“BU SANA SON MEKTUBUM”
Başlıktaki şarkıyı bilirsiniz, Nilipek olağanüstü söyler. Şarkıyı daha öncesinden Suat Sayın’ın muhteşem sesinden biliriz.
İçimizi titretir, zihnimizde çalar:
“Bu sana son mektubum / Ayrılmaya mecburum…”
Bir unutulmaz mektubumuz daha vardır, Filiz Akın’lı sahneler eşlik eder:
“Bitsin her şey, bütün aşkım /Bunu senden diliyorum,
Son mektubu yazarken ben saadetler diliyorum.”
Biri bize “Bu son” dediğinde mahzunlaşırız, içimiz erir.
Kızgınlıkları, kırgınlıkları kenara iter “son kez” diyene sarılmaya kalkarız.
Oysa. “Son kez” diyenin yaptığı şey sadece duygu yönetimidir. İletişimde çok işe yarar.
Gündelik hayatta bunu biliriz ama siyasal hayatta bu bilgiyi hatırlayanlar ayakta kalır.
Duyguları hayata geçirebilenlerin sonuç almaları kolaylaşır.
Tüm sertliklerimize rağmen biz duygusal bir milletiz.
İngilizler gibi soğuk, Almanlar gibi ağırkanlı, Amerikalılar gibi çıkar odaklı, kuzey ülkeleri gibi mantığa teslim değiliz.
Bizim kalbimize dokunan elimizdekini alabilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu biliyor. İyi biliyor.
Siyasi hayatı duyguları harekete geçirerek başladı, öyle sağlamlaştı.
Dünyanın bin kez değiştiği süreçte, duyguları harekete geçirerek iktidarını korumayı başardı.
1996’da Siirt’te, “Minareler süngü, kubbeler miğfer” şiiriyle açtığı parantez, gençlik buluşmasında söylediği “Bu son seçimim” cümlesiyle kapanabilir mi?
Kapanmaz.
Nedenlerini sıralayarak uzatmayayım, en basiti siyaset öyle girilince çıkılabilen bir şey değil. Kuşatıcı bir şey.
Öyleyse neden “Bu son seçimim” dedi?
Bu bir stratejiydi. Kıl payı seçim sonuçları ortamında duygulara basarak yükselme stratejisi.
Ve fakat. Etrafında bu stratejiyi anlayabilecek ve de besleyebilecek kimse yoktu.
Deneyimsiz çevre, hemen konuyu alıp Anayasa’ya, yeniden seçilmeye doğru iteledi. Duyguların sıcaklığını, hukukun soğukluğuyla yok ettiler.
Şahsen tanıdığım Devlet Bahçeli, zekâsı tartışılmaz bir lider.
MHP Kurultayında Erdoğan’ın stratejisine geri dönmekle kalmadı, duyguları bir ileri düzeye taşıdı:
“Türk milletini yanız bırakamazsın!”
Bu çıkışını Erdoğan sevdasıyla açıklamak olmaz. Kafasındaki Türkiye tasavvuru için Erdoğan’ın liderlik gücüne ihtiyacı olduğu açık.
SEÇİME DAİR NOTLAR
Bir, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul seçimlerini şansa bırakacağını hiç sanmıyorum.
Masasında İstanbul için Yeniden Refah Partisi’yle anlaşmak gerektiği önerisinin olduğu dosyalar olduğunu biliyorum.
İki, bu köşede defalarca yazdım, yüzde 85’i yok olmuş Hatay’da iktidar, muhalefet aday gösterirlerken yoğurdu bile üfleyerek yemeliler diye.
Hatay bu ülkede yaşayan herkesin kişisel meselesidir. Asla ve asla CHP, depremin belediye başkanı Lütfü Savaş’ı aday göstermemeliydi.
CHP konuyu eline yüzüne bulaştırdı, büyük olasılık Hatay’ı kaybedecek.
Hatay’ın TİP adayı Gökhan Zan olmuştu. Deprem sürecinde canla başla çalışan Zan’ı TİP adaylıktan çekti.
Üstelik yolsuzluk imasıyla bunu yaptılar, Zan da hukuki yollara başvurarak kumpas olduğu açıklamasını yaptı.
Görüşüm şu ki, TİP güzel konuşuyor ama hep yanlış işler yapıyor.
Üç, tarihimizin en karmaşık seçim kampanyalarını izliyoruz. Bu karmaşanın arkasında parti örgütleri, aday danışmanları ve kampanya ajansları arasındaki koordinasyonsuzluk var.
Kampanya, karmaşayı basitleştirmek için yapılan şeydi oysa.
