Bu seçimden çok şey öğreneceğiz...
Madem araştırma şirketleri bindikleri dalı kestiler.
Madem artık onlara güvenmiyoruz.
Bir çok şeyi 31 Mart’ta, sandıktan öğreneceğiz.
Mesela;
Akşener, Erdoğan’ı millete “terörist” demekle suçladı, Erdoğan da onun hakkında iftiradan suç duyurusunda bulundu.
Milletin liderlere güven pozisyonu öğreneceğiz.
Yeni, sıcak, sevgi dolu bir dil bizde iş yapar mı, öğreneceğiz.
Millet deneyim mi, enerji/değişim mi istiyor öğreneceğiz.
Siyasette iki artı iki eşittir dört mü ediyor, beş mi yoksa üç mü, yani ittifak tutar mı tutmaz mı öğreneceğiz.
Yeni durumda lidere mi, adaya mı oy veriliyor, öğreneceğiz.
Siyasal iletişim tarihimizin en kötü seçim kampanyalarına rağmen katılım oranı artacak mı, azalacak mı öğreneceğiz.
ACABA…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “konsolide olmalıyız” dediğinde dinleyenler, “ne olmalıymışız, ne?” diyor mudur?
Bahçeli, muhalefet liderini teröristlerle “düşüp kalkmak”la suçlarken “ayıp ediyor muyum” diye düşünmüş müdür?
Kılıçdaroğlu “Orayı burayı alacağız” derken, “şurayı alamayacağız” dediğini fark etmiyor mudur?
FARUK BİLDİRİCİ: KİTAP GİBİ ADAM…
Bu köşede çokça söz ettim Faruk Bildirici’den.
“Yüzyıllık arkadaşım” dedim.
Birbirimiz için önemimiz, birbirimizin yanında yüksek sesle düşünebilmemizden kaynaklanır.
Birbirimize güveniriz.
İnsan satmayız, arkadan vurmayız.
Medyada zor bulunur şeydir bu.
Aslında bu anlamda demode sayılırız.
Faruk artık Hürriyet’te yazmıyor. Ve Hürriyet halâ var, tuhaf.
Herkesin geçen hafta öğrendiği sonucun başlangıcı tam üç ay öncesine dayanıyor.
“Başka içerikle yaz, eleştirme” demişlerdi. Ve fakat öncesinde yazdığı yazının yayınlanmayışı vardı.
Onurlu gazeteciler için bu, kaldırılabilir değildi.
Sakin olmasını söylemiştim.
Sakindi ama geri adım atma niyetinde değildi.
Köşesi kaldırıldı.
İş dünyasının güncel ifadesiyle “pozisyonu kapatıldı”.
Duruma iki açıdan olumlu bakıyorum, kendisine de söyledim.
Birincisi, elindeki kitabı bitirecek. Sonra belki benim çok istediğim bir biyografiye başlayacak.
Çünkü o, müthiş bir biyografi yazarı.
Öyle hikâyeden değil, her cümleyi belgelere dayandırarak yazar.
Ondan yazmasını istediğim isim, çok bilinen biri.
Hayatını yazmak bir anlamda Türkiye’nin yakın tarihini yazmakla eş olacak biri.
Faruk gerçekten de heyecanlandı ben ismi söyleyince.
Yazacak. Yazmalı.
İkincisi, Faruk’suz Hürriyet, ve elbette ülkem medyasının sefaleti daha bir görünür olacak.
Bu da bir şey.
KİM KAZANMIŞ OLUR?
Mehmet Özhaseki kazanırsa, Erdoğan kazanmış olur.
Mansur Yavaş kazanırsa, Mansur Yavaş kazanmış olur.
Binali Yıldırım kazanırsa, Erdoğan kazanmış olur.
Ekrem İmamoğlu kazanırsa, Ekrem İmamoğlu kazanmış olur.
BEDELİ NEYSE ÖDEYELİM
Gülben Ergen.
Akşam yatıyorum başka bir adamla çıkıyor, sabah kalkıyorum başka bir adamla.
Bir adamdan ayrılıyor, biz onu kavrayamadan bakıyorsunuz yeni bir adamla
beraber.
