Bu kez soruları İzzet Çapa sordu! Ünlü röportajcı Ayşegül Ekinci SuperHaber'e konuştu
Kah kızdığım, kah kırıldığım, kah aşık olduğum bir kadın o. Hatta bazen kızım gibi gördüğüm biri. Uzun yıllardır can dostlarımdan Ayşegül Ekinci...
Ayşegül, iki binden fazla tanınmış yüzle röportaj yapmış, kendi kulvarında dünya çapındaki 3-4 isimden biri. Nedense Ayşegül’e, dünyada kapılar ardına kadar açılıyor ama gel gör ki bizim medyamızda bana göre hakkı verilmeyen isimlerin başında geliyor. İnsan ister istemez çalıştığı dönemlerde acaba o da Hürriyet'te birilerine yaranamadığı için mi bu akıbeti yaşıyor diye düşünmeden edemiyor!
Bu defa Ayşegül'den yalnız gazetecilik değil; bunun çok ötesinde bambaşka şeyler dinledim. Özellikle Hindistan'da Dr. Oswal ile yaptığı röportaj sonrasında tedavisi çoğu zaman imkansız olan otizm, down sendromu, MS, öğrenim bozukluğu, serebral palsy gibi beyinle ilgili bir çok hastalığın şifasına tanık olmuş.
Dilerim muhabbetimiz birilerine umut ışığı olur; işte o zaman ne mutlu bana, ne mutlu Ayşegül'e...
ONUN KIYMETİNİ BİLMEYEN DÜNYA STARI YOK AMA HÜRRİYET’TE NEDENSE HAKKI VERİLMEZ!
Efendim kadın güzel, akıllı, işinde bir numara, çok iyi bir aileden geliyor. Tanımayanlar için ondan bahsedeyim biraz; kendisi endüstri mühendisidir. Londra’ya master için gelip, burada kalmıştır. Türk medyasını yurtdışında hakkıyla temsil eden bir gazetecidir. Dünyanın peşinde koştuğu isimler, bizim Ayşegül Ekinci’ye röportaj vermek için adeta can atar.
Ama nedense Hürriyet’te bir zamanlar Londra’dan sayısız habere imza atan, Kelebek’te köşe yazan Ayşegül de, birilerinin gazabına uğramıştır. Ama o, hanımefendiliğinden asla ödün vermez, benim gibi cazgır değildir, bu tip muhabbetlere girmeyi de hiç sevmez. İyi ailenin ‘cool kızıdır’, sadece işini yapar. Dünyada girilmesi imkansız olan yerlere girer, konuşulmayan insanlarla konuşur, etrafına değil, işine odaklanır.
Ayşegül Ekinci ile her Londra ziyaretimde olduğu gibi yine bir araya geldik. Uzun zamandır görüşmeyen iki dost ne yaparsa, biz de onu yaptık. Yedik, içtik, anlattık, ağladık, güldük. Gıybet değil belki ama yaşadıklarımızı, tanık olduklarımızı paylaştık.
CHRISTOPHER NOLAN’IN DUNKIRK’ÜNÜ ÖYLE BİR ANLATI Kİ İSTANBUL’A DÖNER DÖNMEZ BİR DAHA İZLEMEK FARZ OLDU
Ayşegül’de projeler hiçbir zaman bitmez; bu sefer de ünlü yönetmen Christopher Nolan’ın son filmi Dunkirk’ün, Türkiye özel röportajlarını yapmış. Filmi anlata anlata bitiremiyor. İstanbul’da izlemiş ve ben de bayılmıştım ama Ayşegül’ün anlattığı onlarca ayrıntıdan sonra dönünce bir kez daha seyretmek farz oldu.
Bu arada, enerji, sağlık falan derken birden kendimizi gecenin bilmem kaçında, kuantum enerjisi, Einstein, Tesla, Hawking konuşurken buluverdik. Ayşegül şimdilerde bir klinik açmayı planlıyor. Şaşırıyorum, bu da nerden çıktı demeye kalmadan, “Heyecanlanma, gazetecilik benim can damarım. Dünyada röportaj yapmadığım isim kalmadı. Ama, son 2-3 yıldır öyle olaylar yaşıyorum ki, 'hamdım, piştim, yandım' dersem ancak anlatabilirim durumumu” diyor.
Gazetecilik damarım tutup anlat diye ısrar edince, uzun zamandır kimselere konuşmayan Ayşegül ile hayatın doğal akışına uygun bir sohbete başlamıştık ki o anda, “Sana bir sürprizim var” der demez “Neymiş” diye atladım hemen. “Biraz sabret” diyerek gülümsedi. Belli ki işin aslan payını bir sonraki güne bırakmakta kararlı.
