Batsın Sizin Kurunuz...
Aslında Cumhurbaşkanımız meseleye noktayı koydu. Gerçekten kur üzerinden yürütülen bütün “yaygaraya” verilecek en kestirme cevabı vermiş oldu. Bu elbette yaşanılan finansal gelişmeleri önemsemediği anlamına gelmiyor ancak kurdaki dalgalanmanın sürekli gündemin ilk maddesi yapılıp diğer onlarca gelişmenin bunun gölgesinde bırakılmasına bir dur denmesi gerektiğini düşündüğü için bunu en üst perdeden dile getirmiş oluyor. Biz de bu serzenişe sonuna kadar katılıyoruz. İşte bu yüzden döviz kurları konusunda yine birkaç kelam etmek kaçınılmaz oldu.
Döviz kurlarına ilişkin uygulanan rejimler en basit hali ile iki yönteme ayrılır; sabit kur rejimi ve dalgalı kur rejimi. Sabit kur rejimi merkez bankası tarafından, ülke parasının değerinin seçili rezerv para (örneğin dolar) karşısında belli bir süre için veya süresiz olarak sabitlendiği ve merkez bankasının bu belirlenen değer üzerinden gelecek tüm talepleri veya satışları karşılayacağını garanti ettiği rejimdir. Bu rejimim en önemli avantajı döviz tarafındaki belirsizliği ortadan kaldırması ve özellikle ticarete açık mallarda enflasyonun dış alem enflasyonu ile eşitlenmesini sağlamasıdır. Sabit kur rejiminin uygulama anlamında bazı alt ayırımları olduğunu da belirtelim ancak o ayrıntıya burada girmeyelim. Bu yöntemdeki en önemli risk özellikle yurt içi enflasyonun dolar enflasyonunu sürekli, yüksek oranlarda aştığı durumda merkez bankasının gelecek döviz taleplerini karşılamada zorlanma ihtimalidir. Şayet merkez bankası yeteri rezerve sahip değilse ve finans piyasası oyuncuları bunu gözlemlerse döviz taleplerini daha da arttırıp merkez bankasını daha yüksek yeni bir kur seviyesini belirlemeye veya sabit kurdan vaz geçmeye zorlayabilirler. Tabii ki başka bir çok nedeni de vardı ancak ülkemizin 2001 krizinde yaşadığı buna benzer bir durum idi. Elbette fazlası ile hata yapıldı ancak sistemi tamamen felç eden “fırsatçılar”ın manüplasyonları oldu. Sonuçta TCMB döviz kurlarını dalgalanmaya bırakmak zorunda kaldı. Dalgalı kur rejimi merkez bankasının sadece takipçi olduğu, kurların tamamen döviz arz ve talebine bağlı olarak piyasa koşullarına göre belirlendiği bir yöntemi içerir. Dalgalı kurda merkez bankası sadece döviz piyasalarını takip eder ve piyasalar kapandıktan sonra gerçekleşen oranları ilan eder. Bu tabii ki kur rejimine dair ideal durumdur. Bununla birlikte dalgalı kur rejiminin de bir çok farklı uygulamaları vardır. En çok rastlanılan alt yöntem “dirty floating”dir (kirli dalgalanma). Bu yöntemde merkez bankası her ne kadar kuru piyasaya bıraksa da kendisi açık veya örtülü müdahaleler yolu ile kuru kendi istediği seviyelerde tutmaya çalışır. Zira hiçbir yönetim kurların istemedikleri ve tercih ettikleri iktisat politikalarına aykırı olabilecek seviyelere gelmesine izin vermez. Türkiye 2001 sonrası dalgalı kur rejimine geçmiştir ancak bazen açık bazen de örtülü müdahaleler hep yaşanmıştır. Bu açıdan bizim uyguladığımız kur rejimine yönetilen dalgalı kur rejimi demek daha uygundur.
TCMB’nin tüm merkez bankalarında olduğu gibi asıl sorumluluğu fiyat istikrarını sağlamaktır. Bununla beraber bu amacına ters olamamak kaydı ile büyüme ve istihdamı da gözetmekle yükümlüdür. FED bu açıdan diğer bir çok merkez bankasından ayrılır. Zira FED ikili sorumluluğa sahiptir; fiyat istikrarı ve istihdam. Bunlardan bir diğerinde daha önemli değildir.
