Deprem uzmanları ve söylentilerin gücü
Depremler kötüdür. 17 Ağustos 1999 Depremi’nde Başbakan Yardımcısı Sayın Devlet Bahçeli ile tüm deprem bölgesini kapsayan bir seyahatimiz oldu. Ülkenin batısını vuran depremin sadece fiziki yaralar açmadığını aynı zamanda yıllarca kapanmayacak derin sosyal ve toplumsal etkilerinin de olduğunu gördük.
Önceki gün İstanbul 5.8 ile sallandı. Allah beterinden saklasın. Aklımıza yeniden yaşadığımız büyük acılar geldi. Yirmi yıl geçmiş 17 Ağustos’un üzerinden. Çok büyük bir zaman sayılmaz ama görülüyor ki, yaşanan her şey unutulmuş ve zerrece ders alınmamış…
Üzüntü verici kısmı esasen tam da bu. Minarelerin önce yıkıldığı, camilerin diğer binalardan daha evvel hasar gördüğü bir zamandayız. Ahir zaman bu mu acaba? Allah’ın evi olarak yaptığımız, yaptırdığımız yapılara bile gerekli özeni, titizliği göstermemek; oralardan bile itinayla malzeme çalabilmek maharetinde olan bizlerin başına gelecek olanlardan şikâyet hakkı ne kadar olabilir ki?
Her kanalda onlarca deprem uzmanı var. Hepsi ayrı korkutuyor. Herbiri ayrı felaket tellalı. Ben dememiş miydim, edalarında, gelecek kötü günlerden bahsediyorlar…
Sosyal medya üzerine uyaran uyarana. Aman söylentilere inanmayın diye sürekli tembihleniyoruz, inanmayalım, olur da sanki televizyonlar farklı mı? Kim aklı başında bir laf ediyor ki?
Depremin bilmem ne fay kırığı bilgisinin sıradan bir insana yararı nedir ki, uzmanlarla en ince detayına kadar ekranlarda bunları tartışıyoruz? Korku ve paniği artırmanın ötesinde bir faydası var mı bu neviden yayınların…
Ha birisi de çıksa, Allah rızası için mi yapar, kamunun yararı için mi yapar, İstanbul’da deprem anındaki toplanma yerlerini tek tek gösterse… İnsanlara olası bir felaket anında doğru davranışları öğretecek bir yayın gerçekleştirse…
Toplanma noktaları demişken, rivayetler muhtelif. Büyük bir kısmının ranta kurban gittiği, AVM olduğu söyleniyor. İddiayı dile getiren İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı. İnşallah doğru değildir. Artık hiçbir şeyi hayretle karşılamıyorum. Olur mu olur…
Yirmi yıl önce Kızılay çökmüş idi. Deprem ile ortaya çıktı. AKUT diye bir sivil toplum örgütü insanlarımızın gönlünde taht kurdu, akabinde pek çok benzeri yapılanma oldu. Yirmi yıl öncesinin gönüllü gençleri bu günün orta yaşlılarına dönüştü. Sonrası nasıl gelişti bilmiyoruz, ama Kızılay ile ilgili medyaya yansıyan haberler hiç iç açıcı değil. Yöneticilerinin yüksek maaşlarıyla, kiralık köşk ile anılan bir kurumdan ne kadar ümitvar olabiliriz ki?
Madem depremin yeniden tüm hayatımızı etkilediği ve gündemimizi işgal ettiği günlere döndük, her kurum kendisini gözden geçirsin… Telekomünikasyon sistemi deprem günü iflas etti. Oysaki 5.8’lik bir sarsıntı idi yaşanan.
Depremin şakası yok. Gidenler gelmiyor. Kayıplar belki maddi unsurlar ise yerine konabiliyor ama insanın ve manevi değerlerimizin telafisi mümkün değil. İstanbul sadece bu ülkenin değil, tüm İslam dünyasının kalbi. Türklüğün en büyük şehri. İstanbul’da yaşanabilecek büyük bir deprem öyle kolay kolay yaralarını sarabileceğimiz bir deprem olmaz.
Artık herkesin gündelik siyasetin kısır çekişmelerini bir tarafa bırakıp önüne bakmasının tam zamanıdır. İstanbul Şehremini’nin o ilçe senin bu il benim gezmelerine ara verip, oturduğu koltuğun, taşıdığı sorumluluğun hakkını vermesinin tam zamanıdır.
Devlet aklının işletilmesinin, ihtimal dahilindeki büyük felaketten en az zararla kurtulmanın yollarının ve çarelerinin bulunmasının tam zamanıdır. Yarınların çok geç olacağı açıktır. Depremle ve doğal afetlerle vazifelendirilmiş irili ufaklı her yapının kendisini gözden geçirmesinin, eksiğini gediğini gidermesinin tam zamanıdır…
Deprem afetinin bir tek İstanbul’u tehdit etmediğinin, ülkemizin hemen her bölgesi için büyük bir tehlike olduğunun bilinmesi lazımdır. Sorun İstanbul’un sorunu, bizden uzakta deme hakkına kimse sahip değildir.
Devlet büyüklerimiz de işi ciddiye almalı, depremlerle, deprem sonrasında koydukları geçici vergileri kalıcı hale getirmekten daha ciddi mücadele yöntemleri bulmalılar…