Başarmak ve gelişmek mi istiyorsun?
BAŞARMAK VE GELİŞMEK Mİ İSTİYORSUN?
Önce başkalarının değerlerine/ilkelerine saygı duyarak kendi değerlerini/ilkelerini koyacaksın.
Seninkiler talep görüyorsa yürüyeceksin, görmüyorsa…
“Siz beni onaylamıyorsunuz, aptalsınız” suçlamasına gitmeyeceksin. Kendi değerlerini/ilkelerini gözden geçireceksin.
Başkalarının anlattıklarını dinleyecek ama anlatılanlar hakkında kendi bilgini oluşturacaksın.
Belki de başkasının “kötü” dediği, senin ömrünü vereceğin şey olacak, başkasının “iyi” dediği sana hiç uymayacak.
Kendi faturanı kendin ödeyeceksin, aksi halde, önüne konanla yetinmek zorunda kalacaksın.
İnat etmeyeceksin. İnat etmekle kararlı olmak arasındaki farkı bileceksin.
Büyük başarılar, o farkı bilenlerden çıkar.
Vizyon, sadece unutulmazların giydiği bir elbisedir.
Bakın Mustafa Kemal’e. Geçen her gün değeri daha iyi anlaşılıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sivas Kongresi’nin yıldönümünde, Mustafa Kemal’in Amerikan mandasına meydan okuyuşundan örnek veriyor.
Birleşmiş Milletler kurulurken, sene 1945, zamanın akıllı, zengin, bilgili ülkeleri (!) tarafından hazırlanan tüzük, 50 yıl sonrasının bile hiçbir gelişmesini öngörememiş.
Bu itiraf, BM’nin çektirdiği “The Interpreter” filminin girişinde yer alır.
Mustafa Kemal ise 1936’da, “Bir gün insanoğlu teyyaresiz de göklerde yürüyecek, gezegenlere gidecek. (…) Bize düşen görev ise, Batı’dan bu konuda fazla geri kalmamayı temindir” diyor.
Aynı konuşmasında bu gelişmelerin 2000 yılına kalmayacağının altını çiziyor.
Fransa’da, Ils Ont Change Le Monde (Dünyayı Değiştirdiler) serisinin Mustafa Kemal’li sayısının kısa sürede yok satması boşuna değil.
Vizyon ekmek arasına konmaz, masaya konur.
Başarmak istiyorsan, kısa görüşlü debelenmelerle zaman geçirmeyeceksin.
Seni kör döğüşüne sokanların değil, ufka taşıyacakların elinden tutacaksın.
Kendini somut değerler (paralar, sayılar vs.) yerine, soyut değerlere yaslayacaksın.
O soyut değerleri şöyle düşün, büyük bir sel geldi ve dünyanı yıktı, yerle bir etti. Seni suyun üzerinde tutacak tek şey o selde yüzen bir ağaç gövdesi…
AK PARTİ’YE ÖNERİLER
Geçen hafta da yazdım bu konuyu.
İktidar partisi değişim için hummalı bir çalışma içinde.
“Humma” bazen gerçeklerin gözden kaçmasına neden olur.
Mesela, Atatürk Orman Çiftliği arazilerinin satılmasında inat etmek.
Zira, Melih Gökçek’e Ankara’yı kaybettiren en önemli konudur Atatürk Orman Çiftliği.
İstanbul’un kaybı başta müteahhitler meselesidir.
Mesela, Karadeniz’de oy kaybettiren en önemli meseledir HES’lerle ilgili tutum.
Makro araştırmalar bitti, mikro araştırmalara bakmak lazım.
Bunları yazıyorum ya, iktidar yanlıları “Ne hakla bizi eleştirirsin” diye kızıyor, muhalefettekiler “Sen nasıl iktidara akıl verirsin” diye…
GÖRMENİN YÜKSELİŞİ
İmamoğlu Yenikapı’ya binlerce araç dizerse.
Ben işin iletişim boyutuna bakarım.
Oradan da görünen şu ki, İmamoğlu ve iletişim ekibi görmenin önemini iyi biliyorlar.
Yaşamsal bilgi; içinde bulunduğumuz zamanlarda kararlar, gördüklerimizin kıyaslanmasıyla alınıyor.
Bunu en iyi Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun bilir.
Bu bilgiyi iyi değerlendirenler, sonraki seçimlerin kazananları olacak.
Peki Diyabakır’da, HDP önünde evlatlarını isteyen annelerin yürek yakan görüntüsü kime yazacak?
FEHMİ KORU’NUN SAHALARA DÖNÜŞÜ
Eskiden siyasetçilerin kaderi gazetecilere bağlıydı, şimdi gazetecilerin kaderi siyasetçilere bağlı.
FETÖ sürecinde köşesine çekilen Fehmi Koru, Gül-Babacan’ın sahalara inişiyle günlerimize döndü.
Bu dönüş, “Kazanova’nın Dönüşü”ne benzemeyeceğine göre;
Acaba “Mumyanın Dönüşü”ne mi benzeyecek?
“Yıldız Savaşları: Jedi’nin Dönüşü”ne mi?
“Camoka’nın Dönüşü”ne mi?
Meraktayım.
Bildiğim, muhafazakâr medyaya üzerinde düşünülecek cümle yazabilen biri geldi.
Kulisin alâsı onda.
İŞTE BUDUR
7 Eylül’de çıkan Star gazetesinin içinden Akşam gazetesinin sayfaları çıktı ya…
Bu, gazetecilikte asla gerçekleşemeyecek bir durumdur. Gerçekleşti.
