Doç. Dr. Naciye Selin Şenocak: “İslam’ın terör dini olarak lanse edilmesi algı operasyonudur”
AB Komisyonu’nun EL-CSID projesi kapsamında Müslüman ülkelerle diplomatik ilişkilerden sorumlu yetkilisi Doç. Dr. Naciye Selin Şenocak, G-20 zirvesi öncesi AB Komisyonu’na dikkat çekici bir rapor sundu. İslamla bağdaştırılan terörün sorumlusunun AB'nin politikaları olduğunu belirten Şenocak, “İslam’ın terör dini olarak lanse edilmesi algı operasyonudur” dedi...
Doç. Dr. Naciye Selin Şenocak’ın sunduğu raporda, Müslümanların temsil sorununu çözümlenmedikçe İslamiyet’in terörle anılmaya devam edeceği ve Türkiye’nin bu konuda önemli bir rol oynayabileceği ifade edildi.
Raporla ilgili açıklamalarda bulunan Doç. Dr. Naciye Selin Şenocak “Son yıllarda üst üste gerçekleşen terör saldırıları karşısında AB terörle mücadele konusunda ciddi somut çalışmalar başlattı. Avrupa İslamiyeti Batı Medeniyeti’ne daima tehdit olarak gördü. Müslümanları ’içimizdeki düşman’ olarak görerek ayrıştılar. Bu çerçevede AB Komisyonu’na Avrupa’da yaşayan müslüman gençlerin radikalleşmesinin önlenmesi ve topluma kazandırılması konusunda kamu diplomasisi ve kültürler arasında anlayış prensipleri çerçevesinde bir değerlendirmede bulundum” dedi.
“İSLAM ÜLKELERİ TÜRKİYE ÇATISI ALTINDA BİR ARAYA GELEBİLİR”
İslam dünyasındaki başlıca sorunun İslam ülkelerini temsil eden bir kurumun olmayışı olduğuna dikkat çeken Doç Dr. Şenocak “AB’nin son yayınlanan terörle mücadele raporunda İslamiyet adına yapılan terörde en büyük tehdit ve tehlikenin Kuran-ı Kerim’in yanlış tefsir edilmesi, İslami terimlerin ve İslamiyet’in ideolojik siyasi çıkarlar doğrultusunda radikal gruplar tarafından kullanılması olarak görülmektedir. Bunun dışında diğer bir sorun İslam dünyasını temsil eden bir kurum olmamasıdır. Dünyada 1 milyar 7 milyon Müslüman yaşamaktadır. İçerisinde birçok mezhep barındıran Müslüman dünyasının çıkarlarını koruyacak, onları temsil edecek İslam dinini yozlaştırmaya çalışan terörist gruplara karşı mücadele edecek tüm müslüman ülkelerin bir arada olduğu bir üst yapıya ihtiyaç vardır. Sözde İslamiyet adına yapılan terör olayları ve terörist grupların oluşması ve hatta bu radikal grupların Hilafet ilan etmesi başı boşluktan kaynaklanmaktadır. Türkiye bu konuda önemli bir rol oynayabilir. Çünkü Cumhurbaşkanımız Arap coğrafyasında ve Avrupalı Müslümanlar tarafından bir temsilci olarak algılanmaktadır. Bu konuda Türkiye Müslüman ülkelerin bir araya geleceği teşkilatın çatısını oluşturabilir” diye konuştu.
“İSLAM İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI ANLAMSIZ BİR TEŞKİLATTIR”
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın görevini yerine getiremediğine de dikkat çeken Doç. Dr. Şenocak “İslam İşbirliği Teşkilatı Suudi Arabistan merkezli gücü pasifiz edilmiş anlamsız bir teşkilattır. 1990 yılı Körfez Savaşı’ndan bugüne 4 milyon müslümanın iç çatışmalar, terör olayları sonucunda öldürüldüğü resmi verilere göre tespit edilmiştir. Muşluma coğrafyası son dış güçlerin çıkarları doğrultusunda 20 yıldır kanlı çatışmaların, savaşların ve İnsanlık dramının merkezi haine gelmiştir. Bu durum karsısında İslam İşbirliği Teşkilatı’nın hiçbir yaptırımını ve müslümanların hakkının koruyacak resmi ve somut bir adım atmamıştır. Bunun nedeni Suudi Arabistan merkezli bir teşkilat olmasıdır. Suudi Arabistan’ı kimin nasıl hangi amaçlarla kurduğu bilinmektedir. Zaten son Katar’la yaşanılan son diplomatik krizle de müslümanları birleştiren değil aksine müslümanları ayrıştıran ve dünyaya terörist olarak gösteren bir ülke konumuna girmiştir. Fakat işin en tirajı-komik tarafı El-Kaide ve DEAS gibi örgütlerin temelini Selefi ve Vahhabist inanç sistematiği oluşturmaktadır ki bu da Suudi Arabistan kaynaklıdır” ifadelerini kullandı.
