtasının sömürgeleştirilmesinde kritik bir rol oynayan İngiliz Güney Afrika Şirketi'ni (British South Africa Companiy-BSA)kurdu.
Cecil Rhodes'in Afrika kıtasını ayakları altında tuttuğu meşhur bir çizim
Rhodes son derece acımasız bir sömürgeciydi. Kabileleri birbirine düşürmekten, savaşlarda birbirlerini yok edene kadar çarpıştırıp yönetimlere el koymaya kadar çok sayıda faaliyetin içinde yer alan Cecil Rhodes, Güney Afrika'da İngiliz kolonisi Ümit Burnu başbakanı olmuştu. Hayali İngiltere merkezli bir örgüt tarafından yönetilen bir dünya hükümeti kurmaktı. (Ne kadar tanıdık değil mi?)
Afrika'nın yer altı kaynakları açısından en zengin bölgelerini İngiliz imparatorluğuna bağlamıştı. "Eğer Tanrı varsa, bence O, Afrika haritasının mümkün olduğu kadar çok yerini İngiliz renkleriyle boyamamı ve İngilizce konuşan ırkın birliğini, etkinliğini mümkün olan her yerde yaymamı istiyordur" diyecek kadar kendisine rol biçmişti. 1894 yılında Kraliçe Victoria'nın, bir karşılaşmalarında "Sizi son gördüğümden bu yana neler yaptınız Bay Rhodes" sorusuna "Majestelerinin dominyonlarına iki ülke (Zambiya ve Zimbabve) daha kattım efendim" diyen Rhodes'in bir gece gökyüzüne bakarak "elimden gelse gezegenleri de ilhak ederim" dediği söylenir. (Çınkı, age. s. 12)
İngiltere ve Rhodes'in haricinde çok sayıda sömürgeci, Afrika'ya saldırıya geçmişti. Fransa'sından Almanya'sına, İtalyası'ndan, Hollandasına, Belçikasına kadar koca kıtaya üşüştüler. Tam sömürgeleşme, daha doğru ifadeyle Avrupa devletlerinin tüm kıtayı paylaşması da 15 Kas 1884 – 26 Şub 1885 tarihleri arasında Berlin'de toplanan kongre sonrasında oluştu.
TAM SÖMÜRGELEŞME KARARI: 1884-85 BERLİN KONGRESİ
Her ne kadar kongre öncesi ve sonrasında ikili anlaşmalar da etkili olsa da, Berlin Kongresi, Afrika'nın emperyalistler tarafından paylaşımını yapmıştı.
Kongrede yapılan paylaşım
Günümüzde Fransa'nın istenmediği topraklar ve paylaşım bu şekilde gerçekleşti. Sonrasında kıtanın sömürüsü ve insanlara yönelik baskılar devam etti.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında bağımsızlıklarını ilan eden ülkeler artsa da, sömürü çarkı dönmeye devam etti. Ülkelerin yönetimleri ile anlaşan (!) Avrupalı ve Amerikalı şirketler Afrika halklarını, milletlerini sömürmeyi sürdürdü.
Başlangıçta altın ve elmas üzerine yoğunlaşan maden arama daha sonra bakır, demir, boksit ve uranyumdan oluşan dört temel metali merkezine aldı.
Askeri yönetimin Fransa'ya ve AB'nin bütününe ihracına yasak koyduğu Nijer'de uranyum arama çalışmaları 1955'de Fransız Atom Enerjisi Komiserliği'nin jeoojik araştırmalarıyla başladı. Çalışmalar neticesinde Agades'in kuzeyindeki Arlit bölgesinde 1966 yılında uranyum bulundu.
1968 yılında, Nijer Hükümeti, Fransız Komiserliği ve Fransız, Alman ve İtalyan şirketleri arasında, Arlit maden yataklarının kullanımı için bir ortak girişim olarak Société des mines de l'Aïr (SOMAIR) şirketi kuruldu. Bunun hemen ardından başlayan uranyum çıkarma ve konsantre edilmesi işi giderek büyüyerek 1980'de 2 bin tona ulaştı.
1974 yılında tıpkı SOMAIR gibi Nijer Hükümeti, Fransız Komiserliği ve Fransız, Alman ve İtalyan şirketleri tarafından iki şirket daha kuruldu: Compagnie Miniére d'Akou ve Tassa N'taghalgui. Bu şirketlerin faaliyete geçmesinden sadece iki yıl sonra bu şirketlerin üretimi de toplam 4 bin ton uranyum konsantresine ulaştı.
Fransa'dan bağımsızlığını 1960 yılında kazanmasına rağmen zenginliklerini devletin veya halkın değil de Fransızların aldığı Nijer örneğinde görüldüğü gibi, Afrika kıtası sömürgeciliğin yaşayan örneği olarak biliniyordu.
Ta ki günümüze kadar.
Artık tek tek ülkelerde sömürgeciliğe karşı isyan vardı.
Bunda dünyanın değişen dengelerinin, Batı'nın, özellikle de Avrupa ülkelerinin eski güçlerinde olmaması vs. etkisi var. Boşluğu doldurmaya aday ülkeler de yok değil.
Rusya ve Çin, kıtanın yeni küresel güçleri diyebiliriz. Bu iki ülke, Afrika'da çok kritik alanlarda etkisini göstermeye başladı.
Afrika'da kendisini gösteren ülkelerden biri de Türkiye. Türkiye, başta Kuzey Afrika'daki Müslüman devetler olmak üzere Afrika kıtasına mazlum milletlerle kurduğu tarihi bağlar nedeniyle farklı açıdan yaklaşıyor.
Peki bundan sonrası ne olacak?
Rusya ve Çin ile Türkiye şu an hangi ülkelerde etkin.
Bunu da konuyla ilgili bir sonraki yazımızda ele alalım.