DEĞİŞİMİN ÖNÜNDEKİ ENGEL BAHANELERDİR

İçinde bulunduğumuz zamanları anlayabilmek için okur yazar olmak yetmez, yetmiyor da zaten.

Üniversite bitirmek da yetmez.

Postmodern okuma yapabilmek gerekir.

Bu okumayı muhaliflerce “cahillerin oy verdiği parti” olarak etiketlenen AK Parti yaptı, güya okumuşların partisi CHP yapamadı.

Acıklı.

Erdoğan’ın geçirdiği değişimleri “takiyye” olarak okumayı tercih edenler, kendi okumalarını hiç gözden geçirmedi. Muhafazakârlıkta ortak paydaya düştüler.

Farklılığı kutsayan, aklı devre dışı bırakan postmodern çağ, korunaksız, sıradan insanı korkuttu.

Coğrafi sınırların erimesi insanı “yabancı” düşmanı, düşünsel/ideolojik sınırların erimesi ise kafası karışık yaptı.

Her şeyin akışkanlaştığı bu çağda, sabitlik değer kazandı.

Devamlı okur hatırlar, geriye doğru 100’e yakın yazı yazdım bu konuda.

Bırakın düşünsel ilerlemeci bir yazı okumayı, bir kitabı baştan sona okuyup bitirmemişlerin ekranları doldurduğu bir soytarılar çağıdır bu.

Bourdieu “fast food entelektüel” diyor onlara. Hiçbir rakamları tutmayan araştırmacılar, siyasetçilere yol haritası çiziyorlar.

Böyle bir çağda yükselen değerler vardır, “ulus devlet” gibi. Ulus devlet, “teknomania”nın da, “yabancı” düşmanlığının da ilacıdır.

Güvenilecek bir dal bulamamaktan yakınanlar, “güven” veren bir kaynağa doğru akarlar.

“Milliyetçilik” gibi bir sabitliğe tutunmak, akışkanlığa çözüm stratejisidir. Köklerine bağlı olmak, kaybolmayacaksın anlamına gelir.

“Aile” kavramı önem kazanır. Dışarıda düşman varsa, güvenecek en önemli parçadır aile.

Savaşların, silahlanmanın, hırsızlığın, şiddetin, cinayetin, katliamların kol gezdiği dünyada insan, özgürlüğünden kolaylıkla vazgeçebilir güvenliği uğruna.

Postmodern okuma şarttır, o okumayı bilmeyenler değişemezler.

Kaybeden ve başarısız olanlar bahanelere başvururlar. Bahane de bir stratejidir.

Seçim sonuçları netleştiği andan itibaren muhalif seçmenden sosyal medya hesabımın mesaj kutusuna bahane listeleri geliyor.

En sık başvurulan bahane “Erdoğan’ı seçenlerin cahiller olduğu.” Böylece seçmenin yüzde 52’sinin otomatik üzerini çiziyor, rahatlıyor.

“Yüzde 48’in cahil olmadığı” demek oluyor bu.

İnsan da sormak istiyor: “Cehalet nedir?”

Kullanılabilir bilgiden yoksun olmak.

Öyleyse bilgi sendeyse, neden kullanmıyorsun?

Okumuşun cahili büyük kabus.

İkinci bahane grubu, “Seçim adil değildi, devlet olanakları kullanıldı.”

Tarihteki büyük değişimler haksızlık karşısında kazanmış haklılar sayesinde olmadı mı?

Bu bilgiler ışığında “tam bağımsızlık”, “aile”, “güvenlik”, “milliyetçilik” kavramları hangi siyasi partinin söylemine gömülmüştü?

Ve hangi siyasi parti tam da bunların tersine söylemler benimsemişti?

Bilgi sahibi insanlar kolay yanılmazlar. Bu size, bu konuda kaçıncı yazım ey okur?

