Benim falla işim olmaz
“Erdoğan seçimi kazanabilir mi? O da gelecek haftanın konusu olsun” dedim ya.
Sanki seçim sonucu benden sorulurmuş gibi, gelecekten haber veren Nostradamus’muşum gibi soran sorana.
Akademisyen aklın reddettiği yollardan cümle kurmaz, ancak akademisi çürümüşse olur o.
Biz bilgiyi referans alırız, oradan çıkarımda bulunuruz.
Kalbimizle aklımız ayrı düşerse, aklımızın ardından gideriz.
Ortalık kamuoyu araştırması kaynıyor.
Ben bilgilerimi dökeyim, siz zaten kazanacak olanı söylersiniz, zor olmaz bu.
Erdoğan yönetiminin olumsuz yanları;
Bir, 20 yılın getirdiği yorgunluk. Türkiye gibi çetrefilli bir ülkeyi 20 yıl yönetmek zorlu iş.
İki, devlet yönetiminde liyakâtin yara alması. Güveni sarsan bu.
Devletle Hükümetin iç içeliği, Hükümetteki liyakatsiz kadrolaşmadan devletin etkileniyor olması.
Liyakatsizlik dönüp Erdoğan’ın elini zayıflatıyor, zira “devlet” her zaman en iyileri kendisine seçerdi, kendi varlığını sürdürmesi için şarttır bu.
Üç, zor günlerini yaşayan ekonominin dümenine güven kazanmış isimleri getirmek yerine tam aksi atamalar yapılması.
Dört, yolsuzluklara tavır konmuyor algısı.
Beş, zengini daha zenginleştiren politikaların izlenmesi.
“6’lı masa”nın olumsuz yanları;
Bir, Türkiye’yi en zor döneminde “cumhurbaşkanı adayının kim olacağı” sorunundan ileriye taşıyamıyor olmaları.
İki, ittifaklarının adını bile “6’lı masa” gibi kapı numarasından öteye taşıyamayan bir vizyon sorunu.
Üç, adayı açıklamakta geç kalmaları, oy almak için sadece muhalif olmanın yeteceğini sanmaları.
Dört, liderlerinin güvenilirliği konusunda ciddi sorunların olması.
Beş, “seçecekleri cumhurbaşkanının 6 genel başkana da bağlı olacağını” söylemeleri. İki kişinin bile anlaşmasının zor olduğu günlerde altı kişinin oluşturacağı yönetim kaosu.
Altı, seçimi kazanacak gibi davranmalarına rağmen, “seçilince ilk iş durum tespiti yapacaklarını” söyleyerek hazırlıksız oldukları izlenimi vermesi.
Tarafların olumlu yanları da haftaya kalsın, nasılsa seçime daha var.
100 YIL GEÇMİŞ HAKKINI VERMEMİŞİZ
Genel geçer kutlamalarla ilgilenmem.
Olanaksızlıklar içerisinde kazanılan bir zaferi anlatmak hangi cümlelere sığar ki?
Sönük kalır her sözcük.
Düşün sadece.
Düşün ki bir ömrü bir vatan için savaşarak bitirmiş bir komutan var sahada.
Birine “yoruldum” demiş midir, bilmiyorum.
“Beni bir süre rahatsız etmeyin kafamı dinleyeceğim” dedi mi hiç?
Sanmam.
Daha 12 yaşında girdiği Askeri Rüştiye’den (1893) Cumhurbaşkanı seçildiği tarihe kadar 30 yıl…
Milleti huzur bulmadan huzur bulmayan bir hayat her dakikasıyla.
Düşün. Reşat Paşa kim?
Belki ilk kez duydun bu ismi, yüzün kızarsın utançtan.
Çiğiltepe’yi söz verdiği saatte alamadı diye intihar eden, vücudu cephelerden aldığı yaralarla dolu Reşat Paşa…
Taşı kaynatıp içilen çorbalar, köseleden yapılmış çarıkları derede ıslatıp yiyen askerler.
