“Beni Onlara Verme” bir yönüyle epeyce kişisel bir hesaplaşma
Tarık Tufan özel bir kalem, samimi ve cesur yazılarıyla geniş bir okur kitlesine sahip. Profil Kitap bu ay en iyi öykülerinin bir araya geldiği, kısa sürede ikinci baskıya kavuşan bir kitaba imza attı. Beni Onlara Verme! Yazarla yeni kitabını, semt hikayelerini konuştuk.
Sayım Çınar / [email protected]
- Beni Onlara Verme, yıllar içinde bir araya gelmiş öykülerinizi toplamı niteliğinde. Fikir nasıl doğdu?
Ot dergisi için yazmam teklif edildiğinde oturup neler yazabileceğim üzerine kafa yormaya başladım. Sonra kendi semtimden yola çıkarak, aynı semtin öykülerini, o semtte yaşayan karakterlerin öykülerini yazmak fikri ortaya çıktı. Baştan itibaren bu öykülerin bir kitap olarak bir araya getirileceğini düşünerek yazdım. Her ay yazdıkça o dünyanın derinleşmeye başladığını hissettim. Bir öyküde anlattığım karakter başka bir öyküde de konuya dahil oldu. Öyküler böylece ortak bir atmosferin içinde yaşanmaya başladı ve gitgide okur için de tanıdık bir dünya duygusu gelişti. Yayınlanan öykülerin yanında yenilerini yazıp daha bütünlüklü bir dünya haline getirmeye çalıştım.
* “YERSİZ, YURTSUZ, HUZURSUZ BİR RUHUM VAR BENİM.”
- Öykülerde ortak bir mahalle duygusu var, böyle bir mahalle gerçekten var mı, çocukluğunuzdan ilk gençlik zamanlarınızdan ne ölçüde iz var öykülerde ve bu mahallede?
Çocukluğum ve ilk gençliğim Unkapanı ile Balat arasında Haydar semtinde geçti. Öykülerde anlatılan hikayelerin mekanı bu bölgeler. Kuşkusuz bazı olaylar ve karakterler gerçek. İsimleriyle ve kurgusuyla oynayarak yazdım tabii. Öykülerde epeyce kurgusal anlatılar da var. Çok kendime dönük. Bir süre sonra zihnimdeki gerçeklik duygusu zayıflamaya başladı. Ne kadarı gerçek ne kadarı kurgu zamanla ben de ayırt edemez hale geldim. Yersiz, yurtsuz, huzursuz bir ruhum var benim. Bir semti, o semtin mahallelerini, insanlarını anlatarak bir yurt edinme çabası diyebiliriz.
- Öykülerde eski güzellik kraliçeleri de var, aşkından ince hastalığa tutulup tükenenler de, hayırsız evlatlar da. Gerçek karakterler mi bunlar, ya da ne ölçüde kurgu?
Kitabın girişinde bu durumu anlatmaya çalıştım. Hayatımı her yanından kuşatan gerçekliğin kalın ve aşılmaz duvarlarını güçsüz ellerimle yıkamayacağımı daha ilk gençlik zamanlarımda fark etmiştim. İçinde yaşamaya mecbur olduğum koşulardan mütevellit hayat bir çeşit nefes darlığı, iç sıkıntısı duygusu yaratıyordu. Bu nefes darlığından, bu iç sıkıntısından kurtulabilmek için kendi kendime hikâyeler anlatmaya başladım. Gerçekliği bozarak, ruhumu ayakta tutmaya çalışıyordum. Bu durumla başka türlü yüzleşmeyi göze alacak kadar cesur bir adam olmak isterdim. Ama bu cesareti bulamayınca yazmak, anlatmak bir nebze olsun merhem oldu. Mahallemizi, insanları, yaşadıklarımı bu kez hayallerimi katarak anlattım. Beni yaralayan ne varsa, anlattıkça, yazdıkça anlam ve duygu değişikliğine uğruyordu. Nefes darlığı ve iç sıkıntısı yaratan bir gerçeklik, bu sayede tahammül edilebilir bir hâle dönüşüyordu. “Beni Onlara Verme” bir yönüyle epeyce kişisel bir hesaplaşma sayılabilir. Ama hepsini inkar da edebilirim. Bunların hepsi sıradan hikayeler işte.
- Türk edebiyatında eleştiri kurumu ne ölçüde var?
Güçlü bir eleştiri dilinin, yaklaşımının olması edebiyatımızın gelişmesinin öncüllerinden biridir. Eleştiri yazar için hayat suyu kadar elzem. Doğru, derin, sahih ölçütler üzerinden kurulmuş bir edebiyat eleştirisi dilimizi, üslubumuzu, edebiyat tasavvurumuzu hızla geliştirebilir. Özellikle iyi edebiyatçıların diğer edebiyat eserleri üzerine yaptıkları eleştiriler oldukça besleyici, öğretici, yüreklendirici olur. Rus edebiyatının gücü biraz da eleştiri mekanizmasının gücüdür. Türkiye’de de buna çok çok ihtiyaç duyduğumuzu söylemeliyim.
- Sinemanın öykücülüğüne katkısı ne ölçüde oldu?
