Çivisi çıkmış dünya
Sözü bilen “insanın” genele farklarından biri de söylediklerinin zamana işleyebilme kuvveti.
Her biri değere oturmuş on dört eser yazan, Lübnan asıllı Arap, Hristiyan yazar Amin Malof’da onlardan biri.
1975 Lübnan iç savaşının başlangıcı sayılan otobüs katliamı gözü önünde gerçekleşip, geriye Hristiyan Falanjist milislerce katledilen 27 Filistinli mültecinin felaket manzarası kaldıktan sonra Fransa’ya göçer.
Zamanla oranın üst değerlerini de içselleştirir. Bu, diğer kimliklerine Fransız oluşu da ekleme sebebidir.
2009’da neşredilen kitabı “Çivisi Çıkmış Dünya” içinde kıvrandığımız küresel sistemin handikapları ve karşı çıkış yollarını da öngörmüş bir denemeler bütünü.
Hızla değiştiği söylencesi hiç değişmeyen dünyada, modern ekonomik evrimin ivedi ilerleyişi ve onun, bugün çok daha tahripkâr sahnelerle gelen, öncü sonuçları hakkında sözledikleri, hepimizi ilgilendiriyor. Daha doğrusu, yeryüzünde soluk alıp düşünebilen; dünyanın yazgısını sahiplenme potansiyeli taşıyan her mahlûku!
“Ben tehlike var diye bağırıyorum ve bu duyulsun istiyorum sadece; öncelikli niyetim çağdaşlarımı, yol arkadaşlarımı, bindiğimiz geminin artık dalgalı denizde akıntıya kapıldığına, yolunun, yönünün, görüş alanının, pusulasının bulunmadığına ve batmasını engellemek için acilen bir atılım yapılması gerektiğine inandırmak için doğru sözcükleri bulmak. Denizde önümüzü görerek seyredip bir takım engellerden kaçınarak ve işleri zamana bırakarak şu hızımızı korumamız yeterli olmayacak. ” uyarısında bulunup çekilmek istemez Malof.
Bu yüzden kendisini, bir öncekini henüz atlatmışken yaklaşan yeni fırtınayı haber vermek için bahçede gezinen gece bekçisine benzeterek, görüp anladıklarının çıkarımını -olası tüm risklere rağmen- dünyanın iyiliğine sunmuş.
“Berlin duvarının yıkılmasıyla ”iki süper güç, Amerika-Sovyetler B. arasındaki gerilimin biteceği ve dünyanın “nükleer felaket” gibi baş edilemez tehlikelerden kurtulup, daha yaşanır bir sisteme kavuşacağı beklentisini, romanlarında kullandığı dolaysız dille anlatıyor.
Soğuk Savaş’ı geride bırakan kürenin, huzura kavuşmak yerine, aidiyetler üzerinden derinleşen şiddete sahne olduğu… Bir mozaik olarak tasvir ettiği yeryüzünde “ideolojiden kimliğe kaymanın tüm dünya üzerinde feci etkiler yarattığı” konusunda fazlasıyla haklı.
Ülkelerin, Komünist ve Kapitalist bloklar arasında dayatılmış konum almalarla – ki büyük bedelleri olmuştur- oluşturduğu dengenin yitimi ve “Medeniyetler Çatışması” adı verilen şiddet akımının yaratılarak ortaya salınması, şu an boğuştuğumuz bir sorun!
“Medeniyetler Çatışması, Erasmus ile İbn-i Sinanın, içki ile başörtüsünün ya da kutsal metinlerin karşılıklı değerleri üstüne bir tartışma değildir; yabancı düşmanlığına, ayrımcılığa, etnik hareketlere ve karşılıklı kıyımlara, yani insan uygarlığının manevi onurunu oluşturan her şeyin aşınmasına yol açan küresel bir sapkınlıktır.”cümlesi bile başlı başına bir tarih notu.
“Gerilemenin kökenlerine savaş açma iddiasındaki Batı ve “Arap âlemindeki manevi bilinç eksikliğini” yan yana koyup eleştirmesi; sadece insan kimliği ile yanlışa odaklanma kabiliyeti azımsanamaz!
Bununla beraber “Ancak önderlik rolünü üstlenmesi gereken Batı’nın, manevi bilincini bir egemenlik aracına dönüştürme eğilimleri kabul edilemez.” dediği de öylesine objektif ve bir o kadar hayırhah.
