Bir cahilin not defterinden...

Herkes her şeyi çok bildiğine göre. Cehalet kadrosu boşta.

O kadroya talibim.

Cahil konforuyla yazmanın rahatlığını bir düşünün.

Cehaletime verin;

Ekrem İmamoğlu kampanyası, İstanbul kampanyasından daha çok, Kılıçdaroğlu sonrasına hazırlık gibi duruyor.

Örgütten sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı’nın da Kemal Beyin yerine hazırlandığını öğrenince, katıla katıla gülüşümü de cehaletime verirsiniz artık.

Ortada sorumlu olunacak bir örgüt bırakmadıklarına göre, Salıcı da boşta sayılır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan neden “CHP, 31 Mart seçimlerinde tarih olacak” diyor ki?

Ölmeyen ama sürünen şimdiki CHP, daha çok işine yarar halbuki.

“Bir partiyi yönetemeyenler ülkeyi nasıl yönetecek?” sorusu sadece benim aklıma mı düşüyor?

Belediye başkan adaylarının yarısını başka partiden, birini başka partinin genel başkanından, bazısını gazeteciden aday gösterdiler.

Sonra da teşkilattan seçim çalışması bekliyorlar.

Tam psikiyatrlık bir durum, cahil akıl söyletiyor işte.

Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu, Kemal Beye, "Ön seçim yapmıyorsunuz, eğilim yoklaması da yapmıyorsunuz. Ankara’dan uçaktan bakar gibi bakıp karar veriyorsunuz" demiş.

Uçak değil de, hızla ülkemize çakılacak bir meteordur o.

Esas saçmalık, Canan Kaftancıoğlu’nu itirazları umursamayarak İstanbul’a il başkanı yapacaksın.

O da tam ergen psikolojisiyle akşam sosyal medyadan istifa edip, sabah geri almasın mı? Kemal Bey halâ kafasını duvarlara vurmuyorsa fena.

Muhalefetin acıklı hali, AK Parti’yi de ağaç gölgesine uzanmışçasına rahat hissettiriyor.

Doğaya saygılı seçim kampanyalarını izlerken, kendimi seçmene rüzgâr vadeden Danimarka’daymış gibi hissediyorum.

Dedim ya cahilliğime verin.

BENCE

Elektrik faturalarındaki artık zıvanadan çıkan artışa, EPDK gayri ciddi yaklaştığına göre.

İnsanların her faturada “oyyy anam” diye canları yandığına göre.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, tıpkı sebze fiyatlarında olduğu gibi elektrik faturalarına da el atsa, seçmen nezdinde acayip puan toplar bence.

SANKİ

Sanki Çin kaynaklı video paylaşımları olmasa, televizyonlar haber yapacak bir şey bulamayacak gibi.

Sanki, Sezen Aksu çıtasını hayli aşağıya çekmiş gibi. El verdiği Okay Barış’ı dinleyince öyle düşündüm.

Sanki, Yıldız Tilbe, “Bana deli demelerini göze aldım, karşılığında özgürlüğümü kazandım” diyen Aysel Gürel’e benziyor gibi.

Sanki, Kıvanç Tatlıtuğ’un her rolde aynı kişiyi aynı bakışlarla oynadığını, sadece kostüm değiştirdiğini (bazen o da değişmiyor) bir ben görüyorum gibi.

FUTBOLDA SİNİRSEL ÜÇ DURUM

Bir, üç büyüklerin gariban bir Anadolu takımını yenince gösterdikleri sevinci, eskiden en büyük Avrupa kulüplerini yendiğimizde gösterirdik.

İki, her zaman Galatasaray kazanınca Fatih Terim’e, kaybedince futbolcuya yazıyor.

Üç, bir Anadolu kulübü GS, FB ve Beşiktaş’ı yenince, medya hep kazanan tarafın değil de kaybeden tarafın manşetini atıyor.

GERİ ZEKÂLI DEMİŞKEN…

Çarpışma’da, dövüş güzellemesi yapmak için Cem Karaca’nın “Namus Belası” çalmış.

“Yüzbin kere tövbe eder yine şarap içeriz” kısmı sansürlenmiş.

Karaca’nın oğlu da çıkmış, sansürcülere “Harbiden geri zekâlısınız” demiş.

İyi de.

Çarpışma, Çukur, Gülperi ya da niceleri can damarı müziklerimizin ekmeğini yiyorlar.

En son, Gülperi’nin mahpus sahnesinde bir adam, birden bire belirip Neşet’in “Neredesin sen”ini söyleyip sonra kayboldu.

Anlamsızlık tavan, türkü şahane. Dizi, sinema, video klip hepsini aynı anda aradan çıkaran yapımcılarımız var. Acıklı.

Dizilerden türküleri çıkarsak, senarist fantezisinden başka şey kalmıyor geriye..

ADINI VERMEYECEĞİM

Telefonum çaldı.

Burada eleştirdiğim bir markanın kurumsal iletişim sorumlusuydu arayan.

Markası açısından durdukları yeri anlattı. Kendilerini savunucu cümleler kullandı.

