Bir daha yapmam anne....
Sonbaharı severdim, içinde kasım olmasa.
10 Kasım’dan üç gün sonra, 13 Kasım’da neredeyse Mustafa Kemal’le aynı saatlerde, annem gideli bir yıl olacak.
Kokusunu özlüyorum. Giysilerindeki koku gün geçtikçe silinirken, burnumu boynuna sokup içime çekmenin özlemi büyüyor.
“Anne” diyorum bazen, “şimdi olduğun yerden beni görüyor musun?”
“Anne” diyorum, “ayaklarım tıpkı senin ayakların…”
“Anne” diyorum, “bugün canım çok sıkkın..”
“Anne” diyorum, “gittiğin yerde bize öğüt vermeye devam ediyor musun?”
Oralarda, “Yine laf dinlemiyorsun, herkese güveniyorsun” diye söyleniyor musun?
Pek kolay güvenen biri olmasam da, sen hep böyle dedin bana. Bir bildiği vardır annelerin.
Her defasında, “Sana kalırsa hiç evden çıkmayayım, dizinin dibinde oturayım” diye kızdım sana.
Anne demek kaygı demektir.
Çocuklar annelerini dinleseydi, dünya gelişir miydi bilmem ama dövüşmezdi de.
Geçen hafta. Mehmet Altan beraat edip, Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak onca masumun canını yaka yaka serbest bırakılınca…
Annemi düşündüm. Onun da canını yakmıştı bunlar ya…
Bülent Arınç’ın damadı serbest kaldığında…
Ondan da önce, FETÖ’cü futbolcular onurlandırılmaya başlayınca…
Ondan da önce, gaipten sesler duyan köşe yazarları FETÖ hakkında yazmayı bırakıp, “aslında iyi çocuklar” demeye başlayınca…
Ondan da önce FETÖ’cülükleri ayan beyan ortada olan gazeteciler sorguya bile çağrılmayınca…
Çevremdeki pek çok insana “Bir şeyler oluyor” demiştim, “tutuklu FETÖ’cüleri bir bir salıverilecekler gibi.”
Kızının dediği çıktı anne.
Biliyorum, şimdi olduğun yerden bana yine kızmış, “Kim kiminle ne yaparsa yapsın, sana ne çocuğum” demişsindir.
“Sana kaç kere söylüyorum, adamı olan kurtarır, olan sana olur” demişsindir.
Sana söz veriyorum, bir daha yapmam anne.
Ne FETÖ hakkında yazarım, ne de içinde FETÖ geçen bir cümle kurarım bundan sonra.
İki gözüm önüme aksın bak.
Oradan beni izliyorsan anne, seni nasıl özlediğimi de biliyorsun… Sensiz bir gün geçmez derken, bak bir yıl oldu.
Babam, çocukların, biz iyiyiz, bizi merak etme…
BENİM 10 KASIM’LARIM
Daha okul öncesinde, “Atam! Sen kalk da ben yatam” derken öyle samimiydim ki gözlerim dolardı.
İlkokulda okuma yazma öğrenirken, “ATA” fişini çok severdim, yazması kolay gelirdi.
İlk gençliğimde, O’na nasıl layık olacağımın telaşına kapılmıştım.
Kadınlığı fark etme yaşlarımda, Fikriye’ye kızdım, hem O’nun yaşamında olup, hem de intiharla O’ndan vazgeçmek olur muydu?
Ama her zaman Latife Hanım'a gıcık oldum. O’nu yeterince sevgi ve şefkatle sarmadığına inandım. Yapabilseydi, O, bu kadar erken ölmezdi.
Biz kadınlar O’nu severken, bir liderden, bir bedenden çok, bir ruhu sevdik. O yüzden bitmiyor O’na olan aşkımız.
GÜZEL İŞLER
Bir:
NTV’nin “O Giderken” belgeseli. 10 Kasım için Ahmet Yeşiltepe hazırlamış, ellerine sağlık. Metninden müziğine öylesine etkileyici ki, NTV web sayfasında bulup mutlaka izleyin derim.
İki:
Koç Holding’in “Senin Yolun” filmi. “Benden hiç Atatürk olur mu?” diyen Hasan.
