DÖNEMİN TÜRK BASINININ GÖZÜYLE SULTAN VAHDEDDİN’İN VEFATI

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

Sultan Vahdeddin bundan tam 97 yıl önce 16 Mayıs 1926’da ve 65 yaşında vefat etti.

 

Sultan Vahdeddin 17 Kasım 1922’de ayrıldığı İstanbul’dan önce Malaya gemisi ile Malta adasına, oradan Hicaz’a, bilahare Mısır’a gitti. Nihayet kendi isteği hilafına yerleşmek zorunda kaldığı İtalya’nın San Remo şehrinde 1926 yılı baharında, 16 Mayıs Cumartesi günü akşamı, İngiliz arşiv belgelerine ve Reuter Ajansı’nın verdiği habere göre, apopleksi (felç) nedeniyle[1] diğer bir açıklamaya göre ise kalp yetmezliği nedeniyle vefat etti.

 

Ancak onun vefatı Türkiye’de siyasi ve idari çevrelerde hiçbir ciddi akis uyandırmadı; bilakis vefatı dönemin Türk basını tarafından umursamazlık içerisinde ve oldukça olumsuz bir surette dillendirildi. O tarihlerde Türk basınında yer alan yazılarda sadece Vahdeddin’e değil, Vahdeddin vesilesi ile bütün Osmanlı padişahlarına olumsuz surette laflar edildi. Osmanlı padişahlarının fırsatçı, çıkarcı, Türklük için değil kendi menfaatleri için çalışan, memlekete ve millete bir hayrı olmayan kabilden kimseler olduğu belirtildi.

Akşam gazetesinde Vahdeddin’in vefatına dair yer verilen bir yazıda örneğin şöyle denilmekteydi:

 

Padişahların sonuncusu, işlediği suçların gerektirdiği cezayı görmeden San Remo'da vefat etmiştir. Ülkesinden kaçtıktan sonra Vahdeddin rahat durmadı. Türkün düşmanlarını arayıp bularak yeni suçlar işlemek için onlarla iş birliğinde bulundu. Ölmüş olsa dahi sessiz kalamayız; vatanseverlik görevimiz bize bunu yapmamamızı emrediyor ve emretmeye de devam edecek. Tüm bu olayların ortasında yaşadık ama çocuklarımız önemini kavrayamadı. Hepimize düşen görev, son padişahların nasıl yaşadıklarını ve padişahtan ne kastedildiğini onlara anlatmaktır. Gençlerimiz bilsinler ki altı buçuk asır Türkiye'nin mukaddes kaderiyle oynayıp onlara zarar veren sadece Vahdeddin değildir. Halkımız hem onun hem de aralarında deliler, ahlaksızlar ve suçluların da bulunduğu ataları yüzünden acı çekmiştir. İstisnalar da vardı ama Türklüğe karşı affedilemez suçların işlenmesi konusunda bütün padişahlar aynıydı. Osman'ın çocuklarına Türk olduklarını unutturmaya çalıştılar. Osmanlı tarihi bunu ispatlıyor, Türk milletinin adı bile geçmiyor. Osmanlı tarihinin bir hanedanın tarihi olmadığı söylenebilir. Halk savaştı ama galip gelen hep padişah oldu. Vahdeddin'in ortadan kaybolmasıyla, zaman zaman sadece ders almak üzere gözden geçirmemiz gereken bu menfur tarihin son sayfası yazıldı.

 

Sultan Vahdeddin ve Osmanlı padişahlarına Türk basını ve o basının idarecileri ve onların da arkasındakilerin bakışı bu şekilde iken kendisini ve ceddini suçlayıp aşağılayan ve Türk saymayanlara karşı Sultan Vahdeddin’in yaklaşımı da esasen çok da farklı değildi. O, kendisine ve ceddine gadredenleri bir beyanındaki ifadeleri ile:

 

İster askeriyeden ve isterse başka bir sınıftan olsun, din, ırk ve vatanlarının ne olduğu meşkûk olan karışık kimselerin meydana getirdiği küçük bir gurup[2]

 

olarak tanımlamıştı.