Önce şaş şaş şaştım, sonra gül gül öldüm.
Sonra da dedim ki;
Ülkemin medya ortamına en sonunda gazetelerin kendisi de isyan etti.
Zira, bu medyadan ne Hükümet memnun, ne muhalefet.
KÖROLASI ÇÖPÇÜLER
Erkin Koray’ın “Çöpçüler” şarkısıyla büyüdük.
“Dün gece çok aradım,
Aradım bulamadım
Kör olası çöpçüler
Aşkımı süpürmüşler…”
O naif günler geride kaldı.
Şimdi, kendi çöpümüz yetmiyormuş gibi, çöp ithal eder olduk.
O da yetmezmiş gibi, Marmaris koylarını temizleyen İmdat Avcı’nın çöp dolu poşetlerini çalmışlar!
Erkin baba şimdi “Kör olası hırsızlar, çöpümü çalmışlar” dese yeri.
KULİS YAZARI OLARAK NAGEHAN ALÇI MI, FATİH ALTAYLI MI?
Eskiden Ankara’da gazetecilik yapmamış olan birini İstanbul’da hiçbir şey yapmazlardı.
Şimdi iki İstanbul yazarını kulis bilgisinde yarıştırıyorlar.
Nagehan Alçı mı, Fatih Altaylı mı daha iyi kulis yazıyor?
Cevap veriyorum, açık ara Fatih Altaylı.
Zira, Alçı kendisine iletileni yazarken Altaylı bilgiyi kendi bulur.
Alçı’ya yazması için fısıldanır, Altaylı yazılması gerekenin kapısını çalar.
Alçı günün yazarıdır, Altaylı her demin yazarı.
KEŞKE
Keşke, Ethem Sancak İTÜ’ye babası adına cami yaptırırken kendi adına da, ülkemizi ilk 500’deki üniversitelerle yarıştıracak bir bilim merkezi açsaydı.
Keşke, modern sanatı sevebilseydim.
Keşke, “Hürriyet Kitap Sanat” ekinin daha fazla sayfası olsa.
Keşke, rap’çiler daha az kavga edip daha çok şarkı yapsa.
Keşke takı takmayı seven bir kadın olsaydım.
REGL İZNİ
İzmir Barosu, baroda çalışan kadınlara ayda bir gün regl izni vererek ne yapmıştır?
Bir, baronun huzuruna büyük katkı sağlamıştır.
İki, olası şiddet, tartışma durumlarını önlemiştir.
Üç, somurtuk yüz ifadeli birinden kurtulmuştur.
Dört, zaten o gün verimli çalışamayacak biriyle kendisini kandırmamıştır.
BİZ HER YIL
Acayip gaza gelir, olimpiyatlara ev sahibi oluruz.
Dünya kupasına gitmeye hak kazanırız. Gerçekte ise, Andorra’ya bir gol attık diye sevinçlere boğuluruz.
Basketbolda 12 uzun adamla tüm kupaları kaldırırız.
Her yıl hepsi fos çıkar.
Sonuçta, şortuna laf edilen kadın voleybolcularımızın ve güreş gibi bireysel sporcularımızın başarısıyla yetiniriz.
NE DÜŞÜNÜYORUM?
Çok güzel hareketler 2’yi izlerken “Bir tür işkenceye maruz kalıyoruz ama üç beş komedyenin yetişmesine faydamız oluyor.”
Çağdaş sanattan sadece zenginlerin anlaması ne can sıkıcı
Okulların açıldığı hafta, çocuk filmlerinin vizyona girmesindeki saçma mantık ne olabilir acep?
Yeni cep telefonları anormal fiyatlara piyasaya sürüldükçe, ucuz telefonlar ne kadar sempatik…
Ahmet Hakan, gazete patronlarıyla tavla oynamasa kariyerinde bir sorun mu olur?
İKİ GÜZEL İŞ
Sanat mekanı Arter’in, Dolapdere’nin orta yerinde açılmasına ne kadar sevindiysem, Eskişehir’de Odunpazarı Modern Sanat Müzesi (OMM) açılmasına o kadar sevindim.
Arter’in mimarının İngiliz olmasına sevindiğim kadar, OMM’un mimarının Japon olmasına da sevindim.
Zira, bizim mimarların modern ve kültürelden anladığı en fazla Atatürk Kültür Merkezi’nin yeni binası.
AKLIMDA KALAN
1. Nezaketin önemi: En sevdiğim sözdür; Nezaket hiçten gelir ama her şeyi alır. Okul arkadaşım Ömer Faruk Sorak’ın Ankara’ya selam niyetine çektiği “Aşk Tesadüfleri Sever” filminin ikincisinin galasında, günlük Nesrin Cavadzade’nin, ömürlük Zuhal Olcay’ı iki saat beklettiğini okuyunca “Yeni nesilde neden her şey bir arada olmuyor? Yetenek varsa karakter zayıf, karakter varsa yetenek zayıf” dedim. “Çok ayıp” dedim. “Nesrin iyi oyuncuydu, erken şımarmış” dedim.
2.23 Nisan’ın 100’ü: 23 Nisan’ın 100’ü hepimizin coşkusuyla kutlansın. Resmi törenlere sıkıştırılmasın. Büyük güne kaldı 228 gün! Kimde ne hazırlık var? [email protected] @23nisanin100u #23nisanin100ü