Dertleri demokrasi mi, terörle mücadelenin akameti mi?
Avrupa Parlamentosu Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik sürecinin kesilmesi sonucuna matuf müzakerelerin askıya alınması yönünde bir karar aldı. Alınan karar her ne kadar bağlayıcılığı olmasa da, etkisi hiç olmayacak biçiminde değerlendirilemez. Nitekim akabinde Avusturya Türkiye’ye silah satışına ambargo koyduğunu açıkladı. Bu karar neticesinde de kamuoyumuza Avusturya ile kayda değer bir silah alışverişimiz olmadığı yönünde açıklama yapıldı. Şimdi de Almanya’dan benzer şekilde kararlar geleceğine dair internet habercilerinin erken baskılarını görüyoruz…
Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinin sağlıklı yürütülmesini önemsediğimiz içindir ki AB Bakanlığı kuruldu. Yıllardan beri hemen her bakanlık bünyesinde AB ile ilgili birimler var. Hukuki alanda olduğu gibi, sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarda da AB ile ilişkilerde çok önemli bir mesafe kaydedildi. Şimdi bunların hepsini bir kalemde silip atmaktan bahsediliyor. Karşılıklı en yüksek perdeden açıklamalar yapılıyor. Tansiyon her geçen gün biraz daha yükseliyor.
Bu durum elbette ki olağan olanın, normal olanın dışında bir durumun varlığının en önemli göstergesidir. AB’nin Türkiye ile ilgili olarak bu denli hızlı ve keskin bir köprü atma girişimi, Türkiye’nin de bunu fark etmesi ve aynı şiddet ve hızla mukabelede bulunması son tahlilde ne getirecek, ne götürecek çok iyi anlamak, kavramak bunun için de analiz etmek lazım.
Duygusallıkla “siz bizi istemiyorsanız biz sizi hiç istemiyoruz” demek çok kolay ve basit bir yöntemdir. Deriz elbette, hatta dememiz gereken kerteye de gelebilir işler. Ancak bu bizim açımızda sadra şifa olarak değerlendirilebilir mi? İşte mesele tam da buradadır. Hatırlanırsa, Suriye sınırımızda angajman kurallarını ihlal ettiği için düşürülen Rus uçağı sonrası çok uzun bir süre iki ülke arasındaki ilişkilerin nasıl düzeltilebileceği üzerinde çalışıldı. Şu an bile düzelmediği ortada ki, tam yıldönümünde askerlerimizin şehit edildiği alçakça bir saldırıya uğradık. Şimdi cumhurbaşkanları düzeyinde iki gündür yeniden değerlendirme görüşmeleri yapılıyor. Rus krizi ile birlikte turizm ve yaş sebze meyve ihracatımızda ciddi bir pazar kaybı yaşadık, ekonomik krize giren pek çok esnafımız oldu. Düşünün ki bu müstakbel kriz Rus krizinin onlarca katı bir ekonomik alana inhisar ediyor. Türkiye’nin toplam ihracatının %55’inin AB ülkelerine olduğunu düşünürsek bu türden köprüleri atmanın ekonomik maliyetinin ne kadar büyük olacağını da hesap etmemiz gerekiyor.
Elbette ki, Türkiye’nin oyalanması, bekleme odalarında tutulması, üyelik yolunda sürekli atlatılması, istiskal çabaları hiçbir zaman kabul edilebilecek hususlar değildir. Bu bakımdan AP’nin gerçeklerle bağdaşmayan, demokratik değerlerle ve AB ölçütleriyle, örtüşmeyen kararına siyasetten gelen tepkilerin yerli yerinde olduğunu da kabul etmek lazım.
Hele hele Türkiye’nin onda biri kadar bile demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, ekonomik ve siyasi kriterlere yakınlık gibi AB’nin kendi parametrelerine yaklaşamayan ülkelerin üye yapıldığı bir ortamda, sergilenen iki yüzlü, çifte standartlı yaklaşımlarla Türk halkının birliğe olan inancı ve güvenci de her geçen gün erimektedir ki, bu daha önemlidir.
Fiili bir darbe girişimini milletçe atlatmış, çağdaş bir özgürlük, bağımsızlık destanının içine tek tek seksen milyon vatandaşını dahil etmiş bir ülkeye, terörizmle mücadele ederken ve özellikle Avrupa’yı tehdit eden DAEŞ gibi bir terör örgütünü çökertirken, PKK gibi katiller sürüsüne karşı kazanırken ve FETÖ gibi karanlık bir yapıyı bünyesinden söküp atarken müdahil olmak asla iyi niyetli ve doğru olarak kabullenilecek bir yaklaşım değildir.
Bu ülkede her insan AP’nin bu kararı ile çok provokatif davrandığını, terörizme oksijen taşımaya uğraştığını düşünmektedir. Türkiye’ye yönelik eleştirilerde ve tavırlarda haddin aşıldığına dair her vatandaşımızın kanaati ortaktır. Makuliyet ne yazık ki AP tarafından aşılmış, Türk milleti ve devleti ciddi bir şekilde terörizmle mücadelesinden alıkonma çabası içine girildiği zehabına kapılmıştır.
Hukukun üstünlüğü ve insan hakları bağlamında getirilen eleştiriler, sivil insanların içinde patlatılan canlı bombaları; kadınların, çocukların, yaşlıların yerinden yurdundan, evinden barkından uzaklarda yaşadığı sığınmacı hayatını, yok olup giden umutları, her gün ölen yüzlerce insanı görmezden gelmekte, onlara en küçük bir atıf dahi yapmamaktadır.
Türkiye’yi yöneten insanların da, iktidarının da, muhalefetinin de elbette ki içinde bulunulan şartları çok beğendiği ve böyle sürüp gitmesini istediğini iddia etmek dünyanın en saçma düşüncesi olur.
Ancak, 15 Temmuz 2016 gecesini bu milletin unutması, belleğinden çıkarması mümkün müdür?
Türkiye’nin pek çok şehrinde patlayan bombaları, her gün ülkenin dört bir yanına al bayrağa sarılı olarak giden şehit cenazelerini görmemesi mümkün müdür?
Bunların alçak ve hain failleri olan PKK/YPG örgütlerini, DAEŞ’i, Haşdi Şabi’yi mücadele alanı içine almaması mümkün müdür?
Türkiye terörle mücadele edecektir. Her ne pahasına olursa olsun bu mücadeleyi de kazanacaktır. Demokrasiden de, insan haklarından da, hukukun üstünlüğünden de taviz vermeksizin bunu başaracaktır.
Keşke bu mücadelede Avrupa’da, Amerika da yanımızda olsa…
PROF. DR. ZAKİR AVŞAR