Bizim kanunumuz 2001 krizi sonrası bir ölçüde daha önce yapılan hataların tekrarını engellemek için daha katı yazılmış ve fiyat istikrarını tek amaç olarak kabul etmiştir. Merkez Bankası döviz kurları da dahil olmak üzere bir çok değişkene fiyat istikrarı amacını gerçekleştirme yönünde müdahale edebilir. Bu elbette elindeki bazı araçları, ki en önemlisi politika faizini belirlemektir, kullanma yolu ile gerçekleşir. Enflasyonla mücadelede faizlerin rolüne bu yazıda girmeyeceğiz. Asıl üzerinde durduğumuz döviz kurlarının nasıl belirlendiği ve bunun fiyat istikrarı ile ilişkisi.
Türkiye gibi başta enerji olmak üzere bazı kritik hammadde ve ara mallarında dış piyasalara bağımlı ülkelerde kurlarda bir değişimin fiyatlar genel seviyesine etkisi kaçınılmaz olarak diğer ülkelerden daha yüksektir. Kur hareketlerinin fiyatları etkilemesi sürecine “kur geçişkenliği” denir. Kur geçişkenliğinin hem hızı hem de şiddeti ülkelerin yapısal özelliklerine bağlıdır. Türkiye hem uzun yıllar süren dolarizasyonun (döviz ikamesi) hem de bazı sektörlerdeki dışa bağımlılığının neticesinde bu geçişkenliğin yüksek olduğu ülkeler arasındadır. Merkez Bankası kurlarda hızlı bir artış olduğunda bunun fiyatlar üzerindeki arttırıcı etkisini dikkate almak durumundadır. Zira özellikle enflasyon hedeflemesinde şayet kur artışı maliyet enflasyonu yaratarak hedefin tutmasına mani olacaksa Merkez Bankasım kurdaki bu artışı durdurmayı tercih edebilir. Yani kura müdahale enflasyon hedefine ulaşmak için yapılan (ya da yapılması gereken) bir işlemdir. Burada akla gelen bir soru; kur artışının fiyatları bir defalığına arttıracağı dolayısı ile süregiden bir enflasyona yol açıp açmayacağı olabilir. Gerçekten de maliyet artışlarından kaynaklanan enflasyon bu artış tekrarlanmadığı sürece kalıcı olmaz. Yani belli bir dönemde enflasyonu arttırıcı bir etki gözlenir ancak şok tekrarlanmadığı durumda bu etki sönümlenir. Bununla birlikte buradaki ayrıntı “beklentiler”de gizlidir. Kurlarda bir artış olduğunda bu, insanlarda yakın gelecekte bu artışın fiyatlara yansıyacağına dair bir beklenti oluşturur. Bu beklenti yine yakın geleceğe dair bugünden yapılan işlemlerde (örneğin her cinsten kontratların yenilenmesi vb) -şayet tüm taraflar aynı beklentiye sahipse- fiyatlara yansıtılır. Yani daha geçişkenlik gerçekleşmeden beklentiler üzerinden fiyatlara yansımış olur. Diğer yandan kurdaki artışın devam edeceğine dair bir beklenti ortaya çıkmış ve genele yayılmışsa bu durumda enflasyondaki artışın devam edeceği kanaati de yayılır. Bu baş edilmesi daha da zor bir sarmala sebep olabilir. Zira bir taraftan da enflasyondaki süregelen artış döviz kurlarını arttırıcı bir sonucu doğurabilir. Kısaca kurlardaki “anormal” hareket bir döviz kuru-enflasyon sarmalına yol açabilir. Tabii ki merkez bankaları böyle bir durumda döviz kurlarındaki artışı yavaşlatıcı tedbirlere baş vurabilirler. Örneğin faizleri arttırarak içeriye sermaye girişini hızlandırmak yöntemlerden biridir. Yalnız bu yöntemin başka bazı olumsuz sonuçları olacağı da açıktır. Kaldı ki şayet piyasadaki karar alıcılar bu tedbirin kurda kalıcı bir istikrar sağlayacağına inanmazlarsa bir süre sonra süreç ilk haline geri dönebilir. Burada merkez bankalarının yapabileceği bir diğer uygulama beklenti yönetimidir. Farklı kanallar kullanılarak, hükümetle de eşgüdüm içerisinde “güvenilir” mesajlar vererek sarmala yol açabilecek beklentileri etkilemek işe yarayabilir.
Özellikle enflasyonla mücadele süreçlerinde beklenti yönetimi neredeyse diğer araçlar kadar etkin olmuştur. Tabii ki merkez bankalarının doğrudan satış yapmak gibi farklı müdahale araçları da vardır. Merkez Bankalarından beklenilen elindeki tüm araçları en etkin biçimde kullanması ve ekonominin kur-enflasyon sarmalına girmesine izin vermemesidir.
Şimdilik burada keselim. Gelecek yazımızda bu bilgiler ışığında özellikle 2001 yılından sonra TCMB’nin nasıl politikalar izlediği ve bunların sonuçlarının neler olduğuna bakacağız.