BAŞKA TÜRLÜ DÜŞÜN, BAŞKA TÜRLÜ BAK

Öğrencilerimde en çok sıkıntı çektiğim şey, bedenlerinin genç, çözümlerinin yaşlı olmasındaki çelişki oluyor.

Test kuşağının temel sorunu, soyut düşünmede güçlük çekmeleri sanırım.

Daha sıra dışı düşünceler beklerken daha sıradan cümleler kuruyorlar. Onlara sürekli “Lütfen beni şaşırtın”, “uçabileceğiniz kadar uçun” demek zorunda kalıyorum.

Sıradan, ezber düşüncelerle ayakta kalması zor bir dünyadayız.

Pazar günü Milliyet’teki yazımın başlığı “Şimdi Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KTC) Zamanı”ydı. Aynı sayfada Özay Şendir’in haber başlığı ise “Yeni Dil: Kıbrıs Türk Devleti” idi.

Elbette ikisi aynı anlamı taşımıyor ancak “kuzey” ifadesinin çıkarılmasının zamanı geldi de geçiyor bile.

O sayfayı paylaşarak instagram okurlarım arasında bir anket yaptım ve sordum: Hangisi kullanılmalı, “Kıbrıs Türk Devleti” mi yoksa benim önerim olan “Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” mi?

Yüzde 94 “Cumhuriyet”i seçmiş. Tıpkı “Türkiye Cumhuriyeti” gibi, devletin adı “Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” olmalı.

Bu konu sadece isim değiştirme olarak görülemez, görülmemeli. Zira “adlandırma”, düşünme çerçevesi sunar.

“Kuzey” vurgusuyla, “güney”a gönderme yapmak gereksizdi, fazlaydı. KTC, kendi başına bir varlık ve devlet olarak özgüvenini ortaya koyacak muhteşem bir ülke olarak yürüyüşüne devam edebilir.

Türkiye’nin siyaset dili, vizyonu, önerileri ve iletişimi farklılaşmalıdır.

Zira, dijitalleşmiş dünyada merkez ortadan kayboldu. Her ülke merkeze yerleşebilir.

Her düzeyde, bireysel, küresel, kişisel, ülkesel düzeylerde başka türlü düşünmenin, başka türlü bakmanın sonuca daha fazla etkisi olmaktadır.

Başarmak isteyen herkes için slogan aslında şu: Ezberleri boz, konfordan vazgeç, sıra dışına çık.

 

“DİJİTAL KAOS”

Geçen hafta Microsoft kaynaklı “bilgi sistemleri kesintisi” nedeniyle yaşanan kaosa “dijital kaos” dediler.

Oysa dijital kaos değildi, olsa olsa “ön gösterim”iydi. Dijital kaos, küresel tüm sistemlerin çökmesiyle yaşanacak ve öyle saatler içerisinde çözülebilir olmayacak.

Bu bir gerçek.

Dijital kaosun ön gösteriminde, uçuşlar iptal oldu, hızlı tren sistemleri durdu. Bankacılık işlemleri yapılamadı, sağlık sistemi ve eczaneler çalışamadı.

Bu köşenin okurları sanırım son beş yıldır, ki ondan öncesi de var, dünyanın gittikçe daha fazla kaos yumağına döneceğini, ülkelerin hazırlıklı olması gerektiğini okudular, okudular.

Siz herkesin her şeyi biliyormuş gibi konuşmasına bakmayın, bu büyük bir yanılsama. Bilgi en pahalı şey ve ona sahip olanlar dünyaya egemen olacaklar. İnsanlara güya bilgi diye sunulanlar aslında bilgi çöpü.

Uydularla, telefonlarla, bilgisayarlarla “gizli” diye bir şey kalmadı. Julian Assange’ın “günah keçisi” olarak gözlere sokulması, geri plandaki gerçekleri gizlemeye yaradı.

“Bulut sistemi”ni öve öve bitiremediler ve tüm dünyanın verileri o sistem aracılığıyla birkaç merkezde toplandı.

Ve fakat kimse de, “kontrolü bizde olmayan merkeze neden verilerimizi yüklüyoruz” sorgulamasını yapmadı, çünkü aynı sistem tarafından zihinler çoktan ele geçirilmişti.

Türkiye’yi yönetenlerin, tıpkı “milli savunma” hamlelerine benzer biçimde “bilişim sistemleri” atağını yapması, kontrolü kendi elimizde olmayan hiçbir sisteme dahil olmamanın yollarını bulması gerekiyor.

Tehlike kapıda değil, ensemizde.

 

KAHKAHALI KADINLAR

Gülen kadınları severim. Hep etrafımda olsunlar isterim. Kendim o kadar gülen biri olmadığımdan olsa gerek, gülücüklü kadınlarla oturup kalkmak, mümkünse her fırsatta görüşmek isterim.

Ve fakat, vara yoğa gülen kadınlardan hoşlanmam. Vara yoğa gülen kimseden, kimse hoşlanmaz.

Mahalle yanıyor, deli saçını tarıyor derler.

Mahalle, “küresel köy” metaforundan hareketle dünyanın kendisiyken, dünya yanarken süper gücün Başkanının kahkahalar atmasını kim ister?