 

BU SİZE SON MEKTUBUM KEMAL BEY

Sizinle tanışıklığımız 20 küsur yıl geriye gidiyor. Ama ben sizi 13 yıl geriye götüreceğim.

2010 yılının sanırım Eylül ayıydı. 12. kattaki odanızdaydık. CHP Genel Başkanlığına seçilmenizin üzerinden üç ay geçmişti ve CHP tabanı tedirgindi.

Yanımızda üçüncü bir kişi vardı, Fikret S. (izin almadan soyadını yazmayayım.)

Size CHP tabanına güven verebilmeniz ve sonrasında etki alanını genişletmeniz için kalın bir dosyayla yol haritası sunmuştum.

Mustafa Kemal’i pergelin sabit ucu yaparak diğer ucu nasıl ve ne kadar açacağınızı anlatmıştım.

Bana soru bile sormadınız, doğrudan Fikret’e baktınız.

Fikret’in sözlerini hiç unutmadım: “Ya bu kadının dediklerini dinlersiniz ya da onu pencereden atarsınız.”

Klasörü masanızda bırakıp çıktım. Bir daha da ne siz davet ettiniz ne de ben talep ettim. Çünkü kafamdakiler masanızdaki klasördeydi zaten.

Aradan aylar geçti, Erdoğan’ı, Erdoğan yapmakta büyük payı olan dostum Erol Olçok’la sohbette Fikret’in sözlerini anlatınca, Erol şöyle demişti:

“Senin gibi birine ben bizimle çalış diyorum, onlar ise pencereden atıyor.”

Hayatımı iletişim okumasına ve yazmasına verdim. Mustafa Kemal dışında aidiyet hissettiğim hiç kimse ve hiçbir yapı yok.

Bu bilgiye değer veren ve benim nezdimde de değeri olan herkesle bilgimi paylaşıyorum, paylaşacağım.

Bu size son yazışım;

Zaman içerisinde Mustafa Kemal çizgisinden uzaklaştınız. Etrafınıza “danışman”, “yol arkadaşı” olarak seçtiğiniz insanlar dünyayı okumaktan, Mustafa Kemal’i anlamaktan uzaktılar.

Neoliberal bir kuşatma altında kaldınız.

O kadar ki Ümit Özdağ bile Anayasa’nın ilk dört maddesinin değişmeyeceğine dair sizden mutabakat metni almak zorunda hissetti. Ben utandım.

Kampanyanızda “bahar gelecek” derken, “Arap baharı”nın Ortadoğu’daki kötülüklerini çağrıştırdığınızı hatırlatacak kimse olmadı.

Dünyayı okuyamadığınız gibi, Türkiye’yi de okuyamadınız.

Mustafa Kemal’in kurduğu partinin tepesinde oturup, onlarca partiyle ortak yazdığınız mutabakat metninde, “Atatürk” adını havalimanı bağlamı dışında hiç kullanmadınız, seçimi işte o gün kaybettiniz.

Son haftaya kadar, İzmir mitinginiz dahil Atatürk adını hiç anmadınız.

Dünyada “ulus devlet”ler yeniden güçlenirken, siz emperyalist odaklarla aranıza bir set çekmediniz.

Devletçi ekonomi yükselirken siz, “devlet küçülsün mümkünse yok olsun” diyen neoliberallerle yanyana yürüdünüz.

İnsanların “güvenlik” talebi en üst noktadayken terör örgütüyle anılmanıza yol açacak politika izlediniz. Tutukluları serbest bırakacağınızı söylediniz.

İnsanların “özgürlük mü, güvenlik mi” ikileminde, güvenliğin ağır basabileceğine hiç ihtimal vermediniz.

Dünya genelinde ABD karşıtlığı yükselirken, ABD ziyareti yapıp bir de 8 saat ortadan kayboldunuz. Yetmedi, “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini unutup Rusya’ya parmak salladınız.

