Ben tüm bunları niye yazıyorum?...
Aidiyet duygusu çok kıymetli şey...
Ailene, yakınlarına hissedersin mesela. Seni sarıp sarmalar; en yalnız zamanlarında o müthiş sıcaklığı ve şefkatiyle kucaklarlar. Bir yerlerde senin varlığınla mutlu olduğunu bildiğin insanlar, sana da güç verirler.
Hayatın güzelliği, yaşama sebebidirler...
Yakın dostlar, arkadaşlar da böyledir çoğu zaman. Seni, sahip olduğun sıfatlardan, imkanlardan öte seven, sevebilenler...
Kötü gününde seninle üzülüp, mutlu anlarında seninle sevinebilenler...
Bazen çorak bir çöle döner hayatın bilirsin; işte böyle zamanlarda adeta bir vaha gibi gelirler. Sevgilerinde serinler, muhabbetleriyle demlenir, dinlenirsin...
Aynı fikri paylaştığın, aynı şeye inandığın, aynı takımın renklerine gönül verdiğin insanlar, seni o ürkütücü yalnızlık duygusundan alıkoyar, korurlar...
Hep imrenerek baktım insanı kuşatan bu huzurlu, güvenli kalabalıklara...
Hayır, eksiğini hissetmedim hiç birinin çok şükür. Varlıklarını, kattıklarını, verdiklerini inkar edemem...
Ama içimde nedenini kırk yıldır çözemediğim bir tuhaf sürüden ayrı, rüzgara karşı anarşist koyun olma halet-i ruhiyesi de hep geldi peşimden...
Ben benmişim ama aynı zamanda da hiç tanışmamışız gibi sürekli beni takip eden bir yalnızlık, yabancılık...
En sevdiklerime, en yakınlarıma ve hatta kimi zaman doğrudan kendime...
Kim bu beni seven, sahiplenen dedirten; aynadan bakan bu surat da kim diye düşündüren...
Evlerden uzak bir ikilem; mazallah kimselere tavsiye etmem...
Ama kim bilir belki de bu yüzden bu kadar çok şey yazıp, paylaşmam...
Belki de bu nedenledir her fırsatta içimi döküp, uzun uzun anlatmam...
Sahi, anlıyor musunuz?...