Bizim güzel kronik, kolektif yalnızlığımız…
Dün gece gök gürültüsüne uyanınca, yağmurun hatırlattığı The Shape of Water (Her nedense Türkçe'ye Suyun Şekli değil de Suyun Sesi diye çevrilmiş adı) filmini izledim yeniden. En İyi Film de aralarında olmak üzere dört dalda Oscar ödülü alan filmin neden bu kadar çok sevildiğini düşündüm.
Elisa, Amerikan ordusuna bağlı yüksek güvenlikli bir laboratuvarda temizlik görevlisi olarak çalışan dilsiz bir kadın… Amazon halklarının ‘Tanrı’ olarak andığı bir su canlısı yakalanarak laboratuvara getirilir. Dilsiz kadın ve su canlısı birbirleriyle iletişim kurmanın bir yolunu bulur ve aynı türden bile olmayan bu iki varlık, çok güçlü bir bağ kurar.
Aşkın kendi lisanı var. O dili bilenler, bırakın aynı dili konuşmayı aynı genetiği bile paylaşmasalar anlaşabiliyorlar.
İletişim ve ilişkiler üzerine konuşmalar yaparken de hep Anadolu’daki o muazzam deyişi hatırlatırım: Senin benimle geçinmeye gönlün var mı?
Gönül olunca, anlaşamamak mümkün değil çünkü. Bu söz her şeyi özetliyor.
***
Durduk yere bu filmi tekrar izlemek istemedim aslında. Uyumadan önce 10 yıllık evliliğini bitirme kararı alan bir arkadaşımla konuşmuştum.
“Yapamıyoruz biz. İlişkilerimizi sürdüremiyoruz. Bir sorun var bizde” demişti arkadaşım. Bizden kastı tüm insanlık.
Söylediğinde haklı. Her geçen gün insani her türlü iletişimin, ilişkinin azaldığı bir dönemde yaşıyoruz. Bundan 50 yıl, 100 yıl öncesine göre hepimiz çok daha fazla sayıda insanla tanışıyoruz ama çağın en büyük sorunlarından biri kronik kolektif yalnızlık.
Yine de benim kuşağım şanslı. Teknoloji ve sosyal ağlar her yanımızı sarıp bizi esir almadan önce sokakta oynayıp, dizlerimizi yaraladık, çok şükür. Tanımadığımız insanların torbalarını taşıdık. Başımızı okşayan büyüklerin potansiyel tecavüzcü olmalarından korkmadık.
Bu kopukluk, bu yoksunluk; kadın ve erkek ilişkilerinde de kendini gösteriyor. 20. Yüzyılın son 10 yılında doğanlar, X ve Y kuşağına göre çok daha az gönül ilişkisi yaşıyor, çok daha az sevişiyor. Japonya, 120 milyon olan nüfusunun 40 milyonunu 2050 yılında yitirmiş olacak. Ülkede 26 yaşın altındaki gençlerin büyük kısmı hiçbir gönül ilişkisi ve cinsel tecrübe yaşamamış. Sadece psikoloji ve sosyoloji bilimlerini ilgilendirmiyor bu durum, ekonomiyi de ilgilendiriyor. Nüfusun üçte birinin kaybedilmesi, Japon ekonomisinin çökmesi demek. İnsan ithalatı konuşuluyor. Görüyorsunuz değil mi, aşksızlık nelere neden oluyor?
***
Birbiriyle gönül ilişkisi kuramayan insanların bir kısmı ise yapay zekâ sahibi seks robotlarına yöneliyor. Bunları üreten birkaç şirket var. Çoğu şirketin ismi ‘real’ yani ‘gerçek’ ile başlıyor. İlginç! Hatta İspanya’da seks robotlarının çalıştığı genel ev açılması bile gündeme geldi. Zaten hali hazırda pekiyi olmayan insan ve kadın-erkek ilişkilerinin bu gelişmeyle ciddi zarar göreceği şimdiden tartışılıyor.
