CHP, CHP’YE KARŞI

Gün geçmiyor ki CHP içine dair bir sorun tartışılmasın. Zira, denizde kum, CHP’de sorun bitmiyor. Önce sorun başlıklarını sıralayayım;

Bir ve en önemlisi, liderlik sorunu:

CHP, Ecevit’ten sonra durumu idare eden genel başkanlar tarafından yönetilmekte. Özgür Özel de durumu idare etmekten başka bir şey yapamıyor.

İki, kimlik sorunu:

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olmaktan değerlenen ilkelerini terk ederek güncel akımlar içerisinde neyi temsil ettiği noktasında kafaları karıştırıyor. Başka bir siyasi partiyle iş birliği, o siyasi partiyle aynılaşmak sonucunu doğuruyor.

Üç, iletişim sorunu:

Parti içi ve dışında ciddi bir dert anlatamama sorunu yaşıyor, her kafadan bir ses çıkarak kakafoni oluşturmaktan vazgeçmiyor.

Dört, teşkilatla genel merkez arasındaki sorunlar:

CHP’nin asıl zenginliği yorulmak bilmeden çalışan emekçi teşkilâtıyken, sonradan CHP’ye gelip yönetime yerleşmiş kişilerin özellikle taşra teşkilatına üstten bakışları, karar alırken onları önemsememeleri küskünlüğü doğuruyor.

Beş, çok başlılık sorunu:

En görünür sorun. CHP’de kaç güç odağı var, kim hangi odaktan yana tartışmaları bitmiyor. Özelciler, Kılıçdaroğlucular, Ekremgiller, Yavaşçılar…

Altı, parti içi demokrasiyle parti disiplinin karıştırılması sorunu:

Başta belediye başkanları olmak üzere herkesin, canının istediğini söyleme özgürlüğünün var sanılması demokrasi olarak açıklanıyor. Halbuki durum demokrasiyle ilişkilendirilemez. Bir parti varsa, disiplin vardır ve herkes o disipline uymakla yükümlüdür, umursanmıyor (Bakınız birinci sorun).

Yedi, politika/ çözüm üretememe sorunu:

Dünya, sorunlar, seçmenler sürekli değişirken CHP’nin, yeni ve inandırıcı çözüm önerileri ortaya koymak yerine sadece iktidar karşıtlığı üzerinden söylem geliştirmek güven vermiyor.

Sekiz, kirlenme sorunu:

“Sosyal devlet” iddiasını taşıyan bir partinin yerel yönetimlerden başlayarak yolsuzluk iddialarına konu olması, yönetimdekilerin yakınlarını koruyup kollaması tepki çekiyor.

Dokuz, küskünlük sorunu:

Büyük başarı göstererek yerel seçimleri kazanan belediye başkanlarının, genel merkezin sadece İstanbul ve Ankara belediye başkanları varmış gibi davranmasından, kendilerinin gölgede bırakılmalarından rahatsız oldukları biliniyor.

Liste daha da uzayabilir. Burada keseyim.

Örgüt sosyolojisi dersinde “biriken sorunların bozulmayı, bozulma da örgütün varlığını sorgulamayı getirir” bilgisi üzerinde dururuz.

Aslında CHP oy artırmıyor. Yüzde 22- 24 arasında sallanıyor. Onlar da, CHP’li olma mirasını taşıyanlardan ve Erdoğan’dan başka lider görmemiş olarak büyümeye tepki duyan gençlerden oluşuyor.

30 Mart 2024 seçimlerinde CHP’nin başarısını, iktidar partisinin politikalarına tepki, ekonomik krize kızgınlık ve başka partilerle seçim uzlaşısına girerek oy devşirmeleri belirledi.

Başlarda Özgür Özel durumun farkındaydı, “Aldığımız oylar emanet oylar, başarı göstermeden erken seçim istemeyiz” dedi. Dediğine pişman ettirdiler, aynı Özel kısa süre sonra “erken seçim de erken seçim” diye tutturmaya başladı.

Oysa ne seçim yorgunu halk, ne ekonomik krizle cebelleşen iktidar, ne de daha yeni seçilmiş milletvekillerinin böyle bir isteği vardı.

Özgür Özel’in başlattığı (kimlerin desteğiyle olursa olsun) değişim yolculuğunu bırakıp gündelik siyasetin ardına takılması, etrafını çeviren bir grubun kendisine bilerek hatalar yaptırması karşısında hiçbir korunma mekanizması geliştirmemesi de ayrıca acıklıdır.

 

DURMADAN ÇOCUK ÖLÜLERİ TOPLUYORUZ

Birkaç ay önce, eşi kendisini terk edince dört çocuğunu öldürüp intihar eden babayı gördük.

Sonra, 8 yaşındaki Narin’in ölü bedenini gölette bulduk, katilini halâ bulamadık.

Minicik bebek Sıla, tecavüze uğradı, kaldırıldığı hastanede öldü.

10 bebek (gerçek sayı belli değil) hastanelerde öldürüldü.

İki kız çocuğunun kafasını kesip öldüren bir başka çocuk intihar etti.

Annesi bırakıp gittiği için 5 minik bebek yanarak öldü.

İki kız çocuğu vurularak ölmüş, cesetleri evde bulundu.

Daha çok. Balkondan düşenleri, araba çarpıp ölenleri saymıyorum.  

Bir de Şeyma var. Kısacık haber yapılıp geçildi. Onu görmedik. İstismar edilmiş ama ölmemiş olduğu için yeterince medyatik değildi belki, konu dışı bıraktık.

Batman’da, 7 Ocak 2024’te, 8 yaşındaki Şeyma boynundan asılı olarak bulundu.

