'Büyükanıt Dolmabahçe’de Erdoğan'a anlattı, FETÖ'ye tasfiye operasyonu başlatılacaktı'

‘Modern Zamanlar’ın Hasan Sabbah’ı Fethullah Gülen’ adında bir kitap kaleme alan Başbakan Başdanışmanı Abdülkadir Özkan: Sayın Büyükanıt Dolmabahçe'de bu cemaatin devlet, emniyet, istihbarat ve ordu içinde ulaşmış oldukları tehlikeli noktayı Sayın Erdoğan’a haber verdi ve ikna etti. 2007’de Erdoğan bu örgütün devlet içerisinden tasfiye edilme operasyonunu başlatacaktı

İşte Başbakan Başdanışmanı Abdülkadir Özkan'ın Habertürk'ten Kübra Par'a açıklamaları:

“FETÖ elebaşı Gülen’in Türkiye’deki örgütlenmesi önceki iktidar dönemlerinde başlamıştı ama AK Parti döneminde arttı” eleştirisine ne diyorsunuz?

1960’ta askerlik dönüşü Fethullah Gülen, Komünizmle Mücadele Derneği’nin başkanı olarak çıkıyor karşımıza. Komünizmle Mücadele Dernekleri o dönem Soğuk Savaş atmosferi içinde Rusya’ya karşı ABD’nin ve Amerikan İstihbaratı’nın desteklediği derneklerdi. Gülen’in 1960’lı yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığı’nda memuriyete başladıktan sonra hayatındaki en önemli kırılma noktası Yaşar Tunagür ve Kasım Gülek görüşmesidir. Yaşar Tunagür dönemin Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı, Kasım Gülek ise CHP Genel Sekreteri’dir. Fethullah Gülen’in Amerikan istihbaratı ile ilk ilişki kurduğu tarih 1965’tir. Bunu da Kasım Gülek, Yaşar Tunagür ve dönemin CIA temsilcisi Graham Fuller üzerinden başlatmıştır. O dönem aynı zamanda ABD’nin Türkiye ve bölgede ‘yeşil kuşak’ ve ‘Ilımlı İslam’ projesinin tedavüle sokulduğu yıllar. Amerikan derin aklı, Ortadoğu’da Türkiye’de ve Türk cumhuriyetlerdeki dini yapıyı değiştiremeyeceğini bildiği için, buraları komünizm tehdidinden korumak için apolitik bir din anlayışı gelişmesi konusunda destek veriyor. Ve 1980 sonrası Gülen’in devletteki en büyük kadrolaşma dönemi başlıyor. Bu 1990’larda zirveye ulaşıyor. Yani Gülen’in devlette AK Parti döneminde örgütlendiği tezi tarihsel gerçeklikle örtüşmüyor.

- Peki, CIA’nın Gülen’i sürekli doğrudan yönlendirdiğini düşünüyor musunuz?

1960’larda başlayan ilişkinin sonra da devam ettiğini düşünüyorum. Geçmişte FBI danışmanlığı yapmış ve ABD istihbaratını çok iyi takip eden Paul Williams, Sibel Edmonds gibi gazeteciler Fethullah Gülen’in baştan sona bir CIA çalışması olduğunu söylüyorlar. Hatta Paul Williams, Rus istihbaratına sızmak adına uzun yıllar Fethullah Gülen’in Türk cumhuriyetlerinde finanse edildiğini bu finansman sayesinde okulların kurulduğunu, hatta o okullardaki öğretmenlerin aslında istihbarat toplayan CIA ajanları olduğunu ifade ediyor. Okul açtığı bütün ülkelerde devlet kademelerine nüfuz etmeye çalışıyor. Devlet büyüklerinin ve önemli isimlerin çocuklarını kendi okullarında okutup, o çocukların devlette belli kademelere gelmesini sağlayarak onlar üzerinden bir nüfuz elde etmeye çalışıyor. Aynısını Balkanlar’da da yapıyor.

- Peki, bütün bunları yaparken Gülen’in amacı ne tam olarak?

Çok ütopik ve bize komik gelebilecek bir hedefi var. Kendisinin ‘Kâinat İmamı’ olduğunu düşünüyor. Hatta Gülen’e bağlı olanlar onun Mehdi olduğuna inanıyorlar. Türkiye hinterlandında olan ülkeler ve Balkanlar’ı etkisi altına alma gayreti var. Bunu hem siyasi ve sosyal olarak hem de ticari olarak yapıyor. Dünyanın her yerinde büyük ticari kuruluşları var.

‘BÜYÜKANIT, ERDOĞAN’A ABLATTI’

- Ergenekon sürecinde hükümetle işbirliklerine yönelik eleştirilere ne diyorsunuz?

