Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır…
Atatürk’ü tedavi eden doktorlar 1 Kasım günü sağlık durumuna dair konsültasyonda bulunmuşlar ve aynı gün akşam saat 20.00’de bir bültenle hastanın durumuna dair kamuya bilgi verilmesini sağlamışlardı.
Verilen bilgiye göre bir hafta önce beliren semptomlar bütünüyle izale olmuştu. Nabız, düzenli ve güçlü 80; solunum 19; hararet 36.8 idi. Hastalık tabii seyri içerisindeydi. Günlük bültenler çıkarılmasına daha fazla ihtiyaç yoktu.
Oysaki Atatürk’ün sağlık durumu iyi olmayıp ölümün eşiğinde bir seyir takip etmekteydi. İçinde bulunduğu durumu nekahet dönemi sayanlar için söz konusu zaman dilimi hiç de alışık türden olmayıp uzun sürmüştü.
Hakikaten de Atatürk’ün sağlık durumu, Hasan Rıza Soyak tarafından 9 Kasım günü saat 09.50 itibarıyla Ankara’da Başvekâlet Müsteşarlığına gönderilen şifreli telgrafta belirtildiği şekli ile hiç de iç açıcı bir durum arz etmemekteydi.
Soyak’ın verdiği bilgiye göre Atatürk 8 Kasım gecesini koma halinde geçirmişti. Hastalığın vahameti ve durumun ciddiyeti daha da artmıştı. Hararet derecesi 36.4; nabız muntazam 124 ve teneffüs 26 idi.
10 Kasım gecesi Atatürk'ün sağlığı ile ilgili olarak doktorlar kendi aralarında bir konsültasyon daha yapmışlardı. Gece yarısı bir bülten yayınlanmış ve bültende Atatürk'ün durumunun ciddiyet kesp ettiği hususiyle vurgulanmıştı. Ancak bültendeki bildirime imza atan aynı doktorlar, o gecenin sabahında, Atatürk'ün vefat ettiğini kayıt altına almışlardı.
Vefatın gerçekleştiği tespitinde bulunan doktorlar iki gruptu:
Daimî doktorlar:
- Profesör Dr. Neşet Ömerİrdelp
- Profesör Dr. M. Kemal Öke
- Nihat Reşat Belger
Danışman doktorlar:
- Profesör Dr. Akil Muhtar Özden
- Profesör Dr. Hayrullah Diker
- Profesör Dr. Süreyya Hidayet Serter
- Abravaya Marmaralı
- Mehmet Kâmil Berk
Atatürk’ün vefatı aylardır hasta olarak kaldığı Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleşmişti.
Vefatına sebebiyet veren rahatsızlık ise önce plörezi ve daha sonra ödem ile komplike olan karaciğer sirozu olmuştu.
Kendisini muayene eden ve bir takım tıbbi tavsiyelerde bulunan Fransız Doktor Fiessinger, Atatürk’ün tam olarak içinde bulunduğu sağlık durumunu:
Hastalığın karaciğer sirozu olduğu; kullanmakta olduğu her türlü alkollü uyarıcıdan kaçınmak suretiyle öngörülen rejime sıkı sıkıya bağlı kaldığı takdirde hastaya ancak iki aylık olası bir yaşam süresi tanınabileceği
şeklinde özetlemişti.
Atatürk’ün maruz kalıp Kasım ayı başlarına kadar hayatta kalmayı başarabildiği hastalığının en ağır şekilde seyrettiği dönem Temmuz ayı sonu ile Ağustos ayının ilk günleriydi.
Ağustos ayının ilk günü Atatürk’ün sağlık durumu o kadar kötüleşmiş o denli vahamet kazanmıştı ki maiyetindekiler iyileşeceği yolunda o güne kadar taşımakta oldukları tüm ümitlerini kaybetmişlerdi. Hastalığının ulaştığı nokta ve Atatürk’ün çekmekte olduğu ıstırap ve genel durumuna vakıf olan hemen herkes artık iyileşme şansının kalmadığını düşünmeye başlamıştı.
Hastalığın seyri, Atatürk’ün son durumu, Saray’da yaşanan gelişmeler hiçbir surette dışarıya duyurulmamakta, her gelişme, alınan her karar gizli tutularak yürütülmekteydi. Ancak yerin de her şeyi duyan bir kulağı vardı ve gelişmeler belli kısıtlamalar dâhilinde de olsa dışarıya yansımaktaydı.
ABD diplomatlarından MacMurray, 4 Ağustos 1938 tarihi ile ABD Hariciyesine MÜNHASIRAN MAHREM kaydı ile göndermiş olduğu telgrafında, sağlık durumuna dair genel olarak sürdürülen mahremiyete rağmen Atatürk’ün kritik surette plöreziden rahatsız olduğu hakikatinin anlaşılmakta olduğunu belirtmişti.
Hakikaten de mevcut rahatsızlığının hızla plöreziye sebebiyet vermesi suretiyle Atatürk’ün sağlık durumu aniden bozulmuş ve Temmuz ayı sonu ile Ağustos ayının ilk günleri ağır bir tablonun oluşması kaçınılmaz olmuştu. Ancak yaşanan tüm olumsuz gelişmeler sonrasında Atatürk’ün 5 Ağustos Cuma günü hayatiyetinin devam ettiği görülmüş ve Cumartesi günü iyileşmesi için umutlar yeniden artmıştı.
Atatürk ani surette tezahür eden plörezi / akciğer zarı iltihabı krizini 8 Ağustos Pazartesi günü atlatmıştı. Genel kabule göre plörezi krizini atlatmış olması bütünüyle bünyesinin gösterdiği direniş gücü sayesinde söz konusu olmuştu. Ancak temel şikâyeti olan karaciğer sirozundan ıstırap duymaya devam etmişti. Daha kötüsü ise sirozdan iyileşmesi için duyulan umut çok az olduğundan karaciğer şikâyeti daha fazla endişe konusu olmuştu.
Hastalık Gazi’nin vücudunu günden güne eritip tüketmişti. Öyle ki, öldüğünde bünyesi, belirtildiğine göre, 38 kilogramdan daha ağır değildi.
Atatürk’ü ölüme sürükleyen hastalık 1938 Haziran’ında teşhis edilmiş, Ağustos’ta vahamet kesp etmiş ve 10 Kasım’da:
“Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır.
Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır”
sözünü tahakkuk ettirecek surette nihayete ermiştir.