Hızlı giden tren kompartmanlarını saymam, onun hayatındaki durakları saymamdan daha kolay.
Bu yetmedi.
Canı istediği zaman, istediği adama nikâh kıydırabilme gücüne sahip.
Diğer tüm kadınlar için ne imrendirici değil mi?
Biri bana Gülben Ergen’in sırrını açıklasın, bedeli neyse ödeyelim.
SORU-CEVAP
Soru: Yükselen yıldızımız Buket Aydın’ın, Kılıçdaroğlu “o illeri alacağız” deyince kahkaha atmasına ne diyorsunuz?
Cevap: Ne diyeceğim? Faruk Bildirici gibi değerler medyadan silinince, ortam kimlere kalacak sanıyordunuz?
Soru: Ankara’da, evinde iguana besleyen kadın hakkında ne düşünüyorsunuz?
Cevap: Bir kadın yalnızlık çekmeye başlamışsa yapabileceklerinin sınırı yoktur.
DİNLENE DİNLENE DÖVMÜŞ
Keşke ben, Ahmet Kural ve Sıla mahkemesinde bir kenara ilişseydim.
“Güçlü Sıla” gidip, yerine “acıların kadını” nasıl gelmiş görürdüm.
Belki fırsatını bulur da “madem adam seni dinlene dinlene dövmüş, o dinlenirken sen çay mı demliyordun?” sorardım.
Acıların kadını Bergen bile, yüzüne kezzap döküldüğünde bu kadar ağlamamıştır.
Bu İstanbul avukatları, kazanmak için insanı ne hale getiriyorlar yaaa, pes!
DÖ-KÜ-LÜ-YO-RUZ
Oynadığımız futbol dökülüyor.
Teknik adamlarımız dökülüyor.
Kulüp yönetimlerimiz dökülüyor.
Hakemlerimiz dökülüyor.
Federasyonumuz dökülüyor.
Spor programlarımız/yorumcularımız dökülüyor.
Herkes seyrediyor…
TAM BİZLİK İKİ TEKNİK ADAM
Şenol Güneş “Bazıları benim konuşma bakımından özürlü olduğumu söylüyor, bazıları da anlama özürlü galiba” diyerek tepki göstermiş.
Cümlenin ilk kısmındaki “bazıları” arasında ben de varım, “anlama özürlü” kısmında galiba yokum.
Ersun Yanal, “Bazı oyuncular Fenerbahçe formasının ağırlığını kaldıramıyor” demiş.
İnsanın “peki sen o kadar parayı neden alıyorsun, hangi oyuncunun neyi kaldırıp kaldırmayacağını bilip ona göre takım kurmak için değil mi?” diyesi geliyor.
YÖK BAŞKANINA NOT
Sayın Yekta Saraç, üniversitede görev yaptığım sürece, benim en üst amirim oluyorsunuz.
“Akademik yayın sayısında sorun yok, yayınların niteliğinde sorun var” diyorsunuz.
Sonuna kadar haklısınız. 10 numara beş yıldız.
Ve fakat.
Akademik yükselme kriterlerini niteliğe değil, niceliğe bağlayan başında bulunduğunuz kurum değil midir?
Akademisyen bilim yapmak yerine, pösteki gibi puan sayıyor.
Naçizane belirtmek isterim.
AKLIMDA KALAN
“Kadınlar günü” komedisi: Her türlü ayrımcı ifadeye karşı olduğumdan, “kadınlar günü” lafından da uzak duruyorum. Temeli, “daha iyi koşullarda, eşitlik içerisinde çalışmak” amacıyla greve gidilen 8 Mart 1857’de atılan kadınlar gününün geldiği nokta şudur; kadın çalıştırdığı için Opet’e gidelim, kadın yoksa masamızın ayağı kırılır diye Alfemo alalım, eşitlikten yana diye Boyner’i sevelim vs… Sömürülüyoruz diye yola çıkan kadınları sömüren bir marka endüstrisi. 162 yılda bırakın daha ileriye gitmeyi daha da geriye düşüyoruz. Üstelik de bunu kadınların gönüllülüğüyle yapıyoruz! Geldikleri nokta, “8 Mart tatil olsun” geyiği. Sen önce 1 Mayıs’ın hakkını ver istersen.