Ona dedim ki, “Bunlar, İstanbul’dan bakarak yaptığınız Bebek koyu analizi. Türkiye’ye genellenemez. İstanbul’un da sorunu bu. O yüzden tüm başarılar süreksiz.”

Bir şey demedi. Zarifti.

ARTIK GELİŞMESEK…

Bizim ülkede gelişme denince eski binaları, tüm ruhuyla toprağa gömüp yerine ruh yoksunu beton binalar dikmek gelişme sanılıyor.

İçerisi tarih kokan binaların mobilyasını, kapısını penceresini moloza atıp, endüstriyel masa sandalyeleri koymak gelişme sanılıyor.

Her türlü edepsizlik, hoyratlık, kabalık gelişme sanılıyor.

Lütfen artık gelişmeyelim.

ÖKÜZLÜĞÜN RESMİNİ YAPMAK İSTİYORSAN ABİDİN…

O zaman.

Yağmur, çamur birikintisinden geçerken yavaşlamayan sürücülerin resmini yapabilirsin…

Şehrin arabalara değil, yayalara ait bir yer olduğunu düşünmeyip, yaya geçidine yaklaşırken yavaşlamayan sürücülerin resmini yapabilirsin…

Ambulans sirenlerini duyduğu halde yol vermeyenlerin resmini yapabilirsin.

Hangi ışık yanarsa yansın, kavşağa girerken yavaşlamayan sürücülerin resmini yapabilirsin.

Nasılsa öküzden bol bir şey yok.

PİDECİLER YAŞADI

Bir arkadaşım anlattı.

Başka şehirde okuyan oğlu sömestr tatilinde eve gelmiş. Annesinden kıymalı pide yapmasını istemiş.

Bizde de annemizden alışkanlık, kıymalı pide içi evde hazırlanır, fırına yollanır.

Pideler gelene kadar da sofra hazırlanır, maydanoz, soğan, roka, havuç rendesi, limon ortaya konur.

Arkadaşım da markete gitmiş. Pide içi almaya. Kıymayı almış.

Ve fakat.

Manav kısmında. Bakmış başta biber olmak üzere pide içi malzemeler dudak uçuklatıyor.

Gerisin geriye eve gelmiş.

“Oğlum” demiş, “sen en iyisi pideciyi ara, eve paket servis gelsin.”

Hesaplamışlar, pideci daha ucuza geliyormuş.

GICIK OLDUĞUM ŞEYLER

Bir, hem cep telefonumdan arayıp hem de sekretere bağlatan herkes. Birini cepten arıyorsan araya sekreter sokmayacaksın. Sokuyorsan hödüksün.

İki, bir tek kitap okumadığı halde hayat felsefesi yapan herkes.

Üç, önce tvit atıp sonra yaptığının yanlış olduğunu fark ederek silenler..

Dört, toplu mesaj atarak oy toplayacağını sanan telefon tacizcileri.

Beş, “televizyona çıkıyorum beni seyredin” mesajı atan narsist siyasetçiler.

İNCİ AKSOY’UN TUTKUSU

Bir dönemin medya imparatoru Erol Aksoy’un, o gün de bugün de dünya mütevazısı olan eşi İnci Aksoy’u pek severim.

Hayatımda olmasını zenginlik saydığım dostlardan.

Yaşadığı onca şeye rağmen sanata destek vermekten, sanatçıya arka çıkmaktan hiç vazgeçmedi.

Ekavart Galeri’yi bir kültür-sanat vahası yaptı. Yaşamını bu ideale adadı.

Tutkuyla bağlandı.

5-28 Şubat 2019 tarihleri arasında gerçekleşecek olan “Tahayyüller Okyanusunda İki Kuş” sergisinin davetiyesini yollamış.

Ressam baba-kız Muzaffer Akyol ve Gaye Su Akyol resim sergisi.

Şair benzetmesiyle Ankara nire, İstanbul nire, gideyim deyince gidilmiyor.

Ama bu sergiye gidesim geldi.

SİYASAL İLETİŞİMİ BİLEREK YAPMAK İSTERSENİZ…

Ankara Üniversitesi, İletişim Araştırmaları ve Uygulama merkezi, “Yeni Dünyada Siyasal İletişimi Yönetmek” eğitim programını, yoğun istek üzerine yeniden açıyor.

Son başvuru 6 Şubat.

Ankara Üniversitesi ANKÜSEM ve İLAUM web sayfalarından ayrıntılı bilgiye ulaşmak mümkün.

Bilgiye dayanmayan her çaba sadece yorgunluk getirir.

Kaçırmayın derim.

AKLIMDA KALAN

Üzerine düşündüğüm benzetmeler: Galatasaraylı futbolcu Yunus Akgün, sevinçten ağlarken: “Annem gözyaşları için ‘ekmek kırıntısı kadar değerlidir’ derdi.” Ekmek kırıntısının değerini kimler bilir… Gözyaşını kutsamak… Üzerine epeyce düşündüm.

Yıldız Tilbe muhabirlere: “Hayatta olmak zaten zirvede olmaktır. Hayat zirvenin kendisidir. Öldüğüm zaman o zirveden inmiş olurum.” Hayatı kutsamak…
Üzerine epeyce düşündüm.

Diğer Yazıları