Kamala Harris öyle biri.

Gülüşü belki bir protesto, bir isyan dili olarak yerleşmiştir orasını bilemeyiz ama, ABD’nin de, dünya ülkelerinin de çok ciddi sorunları varken kahkahalar saçan biri, olsa olsa sinirleri bozar.

 

ANLAMADIĞIM İŞLER

Bir, Milli Eğitim Komisyonundan geçen “Öğretmenlik Meslek Yasası” teklifinin duyumlarıma göre ertelenmesi söz konusu.

Çünkü yasaya çok fazla tepki var. Ve bu tepkilerin çoğunluğu da öğretmenlerden geliyor.

Benim anlamadığım ise, yasada yer alan ve eğitim fakültelerini “hiç”leştiren “Milli Eğitim akademisi” için ne eğitim fakültesi öğretim üyelerinden, ne öğrencilerinden, ne üniversite rektörlerinden, ne de YÖK’ten bir tek ama bir tek itirazın gelmiyor olması.

Tuhaf. Çok tuhaf.

İki, İstanbul’un orta yerinde Ortaçağ barbarlığı yaşanıyor. Taksiler müşteri seçiyor. Taksimetreleri yok sayıp pazarlık yapıyor. Güzergâh seçiyorlar.

Ücra, gözden uzak gariban bir beldede değil, dünya başkenti iddiası olan bir yerde, sarı mafyalar dolu!

Büyükşehir Belediyesi seyrediyor, Ulaştırma Bakanlığı umursamıyor, Emniyet Genel Müdürlüğü gereğini yapmıyor.

Hepsi değil ama bir kısım taksici eşkiyalaşmış, yolcuyu haraca bağlamış olduğu halde kimsenin hiç bir şey yapmıyor olmasını anlamıyorum!

Üç, Ankara’da kuru temizleme dükkânı olan İlhami Altun, meslek odasının belirlediği ücretin altında hizmet verdiği için hem Oda’nın hem de diğer kuru temizlemecilerin baskısına uğruyor.

Haberlerde dükkânın adresi yok, olsa herkes oraya gidecek. Ben de gidip alnından öpeceğim.

İlhami Bey diyor ki, “Serbest piyasa ekonomisi değil mi, istediğim fiyata işimi yapabilirim.”

Haklı mı haklı. Ve fakat fahiş fiyatla insanları kazıklayan esnafın sırtını tıpışlayan siyasetçilerimizin İlhami Altun’a sahip çıkmaması anlayabileceğim bir şey değil.

 

YAVAŞÇA YERE BIRAKIN

Cep telefonlarına “cep” yakıştırması yapmamızın nedeni başlangıçta cebimizde durmasıydı.

Şimdi hiç cebimizde durmuyor, hep elimizde. Acaba artık “el telefonu” mu desek?

Sürekli ulaşabilir ve ulaşılabilir olma üzerine yeterince düşünmüyoruz.

Sürekli internette dolaşıyor olmanın zararlarını sorgulamıyoruz.

Sürekli telefon elde, sosyal medyada röntgencilik yapmamızın sağlıksızlığının farkında değiliz.

Çünkü o telefonlar tarafından uyuşturulmuş durumdayız. Yeni tür uyuşturucunun bağımlısı olduk.

Telefonsuz eksiklik hissetmek, “ya aranır da bulunamazsam” histerisine kapılmak, yanı başımızda durana selam vermeyip, telefon aracılığıyla sosyal medyada ona buna beğeni yapıştırmak, aynı odada oturup, herkesin kendi telefonuna gömülmesi normal değil.

Biriyle konuşurken sürekli masada duran telefonu kontrol etmek, insan ilişkilerini çürütüyor. Bu tür akıl dışı davranışlar, bir tür uyuşturucu etkisi değilse nedir?

Öyleyse ne yapıyoruz? Telefonu elimizden yavaşça yere bırakıyoruz. Ne kadar yapabileceğimiz, ne kadar uyuşturucu bağımlısı olduğumuzla yüzleşmemizi de sağlayacak.

Korkunç bir gerçek. Ve biz bunu normalleştirdik!

 

AKLIMDA KALAN

Kıbrıs gazilerinin KKTC’ye gönderilme yöntemleri: Haberi okuyunca sinirim bozuldu, aklıma geldikçe de bozulmaya devam ediyor. En genci 70 yaşında olan 90 Kıbrıs gazimizi Kıbrıs’a götürdüler. Onların dili yok ki çektikleri sıkıntıları anlatabilsinler. Bu ülkede çocuklar, engelliler ve yaşlılar dezavantajlı gruplar. Omuzlarımızda taşımamız, bağrımıza basmamız gereken o muhteşem gazileri otobüslere doldurup en az 6 saat süren yolculukla önce Mersin’e, oradan da gemiyle Kıbrıs’a götürdüler. Halbuki uçakla bir saatte varabilirlerdi. Bu duyarsızlık bizi öldürüyor. “Voleybolcu kızlarımız neden ekonomi uçtu da birinci sınıf uçmadı” diye kıyamet koparan grupların, bu acıklı olaya hiç tepki vermemesindeki popülist vicdan, popülist duyarlılık da bizi öldürüyor.

 

Diğer Yazıları