Müslüman ülkeler bir araya gelemezken, dünyanın kaderini 5 ülkenin belirlediğini de ifade eden Doç. Dr. Şenocak “Cumhurbaşkanımızın altını çizdiği gibi dünyanın kaderini belirleyen BM Güvenlik Konseyi’nde müslümanları temsil edecek, onları çıkarlarını koruyacak bir temsilciye ihtiyaç vardır. Dünyayı mevcut konjonktürde artık 5 ülke yönetemez. Kanlı çatışmaların merkezinde müslümanlar vardır ve müslümanların kaderini ancak müslümanlar tayin etmelidir" şeklinde konuştu.
“İSLAM’IN TERÖR DİNİ OLARAK LANSE EDİLMESİ ALGI OPERASYONU”
İslamiyet’in vahşi ve terör dini olarak lanse edilmesinin bir algı operasyonu olduğunu da anlatan Doç. Dr. Şenocak “Dünyaya korku salan ’Cihat’ sloganı ise DAEŞ ve El-Kaide gibi terör saldırılarını sözde ’cihat’ adına saldırıları gerçekleştiriyor olmalarından kaynaklanıyor. Cihat kavramı tüm dünyada müslüman olmayanları öldürmek ve batı medeniyetine karşı intikam savaşı olarak algı oluşturabilmiş ve Islamofobia’nın yeni sloganı olmuştur. İslamiyet’i vahşi ve terör dini olarak lanse edilmesi 1990 yılından itibaren başlatılan bir algı operasyondur. Özellikle bu konuda Medeniyetler arasında çatışma gibi fikirlerin yayılması bu durumun zeminini hazırlamak içindir. El-Kaide’yi kim kurduysa DAEŞ’i de o kurmuştur. Bunu da bölgesel gücünü ve müslüman coğrafyayı kendi içinde çatışmaya götürerek bölmeye çalışarak yapmaktadır. DAEŞ müslümanlara, camilere saldıran İslamiyet’le alakası olamayan bir terör örgütüdür. İşin ilginç tarafı bu örgüt müslümanlara zulüm eden ülkelere saldırmamış olması da arkasındaki ideolojinin İslamiyet’le bağlantılı olmadığını gösterir fakat ABD’ye tavır gösteren tüm ülkelerde Filipinler gibi DAEŞ saldırılarını görmek mümkündür. Avrupa’da ise DAEŞ saldırıları AB’nin istikrarsızlaştırmak ve iç dinamiğini sarsmak için yapılmaktadır” diye konuştu.
“İSLAMLA BAĞDAŞTIRILAN TERÖRÜN SORUMLUSU AB POLİTİKALARIDIR”
Avrupa’nın en büyük düşmanı Müslüman gençler değil kendi uyguladıkları ırkçı ayrıştırma politikası olduğunu da ifade eden Şenocak, açıklamalarını şöyle sürdürdü:
“Ötekileştirilen, kimliksizleştirilen müslüman gençler var oldukları ispatlamak için terörist grupları üye olarak intikam duygusuyla kendilerine yeni bir kimlik ve güç elde etmektedirler. Bu saldırıları Müslümanlık adına değil kendi intikamları adına yapmaktadırlar. Bu gençler Avrupa değerler sistematiğinde büyümüş ve İslami kavramlara ve dini öğretilere hakim olmayan ve İslamiyet’i bilmeyen gençlerdir. AB bu konuda yeni bir entegrasyon politikası geliştirip bu gençleri topluma kazandırması gerekmektedir. Bu gençlerin kültürel farklılıkları AB için bir tehdit değil aksine AB zenginleştirecek bir değerdir. Bunun beraberinde AB İslamiyet’i bir tehdit olarak yadsımak yerini onu anlamaya çalışması lazım bunu da ancak ’Kültürel Diplomasi’yle yapabilir. AB’de yasayan Avrupalı din alimleri, Müslüman göçmenler, Sivil Toplum Kuruluşlarıyla bir araya gelerek ortak İslamiyet’i en doğru şekilde öğretecek eğitim merkezleri kurulması ve yeni bir kamu diplomasisi geliştirilmesi gerekmektedir.”