Soğan 30 lirayken, nasıl bir üretim politikası izleyeceğinizi inandırıcı bir şekilde anlatamadınız.

“Yabancı” düşmanlığı yapmayı çıkar yol sandınız, bizim yurt dışındaki insanlarımızın oraların “yabancı”sı olduklarını atladınız.

Neoliboşları masada tutmak için onlarca kez kapılarına gittiniz, kendi evlatlarınıza (Muharrem İnce, DSP vs.) dil ucuyla bile davette bulunmadınız.

Yeni dünyada 2+2’nin 4 etmeyeceği bilgisi kanıtlanmışken, siz masaya adam toplayıp, çeyrek oyu olmayanlara bol kepçe vekillik dağıttınız. Adalet duygumuzu incittiniz.

Savunma sanayiindeki “tam bağımsızlık” unsuru gelişmeleri küçümsediniz, milliyetçi duyguları incittiniz.

Dünyada “sahici olmak”, “kendin olmak” en çok talep gören tavırlarken, CHP’yi hiç olmadığı, kendisine tezat konumlarda tuttunuz.

Yerel yönetimlerdeki büyükşehir başarılarını çok önemseyip köyleri unuttunuz, köylülere fırça attınız.

Belediyeleriniz yüzlerce “halk eğitim merkezi” açacak parayı konserlere harcarken hiç ama hiç ses etmediniz.

Kendinizi sosyal medyanın yankı odalarına hapsettiniz, körleştiniz ve sağırlaştınız.

CHP vitrinine ne kadar iletişimsiz, vizyonsuz, Mustafa Kemal’le mesafeli siyasetçi varsa onlarla doldurdunuz.

Erdoğan her kazandığı seçimden sonra vitrinini değiştirdi siz bir o kadar kaybettiğiniz seçimde bir kişiyi bile o vitrinden almadınız.

Seçim sürecinde yattınız rakibe vurdunuz, kalktınız rakibi kötülediniz. Ufkunuza dair bir tek cümle kurmadınız.

Sonuçta dağı taşı topladınız, Erdoğan nefretinde birleşen herkesle birlik oldunuz. Erdoğan’ın ekonomik kriz, korona, deprem nedeniyle en zayıf anında bile alabileceğiniz en yüksek oyu aldınız.

Bende hatrınız var, şunu söylemek isterim:

Size yukardaki listeyi dayatanlar her kimlerse, onlara iyi bakın. Zira, sizin de, CHP’nin de, ülkemizin de düşmanları onlardır.

 

AKLIMDA KALAN

Mustafa Kemal’in kalpaklı fotoğrafı: Seçim gecesi Külliye’de dev bir kalpaklı Mustafa Kemal resmi vardı. Sonrasında paylaşılan çalışma odası fotoğrafında da aynı kalpaklı resim başroldeydi. Bir kısım insan şaşırdı, bir kısmı inandırıcı bulmadı. Halbuki son birkaç yıldır Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın paylaştığı ofis fotoğraf ve videolarında kalpaklı Mustafa Kemal hep var. Geçen yıl 30 Ağustos konserinde Külliye yine Atatürk posteri giydirilmişti, Deniz Kuvvetleri Bandosu “Mustafa Kemal Paşa” marşıyla Külliye’yi inletmişti. Youtube’ta o konseri bulup izleyin, ben ağlamıştım izlerken. Biz Merkez olarak son iki yıldır TBMM ile birlikte tarihin en güzel 23 Nisan törenlerini düzenliyoruz. Deprem bölgesine götürdük bu 23 Nisan’ı. “O’nun mavi gözleri”yle başlayan 23 Nisan şarkıları yaptırdık. Mustafa Kemal “tam bağımsızlık” ülküsünün yeryüzündeki tek simge ismidir. O’na hakkını teslim etmeyen herkes tarihin arka odalarında kaybolup giderler. Bize düşen ezberlerimizi bozmak.

Diğer Yazıları