“Vatan kurtulmadan eve dönmem” diyen ve çoğu evine dönememiş tüyü bitmemiş çocuklar.
Unuttuk gerçekleri, sosyal medya süslemeleriyle idare ediyor koca bir millet.
Zaferin 100. Yılı...
Nefes alıyorsan, tatile gidiyor, göbek atıyor, sosyal medyadan çıkmıyorsan 30 Ağustos zaferine borçlusun.
Bu nasıl kutlamak?
Sağcısından solcusuna belediyelerce popçulara verdirilen konserler ve birkaç ağdalı ifadeyle geçiştirilmiş siyasetçi mesajları.
Bir vatanın kurtuluşunun 100. Yılı böyle mi kutlanmalıydı?
Hiç değilse, hiçbir şey yapamadıysanız bir ilçe, bir mahalle, bir şehir, ah keşke tüm vatan Kurtuluş Savaşı şehitleri için üç saniye saygı durmayı organize etseydi.
Bizden bir cacık olmaz bu ruhsuzlukla, oturun, ellerinizi başınızın arasına alıp düşünün.
Sağcısı solcusu hep birlikte yapın bunu, yok birbirinizden farkınız.
YAZMAZSAM OLMAZ
Bir
Eski cumhurbaşkanı Abdullah Gül, güya dalga geçmiş, “Yarın 30 Ağustos ve ben hasta değilim” demiş.
Ama biz onun cumhurbaşkanlığı döneminde her ulusal törende ya hasta olduğunu ya da Ankara’da olmadığını asla unutmayacağız.
İki
Eski TBMM Başkanı İsmail Kahraman “Şehirlerin kurtuluş yıldönümleri kutlanıyor, kesinlikle karşıyım.” Demiş.
Söylenecek çok söz var ama geçelim, ben sadece belirli bir yaşın üstündeki siyasilerin kamuoyu önünde konuşması engellenmeli.
MEDYADA BÜYÜK SÜRPRİZ, İSMAİL KÜÇÜKKAYA TRANSFERİ
İsmail Küçükkaya, Fox Tv’de 10. yıla başlayacaktı.
Program oturmuştu. Kanal memnundu. İzleyici mutluydu.
İsmail memnundu. Ya da biz öyle sanıyorduk.
Bir sabah baktık, İsmail Halk Tv’ye transfer olmuş! Medya şokta.
Ortada türlü dedikodular. “İsmail milyon dolarlar istemiş de Fox vermemiş”, “İmamoğlu transferi yönetmiş”, “Fox, Sezgin Baran Korkmaz ile fotoğrafı nedeniyle İsmail’i göndermiş” vs., vs.
Ben medya dedikodularına prim vermem. Bilirim ki medyanın bir görünen yüzü, bir de görünmeyen dehlizleri vardır.
İsmail milyon dolarlar istese, ABD’nin ve Türkiye’nin en zengin kanalı olan Fox o parayı bayıla bayıla verirdi.
İmamoğlu eski gücünde değil, İsmail akıllıdır, neden ona güvenip kariyerini riske atsın ki?
SBK ile fotoğrafına gelince. Gazeteciler fotoğraflarla yargılanamaz hep bunu söylerim. Gazetecinin herkesle fotoğrafı olur.
Fakat bildiğim kadarıyla, elden ele dolanan “SBK’nın beslediği medya” listesinde İsmail’in ismi yok.
Fox göndermiş olsaydı, yeni yayın dönemi anonsuna İsmail’i neden koysundu ki?
Aklımdan bunlar geçerken bir de kişisel duygularım giriyor işin içine.
Habertürk’te yazılarıma son verilince, yayın yönetmenliğini yaptığı Akşam’da bana köşesini açmıştı İsmail, “para veremem ama gel yaz” demişti.
Bende hatırı vardır.