Hz Peygamber’in “ İnsanların en iyisi, onlara en çok yararı dokunandır.” hadisini, sadece doğulu Hristiyan aşinalığıyla değil; dünyayı iyi- güzel kılan her şeyin tüm insanlığa ait ortak hazine oluşunun bilinci ve sahiplenişiyle yazmış. Tıpkı dünya ve zamanın farklı uzamlarından aldığı başka hikmetler gibi.
Çünkü söylediği üzere : “Uzlaştırmak, birleştirmek, benimsemek, yakınlık kurmak, yatıştırmak bilinçli hareketlerdir, uygarlık hareketleridir, aklı başındalık ve sebat gerektirir…”. Elbette ”…İnsanlara birlikte yaşamayı öğretmek asla bütünüyle kazanılmayan upuzun bir savaştır.”
“Bu asırda Batı bilimi, bilimin kendisi oldu.”diyor.
Üstelik ”Batı etkisine karşı mücadele eden insanların bile mücadelesini, kendisinin dünyaya yaydığı icatlarla, entelektüel araçlarla” yaptığına dikkat çekiyor. Yine aynı kaynağın dünyaya benimsettiği kapitalist sistem yüzünden kazanırken kaybettiği gibi çarpıcı bir tespiti de var.
Amerika’nın ele aldığı önderlikte, benimsediği “Sistemli Müdahalecilikle” işlenen suçları; kendi demokratik yapılarında tanımlanmış ahlâkî ilkeleri muhatap alınan öteki halklardan esirgeyişin oluşturduğu etkiyi… Göçenlerin Batı’da karşılaştığı genel muamele tarzını çarpıcı örnek ve değerlendirmelerle uzun uzun anlatmış.
Kimliksel aidiyetler üzerinden yapılan kronik aşağılanmaların yarattığı krizleri, belki kendi de deneyimlediği için kapsamlı bir kavrayışla analiz ediyor. Daha önceki eseri “Ölümcül Kimlikler” de belirttiği formülleri bu kez daha ince eleyip sık dokumuş.
Her şeyi kazancın desteklenmesi adına, ana hatlara yöneltmeyi başaran mevcut iktisadi hegemonyada, temel ahlaki değerlerin, kültürel birikim çeşitliliğinin yontulmasının, son derece tehlikeli sonuçlar belirttiğini sarsarak anlatıyor Malof.
Pek tabi sömürü alışkanlıkları konuşmak, dünyanın farklı yerlerinde yaşanan trajedilere dokunmadan yapılamaz.
Onun, özellikle Akdeniz ülkelerinin izleri kapanmayan travmaları ve hiç kuşkusuz Irak’ın -haklı sebeplere dayanmayan- işgali hakkında imgelettikleri acı verici. Fakat yangını hâlâ süren Irak ve diğer kaos sahnelerinden alınan ve çalınanları netleme açısından son derece önemli.
Kitabın bütününde okuyucuya, neden, ne uğruna, değer mi? gibi sorular sorduran akıl, beni en çok bu konuda kıstırdı!
Elbette kapımızdan içeri giren hırsızın suçu büyük; Fakat kapıyı açık bırakanın kabahati de orta yerde! Hem “her erkin nüfuz etme kuvvetinin karşısındakinin edilgenliği ölçüsünde olduğu “gibi bir gerçek varken!
Aktardığı büyük yanlışlara, acılara karşı onarım formülleri de mevcut. Geriye dönük güzellemeler yapmak yerine o “geçmişin bize kazandırdığı ve bugünün bağlamında felaket yaratan reflekslerden kurtulmak; insanlık macerasında dosdoğru gidebilmek için ön yargılardan, atacılıklardan, eskiliklerden kurtulmak gerekir. Bu öyle bir evre ki her şeyin,-dayanışmaların, meşruiyetlerin, kimliklerin, değerlerin, ayar noktalarının-yeniden yaratılması gerekiyor.” demiş kitabın bir yerinde. Daha ne denir ki!
Dünyanın gidişatına vakıf onurlu bir kalem erbabının, tüm insanlık için saygın bir yaşam düzeyi talep ettiği çığlığı, zihinlere içe işleyecek kadar şiddetli bir perdeden çarpıyorsa yetmez mi?
Hülasa, tüm entelektüel birikimi insanlığın ve dünyanın ağrılarını gidermek üzere dönüştü için isminin önündeki yazar entelektüel, gazeteci gibi sıfatların belirtiğinden çok daha fazlasıdır Amin Malof.
Ve “Çivisi Çıkmış Dünya” da daha duyulacak, anlayacak çok şey var.