Batı’dan Doğu’ya Abdülhamid Efsaneleri

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

Aleyhinde olmak üzere Abdülhamid’in şahsi ve idari hususiyetleri için bir kısım ad ve sıfatlar kullanmak, yalan haber icat etmek, icat edilen yalan haber ve nitelemeleri yaymak ve propagandasını yapmak konusunda önemli bir rol üstlenen kesimlerden birisi de Jön Türkler olmuştur.

Ancak hemen belirtmeliyiz ki Jön Türklerin olumsuz Abdülhamid imajına katkıları özgün olmaktan ziyade Batı’dan yaptıkları alıntılardan ibarettir. Bu noktada Batı’yı, Batı’daki söylemleri, iddia ve ithamları aynıyla tekrar etmişler ne bir kelime eksik ne de fazlasını söylemişlerdir.

Yeni bir kurguya dayanmayan yahut hiçbir orijinalliği bulunmayan ancak kendilerine ait fikir ve tespitler imişcesine dillendirilmiş olan Jön Türk ithamları dönemin bir kısım basın organları tarafından da neşredilerek desteklenmiştir. Örneğin Beberuhi, Abdülhamid aleyhinde olumsuz algı oluşturmak için Jön Türkler tarafından çıkarılan en belirgin siyasi mizah gazetesi olmuştur. 

Jön Türklere göre Abdülhamid, Yıldız Sarayı’ndaki çetenin bizatihi reisiydi. O, payitahtı dahi düşmana teslim etmeye karar kılmış bir şahsiyetti. Dolayısıyla da durumdan endişeye düşülmüş ve:

Bu gidişle eğer Osmanlı, uğursuz elinden hayırlusıyla kurtarılamazsa umûmen ecnebîye geçub devlet ve hilâfetin tarihte bir hatıra makamına geçeceği şubesizdir

denilebilmiştir.

Önde gelen bir Jön Türk olan ve 1908 sonrasında meclis başkanlığı da yapmış bulunan Ahmed Rıza’ya göre gençlerin edebini, terbiyesini ifsat etme hususunda Abdülhamid’in millete yaptığı kötülük, onun işlemiş olduğu sair mezalimlerinin hiçbiriyle kıyas kabul etmeyecek derecede vahimdi. Çocuğa öz babası, uşağa efendisi aleyhinde hafiyelik yaptırmak suretiyle toplumun ahlâkını bozan Abdülhamid değil miydi! O her şeyi bilerek ve isteyerek yapmakta ve milleti mahvetmekteydi.

Mizancı Murad, denizde boğdurma ithamını ciddi olarak dillendirmiş ve Abdülhamid’i işaretle:

Cellat kurbanlarını bulmak üzere Haliç ve Marmara diplerine müracaat itmek kâfidir

diyebilmiştir.

İyi bir Abdülhamid muhalifi olan ve Meşveret’te yazılar kaleme alan Abdullah Cevdet’e göre ise Abdülhamid:

Meşveret taraftarlarını denize atmayı ya da idama mahkûm etmeyi bir içim su gibi

görebilmiştir.

Jön Türkler, denizde boğdurma iddia ve ithamlarını dönemin bazı Avrupalı gazetecileri ile birlikte, hiçbir ispat ve delil olmadan, hep birlikte, Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonrasını da kapsamak üzere, uzunca bir süre dillendirebilmişlerdir.

Leskovikli Mehmed Rauf, Sarayburnu’ndan denize atılma olayını:

bir müddetten beri işitmekte oldukları bir rivayet şeklinde

dillendirmişken Hüseyin Cemal ise, hatıratında yer verdiği bu konuyu, kaynağını hiçbir surette belirtmeden alıntı yaparak:

Bir Fransız vapurunun limandan demir alırken zincirine insan cesetlerinin takıldığını

ifade edebilme cesareti gösterebilmiştir.

Güzergâhı Konya üzerinden Bağdat'a uzanacak olan Bağdat hattın imtiyazı Anadolu Demiryolu Kumpanyası’na verilince, hattın ihalesi dahi Avrupa devletleri arasında kıran kırana bir mücadeleye sebebiyet vermişken, hariçte olduğu gibi dâhilde de bu projeye karşı çıkanlar söz konusu olmuştur. Jön Türkler ise dahildeki muhalefet grubunun, pek tabi ki, en başında gelenleri olmuştur.

Şair Eşref;

Hicaz’a kim demişti derme çatma bir çürük yol yap

Ne anlar işleyen b...re askerler bu hizmetten

Bu hattı alet-i cer eyledin sende utanmak yok

Belanın pek çoğu geldi bu yolda Şam’lı İzzet’ten

Meramın yol mu yapmak yoksa öldürmek mi huccacı

Trenler şimdiden yoldan çıkar fart-ı metanetten

diyerek Hicaz demiryolu ve Abdülhamid’in bu hizmetini yerden yere vurmuş, Jön Türklerden bir kısmı da, Cenevre’de çıkardıkları Osmanlı gazetesi vasıtasıyla, imparatorluğu haraç mezat sattığı yolunda Abdülhamid'in aleyhinde yazılar neşretmekten geri durmamışlardır.