Üç:
FOX Tv’nin Mustafa Kemal’in hasta yatağının karşısındaki duvarında asılı “dört mevsim” tablosundan yola çıkan filmin bakış açısı.
Dört:
Türk Hava Yolları’nın “Koca gökyüzünü gezdik de böyle mavi görmedik” ifadesinin samimiyeti pek güzeldi.
SÖZ DOĞRU DA…
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Trump’ın “petrolüm de petrolüm” diye ortalara düşmesine öyle güzel cevap vermiş ki alkışı hak ediyor.
“Suriye’deki petrol, Suriye halkınındır.” Nokta.
Tamam da.
Bu sözü etmesi gereken onca uluslarüstü kurum var. Birleşmiş Milletler var, Avrupa Birliği var, Arap Birliği var.
Onlar susuyor.
Dünya işte böyle netameli bir yer.
GÜNDEMDEKİ İKİ KONU VE BEN
Bir, Ahmet Hakan’ın Hürriyet’in yayın yönetmeni olması hakkında ne düşünüyormuşum?
Hürriyet’in başına ne geldiğiyle, Türkiye’nin başına ne geldiği arasında doğrudan bir ilgi vardır, bunu düşünüyorum.
İki, Necati Özkan’ın yazdığı “Kahramanın Yolculuğu” kitabının, CHP’nin içini karışması hakkında ne düşünüyormuşum?
Bilgi Üniversitesi’nce yayınlanan Volkan Yücel’in “erkeklik, mit ve diziler”le ilgili “Kahramanın Yolculuğu” kitabı üzerine konuşmayı tercih ederim, bunu düşünüyorum.
MAGAZİNDE CILKIN ÇIKTIĞININ RESMİDİR
Demet Akalın ve evlenip boşandığı kocası tanıştıkları günü kutlamışlar.
Sözlenmeyi, nişanlanmayı, evlenmeyi değil, tanışmayı kutlamışlar!
Demet Hanım kime el ettiyse o partide bitivermiş. Bahse girerim çağrılmadan gidenler de olmuştur.
Neden?
Demet Akalın hışmından tırstıkları için mi?
Demet’in klanına dahil olup ayrıcalıklardan yararlanmak için mi?
“Belki bir gün bize de Rolex hediye eder” diye düşündükleri için mi?
Bilemedim. Bildiğim, bu beşinci sınıf magazin dünyamızın cılkının çıktığının resmidir.
GALATASARAY’IN İKİ BÜYÜK SORUNU VAR
O sorunlar futbolcuda değil.
Yönetimde de değil.
Sorunlardan biri taraftarda, biri teknik direktörde.
Taraftar futbolcuyu yuhalıyor, takımı darmaduman eden Fatih Terim’e laf etmiyor.
Takım gol yedikçe, hakeme bağırıyor, yönetime kızıyor, takımı parça pinçik eden Terim’e ses etmiyor.
Fatih Terim ise kendisi dahil her şeye yabancılaşmış.
Maç analizi yapıyor, sanki başka takımdan söz ediyor.
Futbolculara yaklaşımına bakıyorsun, arada koca bir mesafe var gibi cümleler kuruyor.
Durum o kadar vahim ki, Terim’in acilen profesyonel yardım alması gerek.
AKLIMDA KALAN
Bir, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanının “Seyyar Makam” otobüsü: Başkan Tunç Soyer, bir midibüsten “seyyar makam” aracı yapmış. İçine makam masasını, misafir sandalyelerini koymuş, hem şehri geziyor hem seçmeni kabul ediyor. Fikre bayıldım. Makam masasının tam ortasına kondurulmuş kolonya şişesi her şeyi anlatıyor. Makam varsa misafir, misafir varsa kolonya şart sonuçta. Seçmenle iletişim deyince, sosyal medya diye tutturanların havanda su dövmesine tezat, işte size yeni teknolojiyle yüz yüze iletişim!
İki, 23 Nisan’ın 100’ü: Her geçen gün ortak paydaların önemi artıyor. 23 Nisan bizim ortak paydamız. 100. Yılını da benzerliklerimizin altını çize çize kutlamak güzel olur. Sokakları dolduran kalabalıklarla kutlamalı. Zaman daralıyor. Kaldı 164 gün. [email protected] @23nisanin100u #23nisanin100ü