‘ABİMİN VEFATI HAYATIMDA BİR DÖNÜM NOKTASI OLDU’
Ve ertesi gün yine buluşuyoruz. Tabii karşımda yılların röportajcısı olunca, başlıkları da kendisi veriyor haliyle. Ayşegül’ün abisi rahmetli Doktor Hüseyin Ekinci, çok iyi bir cerrah ve bilim adamıydı. Önce İTÜ Bilgisayar Mühendisliği okumuş, ardından da Çapa Tıp Fakültesi’ni bitirmişti. Millet ona ameliyat olmak için kapısında kuyruk olurdu. Kısaca efsane bir hekimdi. Müthiş hoş sohbet, kocaman yürekli bir adamdı. Ve artık geceden beri beklediğim hikayeyi dinleme vakti gelip çatmıştı...
DOĞUM VE ÖLÜM BU İLLÜZYONUN GİRİŞ - ÇIKIŞ KAPISI
- Ayşegül, acını tazelemek istemiyorum. Hadi ben fazla soru sormayayım, sonra ikimizin de gözleri dolacak. Yeter dün gece uzun uzun ağladığımız... En iyisi sen anlat bize…
İzzet, doğum ve ölüm bu illüzyonun giriş - çıkış kapısı. Dünyaya gelen her canlı bir yolculuğun içinde. Yaşadıklarımız bizim, ‘farkındalığımızla’ ilgili. Tabii ki, hayatta maddi bir boyut var ve bu da bir gerçek. Ama maneviyat olmazsa kapasitemizin sadece çok az bir kısmını kullanabiliyoruz. Ben, maneviyatı kuvvetli, sağlam bir aileden geliyorum. Onlara çok şey borçluyum. Bize önce insan olmak öğretildi. Ben bu yönümü gazetecilik kariyerimde fazlasıyla kullandım. Yaptığım her haberi bir değil, iki değil inan defalarca düşünüp özene bezene yazdım. Habercilik yüzünden özel hayatıma bile yeterince zaman ayıramadım.
- Nasıl yani; açsana biraz bu söylediklerini?
Yurt dışında, Türk medyasını temsil eden bir gazeteci cidden biraz robot gibi yaşamak zorundadır. Güne başlarken ilk işin, bütün yabancı medyayı taramaktır. Aynı zamanda elbette Türk medyasını da… Sonra, gün içinde katılacağın bir dolu etkinlik vardır. Haberlerini yetiştir, köşe yazını yaz... Ben özel haber üreten bir haberciyim. Bütün bu yoğunluk, network, görüşmeler… Peki geriye kalan zamanda, bir ilişkiye nasıl yoğunlaşacaksın? Ayrıca sık sık seyahatlerim olur. Şikayetçi değilim tabii ama bu bir yaşam tarzı oluyor ve öyle yaşadım ben de.
- Peki ya abin, Doktor Hüseyin...
Hayatım, canım, kanım o benim. Geçmiş zaman kullanmayı sevmiyorum. Çünkü, bu an var ve o benim her anımın parçası, bu anımın da. İyi ki benim abim olmuş. Ondan ne kadar çok şey öğrendim bilemezsin. Hayattayken de, aramızdan ayrıldıktan sonra da... Ustam oldu o benim. Meğer abim benim en büyük spritüal ustalarımdan biri olacakmış da haberim yokmuş.
Anlatayım… İki yıl önce, bir Şubat ayı, abimin ekip arkadaşından aldığım bir haberle apar topar İstanbul’a gittim. Daha, İstanbul’dan döneli üç gün olmuştu oysa. O son bir arada olmamızda ne çok duygu vardı bir bilsen. Ben çok yoğun bir hüzün yaşıyorum. Abim sık sık soruyor, “Kızım neyin var, iyi misin?” Hep yok bir şey diyorum ama yüreğim bedenimden çıkacak neredeyse. Bu dediğim ocak ayı, şubatta da kaybettik onu zaten..
Hayatta hiçbir zaman hasta görmemiştim onu; belki soğuk algınlığı bile olmamıştır. Ameliyat sonrası, bir hastasını muayene ederken fenalaşıyor. Asistanları önce aşırı yorgunluk diye düşünüyor, çalıştığı hastane gerçekten çok yoğun. Ama çok hızlı bir müdahaleyle ne olduğu anlaşılıyor. Hemen ameliyata alıyorlar, boyun damarına iki stend takılıyor. O sırada beyne kan gitmiyor. Londra’dan, İstanbul’a adeta kanatlanıp geliyorum ve onu hastanenin yoğun bakımında buluyorum. Her yerinde kablolar, yaşam destek ünitesine bağlı. Annemle, yanına girdiğimiz zaman yaşadığımız travmayı düşünebiliyor musun? Sonrasında 10 günlük bir süreç var. İşte bu süreçte, benim karşıma neler çıktı anlatamam...