Hastaneye kaldırıldı, iki kez kalbi durdu ama yaşama döndürüldü. Ve fakat, boynundan aşağısı felç oldu, konuşma yetisini kaybetti, sadece gözleri konuşabiliyor şimdi.

Diyarbakır Adli Tıp Kurumu’nda yapılan incelemede çocuğun jenital bölgesinde sperm bulundu.

Sonra ne olduysa, “rapor hatalı” dendi, “sperm bulunması”nın sehven yazıldığı belirtilerek ikinci kez rapor yazıldı, bu kez sperm falan yoktu! Rapor savcılık dosyasına gönderildi.

Takipsizlik kararı verildi. Gerekçeye de “oyun oynarken yanlışlıkla kendini astığı” yazıldı. Dosya kapandı.

İnanması güç değil mi? Ama öyle.

Olayı takip eden Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı yetkilileri konuyu Bakan Mahinur Özdemir Göktaş’a ilettiler. Bakan, çocuğu korumaya aldırdı. Dosyanın kapatılmasına itiraz edildi, yeniden açılması sağlandı. Bu kez sperm bulgusuna rastlandı!

Gönderilen ambulansa çocuğun yakınlarından hiç kimse alınmadı. Burası önemli. Çocukları ailelerinden korumak zorunda kalır olduk.

Narin’in mezarına canlı yayın sabitleyen medyada bu konuda bir cümle duydunuz mu? Ana muhalefet bir cümle kurdu mu? İktidar, bir açıklama yaptı mı?

Şeyma neden Narin’den daha değersiz? Biri bana bunu söylesin!

İyi de neden durmadan ölü çocuk bedenleri topluyoruz? Bu çürüme, ne zaman masaya yatırılacak? Ne zaman sosyolojik, psikolojik, teknolojik gerekçeler ayrım yapılmaksızın tartışılacak da çözümler üretilecek?

Bir çocuğun ölümünden, zarar görmesinden belirli kişiler suçlanarak çıkılamaz, tüm toplum yani hepimiz o suça ortağız.

 

BENCE

Bir, Erdoğan ve Bahçeli arasındaki iş birliği, politikalar üstü, hedef odaklı bir birlikteliktir. O hedefe varmadan da bozulamaz. Bozulmasını isteyenler bence boşuna bekliyor.

İki, haklarında soruşturma açılan Harbiyeli teğmenler için mesleklerinden men edilmesi cezası gelirse bu büyük haksızlık olur. Kamu vicdanı bunu kabul etmez. Bence karar verilirken bu durum göz önünde bulundurulmalıdır.

Üç, bebek öldüren çetenin yargılanmasına başlandı. Ve fakat bu konu geçtiğinde, “günde 8 bin lira için” bebeklerin öldürüldüğünün altının çizilmesini doğru bulmuyorum. Bence olayın içinde sadece SGK’dan para almak yoktur, kimse o kadar az tutarlara mesleğini yakma. İşin içinde bebeklerin kanlarından elde edilen plazma vs’nin ticareti de vardır.

Dört, İzmir’de beş bebeğin yanarak ölmesinde tek suçlu aramak yanlış. Bence her bebek ölümünden aile, devlet kurumları, belediyeler, akrabalar, mahalleli, toplum kısacası herkes suçlu.

Beş, yasa dışı sanal kumar çetesi haberlerini medyamız çok sevdi. Sevsinler, zararı yok da konuyu öyle ayrıntılı, enine boyuna açtılar ki, neden yakalanamadıklarına kadar her cıcığını öyle öğrendik ki, konudan habersiz olanların bile ilgisini çekmeyi başardılar bence.

Altı, Zeynep Bastık’ın “en seksi kadın” seçilmesiyle, baget ekmek şeklindeki çantanın 1000 Dolara satılması arasında fark yoktur. Bence ikisi de akıl dışılığın gördüğü ilgiyle açıklanabilir.

Yedi, komedyen Yasemin Sakallıoğlu’na Dubai çikolatasının gündem olması sorulunca, yanıtı “Popüler kültüre karşıyım. Bir şeyin arkasından sürüklenip gidiyoruz” olmuş. Gülmekten öldüm. Bir insan düşünün ki kendi kendine karşı olduğunu söylüyor. Bence Yasemin hanımın şöhretinden popüler kültürü çıkarın, geriye apartman komşumuz Yasemin’den başkası kalmaz.

Sekiz, yöneticiyken Fatih Terim ile yolları ayırma kararı alan Burak Elmas, “Fatih hocanın kulüp içi siyasi kuvveti var. Bu karar siyasete de etki ediyor. Normalde çok sağlıksız yapı ama Galatasaray gerçeği" demesi üzerinde durulmalı bence.

 

AKLIMDA KALAN

Kerem’in kaçırdığı penaltı: Milli Takımımız Galler karşısında golsüz ama şahane bir maç çıkardı. Defalarca rakip kaleye gittik, gole çeviremedik. Son dakikalarda kazandığımız penaltının gol olmasını bekledik. Takımın iyi oyuncularından Kerem Aktürkoğlu penaltıyı kullandı ama gole çeviremedi. Çok üzüldük. Kerem herkesten çok üzüldü, yıkıldı. Kritik anlarda sorumluluk almak ağır yük. Kimse onun yerinde olmak istemez. Hele ki, Kerem gibi “çok üzgünüm ağabey” diye konuşan, kavruk Anadolu çocuklarının o sahada olmaları, Avrupa’da efsaneleşmeleri o kadar büyük zorlukları aşmalarını gerektiriyor ki, daha sahaya çıkarken yorgunlar aslında.

Diğer Yazıları