Çok enteresan bir şey söyleyeceğim. Hatırlarsanız Sayın Erdoğan Başbakan olduğu dönemde Dolmabahçe’deki ofisinde dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ile özel bir görüşme yapmıştı. İçeriği açıklanmadı ve Büyükanıt “Benimle mezara girecek” dedi. O görüşmeden tam bir ay sonra Ümraniye’de bir gecekonduda mühimmatlar bulundu. Sonra Poyrazköy baskını oldu ve Ergenekon süreci başladı. Bence Sayın Büyükanıt o gün bu cemaatin devlet, emniyet, istihbarat ve ordu içinde ulaşmış oldukları tehlikeli noktayı Sayın Erdoğan’a haber verdi ve ikna etti. 2007’de Erdoğan bu örgütün devlet içerisinden tasfiye edilme operasyonunu başlatacaktı. Ama bir ay sonra orduya ait mühimmatların bulunduğu, darbe günlüklerinin ele geçirildiği haberleri üzerinden bir kamuoyu oluşturdular. Ordunun darbe hazırlığı içerisinde olduğunu ve kendilerinin bu darbeyi deşifre ettiğini söylediler. Süreci manipüle ettiler. Böylece Ergenekon sürecine toplumsal bir destek kazandılar. Fakat kuvvet komutanları yavaş yavaş içeri alınmaya başlayınca ve İlker Başbuğ hapse atılınca Sayın Erdoğan bir şeylerin yanlış gittiğini fark etti. Ergenekon süreci ve Taraf Gazetesi aleyhine konuşmalar yapmaya başladı. 2011 sonrasında da dershaneler tartışmasını açarak örgütün tasfiye sürecini başlattı.

Bazı kesimlerin aklında “15 Temmuz’un arkasında gerçekten Gülen mi vardı?” sorusu var. Yabancı ülkeler de “Bize bunun somut delillerini sunun” diyor. Hükümetin bu konuda net bir cevabı var mı?

Batılı devletlerin “Hükümet bize somut deliller sunamıyor” ifadesi gerçeği yansıtmıyor. 15 Temmuz sonrası hazırlanan iddianamelerde, yakalanan rütbeli komutanların, subayların ve bazı erlerin ifadelerini okudum. Bir kısmı darbe emir ve talimatını bizzat Gülen Cemaati’ne mensup kişilerden aldığını itiraf ediyor. Hadi bunları bir kenara koyalım. Darbe gecesi Akıncı Üssü’nde yakalanan Adil Öksüz, Sakarya Üniversitesi’nde İlahiyat hocası ve daha önce Pennsylvania’ya kaç kez gidip geldiği, Fethullah Gülen ile görüşmeleri ve cemaat içindeki serüvenine dair bilgiler kayıtlarda var. Akıncı Üssü’nde Adil Öksüz adında bir adamın yakalanmış olması dahi bu darbe girişiminin arkasında Fethullah Gülen olduğunu anlamak için yeterli bir delil. Ama Batı bunu görmek istemiyor.

‘AKADEMİSYENLERİN İHRACINDA BÜROKRATİK OLİGARŞİNİN PARMAĞI OLABİLİR’

- KHK’lar yoluyla çok sayıda tutuklama, ihraç ve açığa almalar var. Cumhurbaşkanı’nın “At izi it izine karıştı sözü” çok dikkat çekmişti. Hükümetin tasfiye sürecini dikkatlice yürütebildiğini düşünüyor musunuz?

Türkiye zor ve olağanüstü bir dönemden geçiyor. Sayın Cumhurbaşkanı’mız da bunu kabul etti. Hükümet hata payını düşündüğü için bir önceki KHK’da bu konuda adım attı ve ihraç edilen memurların tümüne yargı yolu açıldı.

Son KHK ile birçok akademisyenin görevine son verilmesine ne diyorsunuz?

Türkiye’de bir bürokratik oligarşi var. Bu bürokratik oligarklar arasında AK Parti’denmiş gibi görünerek hükümete zarar veren işler yapanların olduğunu gördük. Hatırlarsanız Gezi Parkı olayları sırasında çadırların yakılmasını sağlayan polislerin paralel ekiplere ait oldukları ortaya çıktı. Bu son süreç içerisinde de masum insanları bu tür listelere katarak AK Parti’yi ve Cumhurbaşkanı’mızı zor durumda bırakmak isteyen bir bürokratik oligark parmağı var gibime geliyor. Dikkat etmek zorundayız. Geçmişte bunu yaşadık.

GÜNÜN VİDEOSU

Dilan Polat'ın hayranı pes dedirtti: Cezaevine girdiğinizde kalp krizi geçirdim!

Dilan Polat cezaevine girince kalp krizi geçirdiğini söyleyen hayranı, Polat ile bir araya gelince ağladı.