‘EVRENDE İNANILMAZ BİR ADALET VAR. HEPİMİZ BİR BAŞKASININ DERSİYİZ’
- Sen anlatırken yine gözlerim doldu. Abinin vefat haberini duymuştum ama bu detayları onun canının parçasından dinlemek...
Zaten ben de bugüne kadar detay vermeye hazır değildim. Bu bir süreç, herkesin kaybı kendi süreci aslında. Öyle bir düzen var ki, bu döngü içinde dualarla, yaşananlarla, güzel anılarla, sevgiyle, şükürle normale dönüyorsunuz. Biliyorsun, bu bir travma!
HADİ YENİ BAŞTAN DİYORSUN, YENİ BİR SEN İNŞA EDİYORSUN
Hayatın içinde yeniden var olmaya çalışıyorsun ama hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Hadi yeni baştan diyorsun, yeni bir sen inşa ediyorsun.
Bizde de böyle oldu. Can dostlarım hep yanımdaydı ama çok acı tecrübeler de yaşadım. Akrabaların, yakınların gerçek yüzlerini gördüm. İnanır mısın, bazılarının benden o dönemde bile beklentileri oldu. Oysa donmuş kalmışım. Neyse, herkes kendini biliyor; bilmeseler bile evrende inanılmaz bir adalet var. Hepimiz bir başkasının dersiyiz inan.
STEPHEN HAWKING İLE RÖPORTAJ YAPTIM; BREZİLYA’DA JOHN OF GOD İLE TANIŞTIM!
Abimin o kısacık rahatsızlığında, hayatta kalsın da ne olursa olsun elimizden geleni yaparız diye düşünürken, Kuantum Biofeedback sistemiyle tanıştım. Zaten, bir mühendis olarak kuantum fiziğiyle çok ilgiliydim. Ayrıca, farklı 3-4 sistemde Reiki hocasıyım. Uzun yıllardır Kundalini yoga yapıyorum. Enerji ve beyin iletişimi ile her zaman çok ilgiliyim. Bu konuda dünyada pek çok büyük hocayla çalıştım. Profesör Stephen Hawking ile röportaj yaptım.
ABİMİ 10 GÜNDE KAYBEDİNCE, BAMBAŞKA BİR SERÜVEN İÇİNDE BULDUM KENDİMİ
Abimin vefatından sonra Brezilya’da üç hafta kaldım. John of God’ın kliniğinde, onun yüzlerce insanla nasıl çalıştığını, onlara yardımcı olduğunu gördüm. Konuyu da kaleme aldım. Bu arada, benim ailemin yüzde sekseni tıp insanı. Tabii ki abim ve amcamdan da çok etkilendim. Dayım da çok iyi bir doktordur.
NASA için yıllar önce tasarlanan Kuantum Biofeedback Enerji Terapileri ile abime faydalı olabileceğimi hissetmiştim. Ancak, onu 10 günde kaybedince, bambaşka bir serüven içinde buldum kendimi. Kuantum hocası olmak ve uygulamak da işte bu sürecin parçası oldu.
Abim, sayısız insana şifa dağıtmış, çok iyi ve ilgili bir hekimdi. Vefatında, inanılmaz bir duygu seli oldu. Ameliyat edip hayata döndürdüğü hastalar, yakınlarımız, bir an olsun yalnız bırakmadı.
İşte, onun bende yarattığı ilk etki, ‘yardım’ oldu. Düşünsene bir gazeteci olarak dünyada gitmediğim, konuşmadığım insan neredeyse kalmamış. Sayısız özel haber yapmışım. Gördüğüm ilginç olayları, sağlık haberini paylaşırken ne kadar çok insanın hayatına dokunursam o kadar mutlu oluyorum.
‘İNSAN DEĞİŞİK TİTREŞİM FREKANSLARINDAN OLUŞAN ÜÇLÜ BİR BÜTÜNDEN MEYDANA GELİR’
- Peki klinik fikri nasıl ortaya çıktı? Yaptığın terapi nasıl bir terapi? Ben de alacağım elbette kobay İzzet olarak ama önce senden dinlemek istiyorum...
Kişinin hayat kalitesi ile bedensel, zihinsel ve ruhsal sağlığı, yaşam enerjisinin beden enerji kanallarında ne oranda serbestçe aktığına bağlıdır. Bu enerji akışlarında bir blokaj varsa, durum fiziksel, mental ve duygusal rahatsızlıklara ve yaşam kalitesinde azalmaya neden olur.