Aradım. “Hayırlı olsun” dedim, tüm dedikoduları tek tek sordum.
“Sana güvenirim hocam” dedi, hiçbir şeyi saklamadan anlattı, elbette gizlediği kısımlar vardır.
“Sende kalsın” dediklerini yazmayacağım.
Ama evet, Fox yönetimi İsmail’i vazgeçirmek için ellerinden geleni yapmışlar.
(“İnanmıyorsan Doğan Şentürk senin de arkadaşın arayıp sorabilirsin” dedi.)
Ama İsmail kafasında ve yüreğinde Fox’u bitirmiş.
Yazamayacağım konular bir yana, transferin üç önemli nedeni var, ikisini İsmail söyledi, diğerini ben hissettim.
“Emeklilik zamanım gelmişti, orada emekli oldum, Halk Tv’de yeni bir sayfa açmak istedim” dedi.
“Akşam da bir program yapmak istiyordum, Halk Tv cuma akşamları program teklif etti” dedi.
Üçüncü nedene gelince…
Hissiyatıma göre gönül kırıklığı vardı İsmail’in. Nedeni bende kalsın.
Fox Haber Yayın Yönetmeni Doğan Şentürk’ü tanırım, gönül kırmakta mahirliği bilinir.
Şimdi sorum size. İrfan Değirmenci, Fatih Portakal, Fulya Öztürk şimdi de İsmail Küçükkaya.
Sahi, iyi habercileri neden tutamıyor Fox?
“YENİ BİR YAŞAM”
Son İstanbul ziyaretimde işkadını Pelin Ulusoy Tebret ve Mukaddes Akça’nın davetiyle Kemerburgaz Kent Ormanı’ndaki “YPY: Yeni Bir Yaşam Merkezi”ne gittim.
Pelin Hanım “kaotik bir şehre cennetten bir köşe” kazandırmış.
Gittiğim akşam Kayahan’ı anma konseri vardı. Fatih Erkoç, Işın Karaca, İpek Açar, Suat Suna oradaydı. Konser alanını binlerce insan doldurmuştu.
Bu kadar güzel bir ortamı daha önce neden duymamıştım? Aldığım yanıt “Daha ikinci yılımız” oldu.
Pelin Ulusoy, YPY projesini korona inzivasına bir tepki olarak ortaya koymuş. “Korona süreci, sahip olduğumuz değerleri hatırlattı. İnsan ilişkilerinin önemini, birlikte olmanın vazgeçilmezliğini hatırladık” dedi.
Bu nedenle de YPY alanı, sağlıklı yaşam için gereken ne varsa doğal beslenmeden, doğayla olmaya, atölyelere kadar etkinliklerle dolu kocaman bir alan.
Tüm günü dolu dolu geçirip konserlerle, açık hava sinemasıyla, tiyatroyla bitirmeyi içeren “Yeni Bir Yaşam” felsefesi.
Onlara “mütevazı olmayın” dedim, “iyi bir iş varsa herkesin bilmesi gerektiğini” söyledim.
Çünkü kültürel alanı, etkinlikleri, doğal yaşam mekanları ve üreticiyle işbirliğiyle kurulan doğal pazarlarıyla tam da yeni dünyaya lazım olan melez bir ortam.
BİR STRATEJİ OLARAK GÜLÜMSEYİN
Cem Davran’ın “Gülümsemek tüm oyunları bozar” cümlesini görünce, Boudrillard’ın, Sennett’in paragraflarını hatırladım.
Kaybettiğimiz en değerli şey insan ilişkileri olduğu için en çok ihtiyaç duyduğumuz şey de içtenlik ve bize gülümseyen bir yüz.
Gülümseme hayatın sertliklerini yumuşatıyor. Çocukluktaki masum, mutlu anları çağırıyor zihnimize.