Seks robotlarını almadan önce istediğiniz özellikleri yükletebiliyorsunuz. Şefkatli, tutkulu, akıllı, naif, seksi, yaramaz gibi farklı kişiliklere sahip bu ‘kadın’ seks robotları, zamanla sahibini (Gelecekte eş ve sevgili yerine bu kelime kullanılacak galiba) tanıyıp, onun isteklerine göre davranabilecek. Hatta sahiplerine (Ah yine o kelime!) âşık olabiliyorlar. Oyuncaklarına kavuşan erkek çocuklar, zevklerine göre giydirdikleri bu robotların fotoğraflarını sosyal medyada da paylaşıyorlar. İtiraf edeyim, bana acıklı geldi.
Bir firma biyonik penise sahip erkek seks robotu üretimini tamamladı. Başka bir tanesi ise iddialı ‘erkek sevgili’ için çalışmalarını sürdürüyor. Kadınların, erkekler gibi robotlarının fotoğrafını paylaşacağını düşünmüyorum.
Erkek oyuncakları gerçek kadın seslerine de sahip. Eve alıp götürmeden sesini bile seçebiliyorsunuz. Birkaç fotoğrafa baktım ve dışarıda dolaşan, yaptırdıkları estetik operasyonlarla porselen bebekleri andıran kadınlarından çok da farklı görünmüyor seks robotları.
Ama robotların kokusu olamaz ki. Elbette onu da çözerler ama benim söz ettiğim gerçek insan kokusu. Ki biz bilinç düzeyinde fark etmesek bile, partnerimizi kokusundan aldığımız genetik zenginliği ipucuna göre en ideal anne/baba adayı olarak seçeriz. Neyse zaten kimse robotlarla üremeyi düşünmüyor sanırım. Ancak, sperm olmadan yumurtaların döllenebilmesi de başka bir bilimsel kazanım.
***
Kadın ve erkek ilişkileri istikrarlı olarak çuvallamaya devam ederken; karakterini, tavrını, sesini seçebildiğin, keyfine göre modifiye edebildiğin bir oyuncak fikri kurtarıcı olarak görülüyor. Ne kadar üzücü bu!
Peki, sorun ne? İnsanlar neden böyle oldu?
Her şey öylesine hızlı ki kimsenin kimseye ayıracak, kimsenin kimseyi tanıyacak zamanı yok. Gülten Akın’ın “Ah, kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya” dizelerini hatırlamamak mümkün mü? Zahmetsiz bir ilişki ve seks! İstediğimiz hiçbir emek harcanmayan ‘ilişki’ midir? Sevgi emek değilse, nedir?
Hepimiz gereğinden fazla insan tanıyor, gereğinden fazla ‘şey’ biliyor, tecrübenin laneti içinde yaşıyoruz. Kendi yaralarımız, kendi kılıçlarımız, kendi kalkanlarımız, kendi duvarlarımız var. Karşımızdaki kişinin de var. Bu büyük yüklerin altında eziliyor, korkuya teslim oluyoruz, zahmete giremiyoruz.
***
İlişkilerde kadının ve erkeğin süreci farklı işliyor. Genel olarak erkek koşarak yatak odasına gitmek ister, kadın ise biraz salonda oturmak. Genelin dışında durumlar da vardır. Belki biri için daha o evin içine girmek bir meseledir, durup kapının eşiğinde atacağı adım için cesaret bekler. Veya salondan sonra mutfağa girmek ister. Belki çay demlemek ister. Belki önce evi havalandırmak ister.
Sorunumuz genel durumu ve özel durumları anlayabilmek için gösterecek sabırdan ve anlayıştan yoksun olmamız. Yoksunuz, bütün mesele bu. İşte bu yüzden literatüre giren ghosting, r-bombing, cuffing* gibi çağın ‘aşk’ deyimlerini anlamaya çalışıyoruz. Sonuç? Anlayamıyoruz!
* Ghosting, flört ettiğiniz kişinin bir anda yok olması. R-Bombing, mesajınızı okuduğunu iki mavi çizgiden anladığınız kişinin cevap yazmaması. Cuffing, kelepçelenme demek, yani beraberliği birlikteliğe dönüştürecek bağ.