Sinemayla ilgilenmeye başladığım andan itibaren karakterleri, olayları daha görsel düşünmeye başladığımı söyleyebilirim. Aslında başlangıçta bunu çok fark etmemiştim. “Şanzelize Düğün Salonu” romanından sonra gelen geri dönüşlerde bu etkinin epeyce belirgin olmaya başladığını gördüm. Durumları bir film sahnesi yazar gibi yazıyorum bazen. Elimde değil aslında. Görerek yazmaya başlıyorsun. İyi mi kötü mü emin değilim.
- Hızlı hayatlar içinde kimsenin birbirine vakti yok. Bu ortamda bir hayat anlatmak, öykü kaleme almak riskli bir karar mıdır?
Aslında tam da bu sebepten yazıp anlatıyorum. Bu kadar hızla tüketilen hayatın içinde durup yeniden okumaya imkan sağlayacak bir alan edebiyat. Elinde bir kitap tutmak, bir cümleyi tekrar tekrar okumak, geri dönüp bir hikayeyi yeniden okumak hayatın insan ruhunu aşındıran hızına karşı bir korunma biçimi. İyi edebiyat bizi bu anlamda daha korunaklı, daha insani bir mekana çağırıyor. Zaman algısını yeniden belirliyor ve böylece yeni bir tahayyül fırsatı bulabiliyoruz.
* “ÇOK SICAK GERİ DÖNÜŞLER ALIYORUM.”
- Okurlardan gelen tepkiler nasıl?
“Beni Onlara Verme”de anlatılan hikayeler ve karakterler birçok insan için oldukça tanıdık. Bir arkadaşımız hikayede geçen mekanlardan birini hatırlatıp “Ben de oradaydım” dedi mesela. Çünkü gerçek sokakları anlattım. Orada olması muhtemel. Hikayelerin neredeyse tamamının mutsuz bitmesinin sorun olabileceğini düşünmüştüm ama okur aslında buradaki hüznün, acının insanı ayakta tutan bir duygu olduğunu anladı. Bundan da çok memnunum. Çok sıcak geri dönüşler alıyorum.
* “TUHAF DERGİDE ÇOK İYİ EDEBİYATÇILAR VAR; MURAT UYURKULAK GİBİ, HAKAN GÜNDAY GİBİ, TAYFUN PİRSELİMOĞLU GİBİ OKUMAYI SEVDİĞİM İNSANLAR.”
- Popüler edebiyat dergileri çok tartışılıyor, bir yandan da çok seviliyor, çok okunuyor. En son Tuhaf dergisi yayın dünyasına merhaba dedi, sizin de bir yazınız var dergide. Nasıl görüyorsunuz bu dergileri?
Bu dergileri edebiyat dergileriyle kıyas etmezsek bir sorun yok. Bu dergilerin ortaya koyduğu dili ve üslubu edebiyatın ana damarı gibi görmezsek sorun yok. Bunlar nihayetinde popüler bir dilin taşıyıcıları ve ben açıkçası bu dilin bütün çağrışımlarını çok severim. Öte yandan buralarda iyi edebiyat metinleri de yayınlanıyor. Okurken epeyce zevk aldığım yazarlar ve metinler var. Tuhaf’ta da bunun dengesini kurmaya çalışıyoruz. Çok iyi edebiyatçılar var; Murat Uyurkulak gibi, Hakan Günday gibi, Tayfun Pirselimoğlu gibi okumayı sevdiğim insanlar. Popüler kültürün güçlü figürleri de var. Okurda da ilk sayıdan itibaren iyi bir karşılık buldu. Bundan da çok memnunuz.
- İmza günleriniz başlıyor. Okurlarla buluşmak nasıl bir duygu?
Beni Onlara Verme basıldıktan sonra ilk imzalar olacak. İzmir ve Gaziantep fuarlarına gideceğim kısmet olursa. Erzurum’a gitmek istiyorum. Oradan epeyce davet oldu. Okurla buluşmak, yüz yüze gelmek her zaman için güzel bir duygu. Yazdığın bir cümlenin bir insanın dünyasında karşılık bulması ve buna şahit olmak kadar güzel ne olabilir? Muhteşem bir şey.
* “SIRADA ROMAN VAR.”
- Sırada ne var, öykü mü roman mı?
Sırada bir roman var. Henüz çok başındayım. İki ana karakter üzerinden akan bir hikaye olacak. Ama nereye gidebileceğini henüz ben de bilmiyorum. Karakterleri yazdıkça hikayenin de açılacağını umuyorum.
- Yurtdışında ne ölçüde ilgi görüyor kitaplarınız? Çeviri hakları ne durumda?
Yeni yeni bu konuda gelişmeler var. Boşnakça, Bulgarca, Arnavutca, Azerice gibi dillere çevrildi. Bu konuda Kalem Ajans ve sevgili Nermin Mollaoğlu’nun hepimize büyük katkıları var. Gerçekten Türkçe edebiyatın yurtdışındaki serüvenini Nermin üzerinden anlatsak yeri var. Çok gayretli ve ilgili. Yazarlarla da çok besleyici, motive edici bir ilişki biçimi kuruyor.