Bu anlamda ilgili gazetede çıkan bir yazıda:

Sultanın imtiyaz haline getirip vermediği bir tek hava kaldı; er geç onu da satacak ve halk havasız kalıp boğulacak…

denilmek suretiyle icraatlarından ötürü Abdülhamid ağır bir surette tenkit edilmiştir.

Jön Türklere göre Abdülhamid idaresi kötüydü; Abdülhamid ve bendeganı yönetim nedir bilmemekteydi, daha önemlisi ise ülkenin her bir unsuru her yönüyle peşkeş çekilmekteydi. Dolayısıyla da bu kötü yönetime, kıymet ve değer bilmez bu idareye biran evvel son verilmeliydi...

Yukarıda ifade edilenler ve ifade edilemeyen daha nice işler Jön Türklere göre bütünüyle mezâlim-i Hamidiye’nin yahut Ebu’s-Süreyya Sami’nin tanımlaması ile Ahd-i Siyah’ın kanlı suretteki uygulamalarından başka bir şey değildi.

 Jön Türk gazeteleri, bilhassa Cenevre merkezli olanlar, mevcutlarına ilaveten, Abdülhamid’e bir dizi olumsuz yeni ad ve sıfatlar isnat etmişlerdir.

Mizan gibi Jön Türk hareketini destekleyen gazeteler sayfa ve sütunlarında Abdülhamid’i; uğursuz, pinti Hamid, katil-i ekber, cani-i a’zam türünden en ağır menfi sıfatlarla lekelemeye yeltenmişlerdir. Jön Türklerin özellikle Avrupa’ya kaçmış olanları tarafından Abdülhamid; despot olmak, müstebit davranmak, zalim, kan dökücü ve hürriyet hırsızı olmakla suçlanmıştır. Dolayısıyla da Kızıl Sultan, Modern Neron, Ortaçağ zorbası ve Kanlı Müstebit  nitelemeleri Jön Türk mensupları tarafından Abdülhamid’e verilen bazı ad ve sıfatlar olmuştur. Ancak bir kez daha belirtelim ki bu sıfatların hiçbirisinin telif hakkı Jön Türklere ait değildir.

Jön Türklerin Abdülhamid aleyhtarlığı ve onu menfi surette tanıtıp kötü biri olduğu şeklindeki algı oluşturma çabası onun hal’ edilmesi sonrasında da devam ettirilmiştir.

Bu anlamda İttihat ve Terakki Cemiyeti, bir taraftan taraftarlarına mesaj verirken diğer taraftan da Batı’nın siyasi desteğini almak ve dolayısıyla da Abdülhamid’in tekrar iktidara gelme ihtimalini ortadan kaldırmak maksadıyla kendisi ile ilgili menfi bir imaj oluşturma çabası içerisine girmiştir. Bu vesile ile bir dizi isim tarafından bir dizi kitap kaleme alınmış, gerçekle hiçbir alakası bulunmayan bir dizi hadise vuku bulmuş birer hakikatmiş gibi anlatılmıştır.

William Gladstone, Kardinal Newman, Lord James Bryce, Arnold Toynbee ve Henry Morgenthau kadar olamasalar yahut Edwin Pears, Joan Haslip ya da Hicaz demiryolu için ters yönde bir hareket, yani özgürlük ve moderniteden uzaklaşma tanımlamasında bulunan Bernard Lewis ya da etrafındaki dini müşavirlerin gelenekçiliği ve gericiliği temsil eden kimeler olduğunu ve Abdülhamid'in saltanatının Türkiye için uzun bir tepki ve tecrit döneminden ibaret bulunduğunu ifade etmiş olan Niyazi Berkes veya, Dorys Georges (Alexandre Adonossi) kadar etkili eserler kaleme alamamış olsalar da, Abdülhamid-i Sani ve Devr-i Saltanatı adlı eseri ile Osman Nuri, Ebu’s-Süreyya Sami, Ahmed Saib gibi bir hayli isim, İttihat ve Terakki idaresine yaranmak üzere Abdülhamid ve Hamidiye İdaresi’ne dil uzatabilmişlerdir.

Türkiye’de Abdülhamid aleyhinde olumsuz surette ön kabullerin oluşması ve bu kabullerin yıllar boyu devam etmesine aracılık etmiş bulunan öncü isimlerden birisi hiç şüphesiz ki Süleyman Kani İrtem olmuştur. Ancak İrtem, gerek kaleme aldığı kitaplarında gerekse Akşam gazetesi gibi mevkutelerde Abdülhamid ve idaresi aleyhinde yabancı basın ile aynı çizgide hareket etmiş bir isimdir. Zira eserlerinin muhtevası, hemen hemen bütünüyle, Batı’da Abdülhamid aleyhinde yazılıp çizilenlerin oldukça kötü bir suretteki kopyasından başka bir şey değildir.