İnsan üçlü bir bütünden oluşur. Değişik titreşim frekanslarından meydana gelen ruh, zihin ve beden. Tüm fiziksel ve ruhsal dengesizlikler de önce kişinin enerji sisteminde başlar. Bedenimiz aslında kendini dengelemeye programlanmış bir enerji makinasıdır. Ama biz maalesef toksinler, genetiği değiştirilmiş veya işlenmiş yiyecekler, antibiyotikler, aşılar, duygusal ve fiziksel travmalar ve benzeri şeylerle kendimizi dengeleme yetimizi köreltiyoruz.
Benim kullandığım sistem çok değerli bilim adamları tarafından tasarlanmış ve geliştirilmiş biofeedback-biyolojik geri bildirim ve bio-rezonansı bir araya getiriyor. Kuantum fiziğinin enerji bilgilerine ve mekaniklerine dayanmakta bu metot. Kişinin bilinçaltı ile çalışıp, bedensel-fiziksel ve ruhsal olarak o andaki değerlerini ölçüp, bunu veri olarak kullanabiliyoruz.
- Peki bu sistem nerelerde kullanılıyor?
DNA aktivasyonunu harekete geçirmeye yardımcı olmak, doğal yaşam enerjinizi (chi) yenileyip canlandırmak, bedeni toksinlerden arındırmak, organlarınızın ve bedeninizin manyetik alanlarını dengelemek, bağışıklık sisteminizin ve metabolizmanızın içsel gücünü harekete geçirmeye yardımcı olmak ve benzeri şeylerde.
Bütün bunların ışığında kafamda yavaş yavaş bir klinik fikri belirmeye başladı.
- Peki bu klinik fikri Londra'da mı, yoksa İstanbul'da mı gerçekleşecek? Malum sen iki tarafta da yaşıyorsun.
Kafamdaki proje, kliniğin Londra’da olması ve çok gerekli durumlarda mobil olarak danışanımıza ulaşmak şeklinde olacak. Zaman güzel şeyler gösterecek İzzet buna çok inanıyorum…
- Röportajlar ne alemde? Mesleği bırakmıyorsun herhalde...
Gayet güzel gidiyor. Bugüne kadar iki binin üzerinde isimle röportaj yapmışım, dile kolay...
- Kimler var, say da biraz, konu değişsin...
Barack Obama, Tony Blair, Margaret Thatcher, Stephen Hawking, Julian Assange, Angelina Jolie, Daniel Craig, Denzel Washington, Mark Warhberg, Matthew McConnaughey, Leonardo DiCaprio, Sarah Jessica Parker, Uma Thurman, Hugh Grant, Hugh Jackman, Russell Crowe, Sarah Ferguson, Benazir Butto, Robin Williams, Tom Ford, Jack Nicholson, Javier Bardem, Johnny Depp aklıma gelen isimler…
- Tamam, tamam. Liste şahane gerisi bahane!
Başka bir projem daha var ama onu paylaşmak için erken henüz...
- Bir de geçenlerde Hindistan’a gitmiştin. Oradan da çok ilginç bir haber yaptın. Otizm ve SP hastası olanları tedavi eden bir doktorla röportajın vardı yanlış hatırlamıyorsam…
Evet, Doktor Gunvant Oswal… Kendi ismini verdiği bir tedavi yöntemi olan G Terapi ile 25 yılda, 20 binin üzerinde otizm, serebral palsi, MS, Alzheimer, öğrenme bozukluğu, hiperaktivite gibi beyin rahatsızlıklarını tedavi etmiş. Homopatik ve ayurvedik bir molekül bulmuş. Şimdilerde bu molekülün patentini aldı. Amacı, daha fazla sayıda kişiyi iyileştirmek. Ben de Hindistan’da haftalarca kalıp, ciddi bir araştırma yaptım. Yürekten inandığım bu tedavi yöntemi G Terapi ile ilgili de bazı düşüncelerim var.
- Ayşegül belli ki sen hayatın sana armağan ettiği her saniyeyi öğrenerek ve elinden geldiğince insanlara yardım ederek geçirmeye kararlısın. Bu sohbet burada bitmez. Şimdiden İstanbul’da kaldığımız yerden devam etmek üzere sözleşip, vedalaşalım. Çünkü anlattıklarında, hepimiz için yeni kapılar, yepyeni ufuklar açacak satır başlıkları var…
Peki ya G Terapi makinasında yaşadığım deneyimler? O da artık bir başka yazıya... Pek yakında...
Röportaj: İzzet Çapa / SuperHaber