Hizmet sektörü çıkarcı bir biçimde şirketleriyle ilişki kuralım diye çalışanlarından gülümsemelerini talep ediyor
Sosyolog Leidner “gülümseme” için “işbirliği maskesi” diyor.
İnstagram baştan sona, yayılmış ağızlarla ve yapay gülümsemelerle neden dolu sanıyorsunuz?
İş dünyasının bir strateji olarak kullandığı gülümsemeyi, biz de kendi ilişkilerimizde kullanabiliriz.
Birisi bizi kızdırmaya mı çalışıyor? Ona gülümsediğimizde tüm sinir uçlarını yok ederiz.
Birisi bize savaş mı açtı? Gülümsemekle tüm silahlarını alırız elinden.
Kapılar yüzümüze mi kapanıyor? Gülümseme anahtarımız var cebimizde.
Canımız mı sıkıldı? Otomatik somurtuyor muyuz haliyle? Can sıkıntısını gülümsemeye çevirelim.
Girdiğimiz bir ortamda dikkat mi çekmek istiyoruz? Çevreyi gülümseyerek süzelim.
Birini huzursuz mu etmek istiyoruz? Gülümseyelim.
Biriyle iyi ilişki kurmak, sağlıklı bir iletişim ortamı oluşturmak mı istiyoruz, zor değil, sadece gülümseyelim.
Hayatı istediğimiz kıvama getirmek için yapacağımız çok basit şeyler, yapacak kolay stratejiler var, gülümsemek onlardan biri.
Hatırlayın, nedensizce gülümsediğinizde etrafta kim varsa sorar: “Ne oldu? Neye güldün?”
O kadar az olduğundan o kadar dikkat çeken bir yol, deneyin.
Hadi etrafta fotoğraf makinesi olmadan da gülümseyin.
BİZİM DEMET ÖZDEMİR MESELEMİZ
Sadece Demet Özdemir değil, sanatçı meselemiz bu.
Geçenlerde Yeşim Salkım’ın “bu ülkede ciddi bir menajerlik sorunu var” demesini yazmıştım.
Menajerler işi, iş ve ilişki bağlamaya indirmiş durumda. Vizyonsuz çoğu.
Demet Özdemir, sanatsal maharetini zerre anlamadığım Oğuzhan Koç’la evlendi. Mutlu olsunlar.
“Kaydırmaz”a benzetilen gelinliği dillere doladı. Olsun. İnsan mutluysa çuval da giyse olur.
Sorun tam da burada.
Sıradışı olmak için harcanan gereksiz çaba, kariyer ömrünü kısaltıyor.
Demet Özdemir’de star ışığı var. Bakışlarında ve gülüşünde pek az rastlanan bir sihir var.
Şuhlukla masumiyet arası, içtenlikle soğukluk arası. Göze batmayan ama görmezden gelinemeyecek bir güzellik.
Müthiş bir karmaya sahip oyuncunun geldiği/getirildiği nokta Oğuzhan Koç’la ilişki durumu.
Yazık. Çok yazık.
Öğrencilerime hep dediğim şey, işinizde iyi olursanız işsiz kalmazsınız çünkü piyasa dökülüyor.
AKLIMDA KALAN
Sevginin şovunu yapmak: “Kim Milyoner Olmak İster” yarışmasına katılan yarışmacı bir soruda telefonla joker hakkını eşini aramak için kullanıyor. Telefonda eşine “Seni seviyorum, bunu burada herkesin önünde söylemek istedim” diyor. Eşi mest olmuştur kesin. Benimse aklımda kalan, bu bir yıldönümü sürprizi değilse, bir iddiaya girme yoksa insanın neden sevgisini herkese duyurma ihtiyacı olduğu? “Göster”inin ulaştığı bu boyut, gösteriye kurban edilen sevgiler. Köpürtüle köpürtüle sabun köpüğüne benzeyen, ne kadar köpürtülürse o kadar çabuk sönen duygular. Topyekûn geçmişler olsun.