ANLAMADIĞIM ŞEYLER
Bir, İngiltere’de prenses Kate haftalardır kayıp. İletişim olanaklarının bu kadar yaygınlaştığı, çene ishalinin her yeri kapladığı, kimsenin hiçbir sırrı tutamadığı zamanımızda nasıl oluyor da bir tek bilgi ortaya çıkmıyor anlamış değilim.
Ortamdaki bilgisizlik hali, İngilizlerin en sevdiği prenses olan Kate’in akıbeti hakkında pek çok dedikodunun yayılmasına neden oluyor.
Öldü diyen var, ki ölse saraya gömmemişlerse, gizli kalması olanaksız.
Boşandılar diyen var, boşansalar Lady Diana’yı ölüme sürükleyecek kadar gözleri dönmüş paparazziler asla atlamaz.
Ameliyat oldu diyorlar, en doğal insanlık hali, açıklama yaparsınız biter. Yok komaya girmişse ülkesi kendisi için dua eder.
İngiltere Sarayı’nın Prenses Kate hakkındaki bu sessizliğini de, iletişim yönetimlerindeki bu abukluğu da anlamış değilim.
İki, oyuncu Gökçe Bahadır’ın oturduğu eve 270 Bin TL kira ödediği yazıldı. Bu konuyu daha önce de yazmıştım.
Ünlülerimizin en güzel evlerde oturma isteklerini anlayabiliyorum ama o evlere korkunç paralar ödemeleri kısmını asla anlayamıyorum.
Benim gibi memur kafasına sahip olanlar hemen hesap kitap yaparlar ve 270 Bin TL kira ödemek yerine, o tutarda taksit ödeyebileceği krediler çekip saraylar satın alabilirler.
Anlamıyorum, anlamayacağım.
FUTBOLDAKİ GERİLİM NASIL BİTER?
Fenerbahçe ile Galatasaray arasındaki gerilim tırmanmışken, Fenerbahçe’nin konuk olduğu Trabzon maçında çirkin olaylar yaşandı.
Öyle böyle değil, sopalı, maskeli saldırganlar, utanç verici sahneler.
Futbolumuzu dünyanın gözleri önünde rezil rüsva ediş.
Spor Bakanı ne diyecek derken, İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı devreye girmek zorunda kaldı.
Bu gerilimin nasıl bitirilebileceği üzerine kafa yormak lazım;
Bir, futbolda güvenin acilen tesis edilmesi gerekiyor.
İki, Futbol Federasyonu Başkanının bu görev için yeterli olmadığı baştan belliydi, istifası şart.
Üç, hakem eğitimleri daha ciddi yapılmalı.
Dört, hakemlerin maçlara verilme süreci için tarafsızlığı garantileyecek bir yöntem belirlenmeli.
Beş, saldırganlar kim olursa olsun, ciddiye alınabilecek yaptırımlar getirilmeli.
Altı, medyanın tutumu ve olaylardaki rolü masaya yatırılmalı.
Yedi, gazetecilerin ve yorumcuların kulüpleri karıştırıcı, durumları maniple edici yaklaşımları ve ilişkileri etik gözetime alınmalı.
Aksi halde, sporda gelişmemiş ülke imajına saplanıp kalacağız.
AKLIMDA KALAN
Ankara kültür başkentidir hatırlatması: Habertürk’te yerel seçim programında sevgili Mehmet Akif Ersoy “Ankara’da gezilecek yer mi var” diyerek dalga geçince içim acıdı. Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde ve sonrasında kültür başkenti olma vizyonu ve misyonuna sahipti. Müzeleri, yüksek sanat kurumları, eğitim kurumları, hayvanat bahçesi, Luna Park’ı, sinemaları, tiyatroları, TRT’si, Göl Gazinosu ile bir kültür vahasıydı. Niteliği en yüksek kültür ve sanat Ankara’da üretilirdi. Sanatçılar Ankara’da beğenilmek için yarışırdı. Bir sınıf atlama ortamıydı Ankara’nın kültür ortamı. Ankara beğenmişse o iş tutar diye ifadeler vardı. Dünyanın en önemli, ödüllü müzelerinden Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nden habersiz olmak ne kadar üzücü. O müzeyi görmemiş, binasıyla bir başyapıt olan Resim Heykel Müzesi’nin kapısından girmemiş olanlar var. Ankara’nın solgun bir şehre dönmesinde, hakkının yenmesinde son 40 yılın yöneticilerinin rolü var. Turizmi otelcilik sanan kültür bakanlarının da vizyonsuz belediye başkanlarının da rolü var. Elbette Ankara’ya gerekli özeni göstermeyen devletin de rolünü unutmamalı.