Bu anlamda o, Abdülhamid’in Osmanlı ülkesindeki sağlık kurumlarını geliştirmesini hariçten gelen bir mikrobun onun ölümüne sebebiyet vereceği yolunda yabancı basında çıkan hikâyeleri, sanki gerçekmiş gibi, ayniyle nakletmiştir. İrtem, Abdülhamid’in sağlık konusundaki hassasiyet ve hizmetlerini, müptelası olduğu falcıların sözlerinin zihninde oluşturduğu etki çerçevesine değerlendirmiştir.

İrtem, Akşam gazetesinde, Saray ve Babıali’nin İçyüzü ana başlığı altında kaleme aldığı Abdülhamid aleyhtarı tefrikasında ve hususiyle de Abdülhamit termometre koymaktan niçin çekinirdi? (tefrika no 199) başlıklı yazısında, yabancı basında çıkan iddia ve suçlamaları aratmayan bir surette, şu şekilde ifade etmiştir:

Şehzadeliğinde bir falcı kıpti karısının hariçten gelecek bir hastalığa tutulacağını ihbar etmesi dimağında yer etmiş idi. Payitahtta vebaya ve koleraya karşı tıbbî tedbirler ittihazında, bakteriyolojihane tesisi yolunda gayret ve himmetler sarfında şahsî endişelerin de tesiri olduğuna şüphe edilemez.

Rıdvan Paşanın şehreminliği esnasında İstanbul’da çıktığı söylenilen ve irtikâba vesiledir diye halk arasında pek çok dedikoduyu intaç eden kolera hakkında tetkikat ve tertibat icrası için Avrupa’dan derhal Doktor Şantmesi getirtmesi böyle sâri hastalıklara verdiği ehemmiyetin derecesini gösterir.

İrtem’e göre Abdülhamid hariçten gelecek bir hastalık nedeni ile ölmekten kurtulmak amacı ile sadece sağlık teşkilatının gelişmesine hizmet etmemişti, bilakis kendince önlemler de almıştı ve bu önlemlerin en dikkat çekenlerinden birisi ise kendisine takdim edilecek olan resmi evrakların dezenfekte edilmesini istemiş olmasıydı.

O bu hususa dair söz konusu tefrikasında, yabancı basında konuya dair çıkanları taklit edercesine, aynen şu ifadelere yer vermiştir:

İstanbul’da sari bir hastalık zuhurunda padişaha takdim olunacak evrak evvelâ bir ütü makinesinden geçer, dezenfekte edilirdi. Makinenin harareti ile evrak zarfları üstündeki kırmızı mumlar erir, ekseriya kâğıtları lekelerdi. Mabeyin kâtipleri hangi kâğıtların padişahın elinden geçtiğini bu lekelerden anlarlardı.

İrtem;

Zarfları üstündeki kırmızı mumlar erir, ekseriya kâğıtları lekelerdi

diye beyan buyurmuş! olsa da ne gariptir ki bugüne kadar bu tür evrakların tek bir örneğine dahi Osmanlı Arşivi’nde rastlanılmış değildir.

Jön Türklerin Abdülhamid aleyhtarlığına karşı Abdülhamid’i Jön Türkler ve Batı’ya karşı savunmak ne gariptir ki Bay Straus gibilere kalmıştır.

Straus, kendisine yöneltilen:

O takdirde, son Ermeni katliamlarını hiçbir şekilde kışkırtmadığını düşünüyor musunuz?

şeklindeki bir soruya:

Bomba atma ve bankalara saldırılar yeni uygulamalardır. Hınçakistler veya Ermeni Devrim Komitesi, o zamanlar da, şimdi olduğu gibi, halkları arasında vatanseverlik ruhunu uyandırmaya çalışıyordu. Sonunda bereketli bir ruh uyandırdılar. Önümüzdeki birkaç ay Ermenistan'ın özgürlüğüne fayda sağlayıp sağlamayacağını gösterir. Her şey büyük güçlerin duruşuna bağlıdır

tarzında cevap vermiştir.

İsmail Hami Danişment de Jön Türkleri hedef alarak diyordu ki:

Fransız müverrihlerinden Albert Vandal'ın ortaya attığı Le Sultan Rouge = Kızıl Sultan... Hıristiyanlık taassubu ile Anadolu'nun yarısını Ermenistan görmek isteyen bir takım Türk düşmanlarının bu gibi herzeler ve hatta küfürler savurmaları pek tabiidir: Fakat Ermeni komitecisine karşı Türk'ün hakkını koruduğu için mutaassıp Fransız'ın ortaya attığı Le Sultan Rouge lakabını Türkçeye tercüme edip de Sultan Hamid'e Kızıl Sultan diyen Jön Türklerin ve onları takip edenlerin yüz kızartıcı gaflet ve cehaletlerine ne denilebilir?

Diğer Yazıları