Yine o aynı beyanının devamında:

 

Bazı kimseler beni vatana hıyanet ile itham ederler. Onların bu ithamı benim onların saçmalıklarına muvafakat etmeyişimden kaynaklanmaktadır

 

demekteydi.

Nihayet o, kendisine karşı yapılan ithamları şu cümlelerle tamamlamıştı:

 

Vatanımızda meydana gelen ve son Ankara Meclisi’nin almış olduğu vatanın müdafaası hususunda hiçbir hüsn-i niyet taşımayan kararlarından neşet eden benimle muarızlarım arasındaki ihtilafın sebebini özetlemek üzere diyorum ki: Türk devletinin ismi ceddim Osman Gazi’den I. Selim’e kadar Osmanlı saltanatı idi. Hilafetinin alınmasıyla ise “Muhammedî Saltanat” şeklini aldı. Beni haksız yere vatana ihanet ile suçlayanlar, hilafeti, hukukundan ve nüfuzundan tecrit ederek ona zarar verdiler, Muhammedî saltanatı yıktılar. Bu davranışlarıyla yalnızca vatanlarına değil, fakat aynı zamanda tüm İslam âlemine de ihanet ettiler.

 

Ödeyemediği borçları yüzünden alacaklıları tarafından Sultan Vahdeddin’in cenazesine haciz koydurulmuş olmasına dönemin Türk basının yaklaşımı da hakikaten ibret alınması gereken bir durum arz eder.

Vefat ettiğinde Sultan Vahdeddin’in cenazesinin haczedilmesine sebebiyet veren borç miktarının azlığı ve çokluğu bir tarafa alacaklılarının talebi neticesi verilen karar dolayısıyla defin işlemleri bir süre yapılamamıştır. Aile fertleri arasında büyük bir güçlükle toplanabilen parayla hacze nihayet son verilebilmiş ve son sultana çok mütevazı surette bir cenaze töreni yapılabilmiştir.

Sultan Vahdeddin’in ölümü üzerine zaten zor durumda bulunan ve ellerindeki birkaç kuruşu da haczin kaldırılmasını sağlamak için sarf eden ve dolayısıyla maddî açıdan daha da sıkıntılı bir duruma düşen ailesi efradından bir nebze maddî imkânı olanlar veya maddî imkân bulabilenler sağa sola dağılmaya ve başka yerlere gidip yerleşmeye başlamışken alacaklıların Sultan Vahdeddin’in cenazesine haciz koydurmuş olmaları dönemin Türk basını tarafından ise Sultan’ın şahsının alaya alınması için kullanılmıştır. Türk basını konuya dair San Remo’dan gelen haberlere fazlası ile ilgi göstermiş ve bu yöndeki haberleri Vahdeddin aleyhine oldukça ağır ve aşağılayıcı bir üslupla sütunlarına taşımıştır.

O günkü Türk basınının borç ve haciz haberlerine önem vermesinin temel nedeni ise vefat etmiş olmasına rağmen Sultan Vahdeddin’i alaya alma maksatlı olmuştur. Ancak bu durum muhafazakâr halk kesimi nezdinde olumsuz hiçbir etki doğurmadığı gibi Cumhuriyet’in popülaritesini artırma noktasında da hiçbir yarar sağlamamıştır.[3]

 

Denilebilir ki Sultan Vahdeddin, kanından ve canından gelen birinci derecedeki varislerine ödemekte oldukça zorlanacakları bir borç ve o borca bağlı olarak hacizli bir ceset bırakarak vefat etti. Vefatı sonrası Vahdeddin’in varislerine bıraktığı miras hatırı sayılır derecedeki maddi bir borç ve haczedilmiş bir ceset olmuşken, yakın dönem tarihçi ve siyasilerine kalan miras ise içinden pek de kolay bir surette çıkılamayacak derece çetrefil ve bir o kadar da tartışmalı haldeki “siyasî tarih” olmuştur.

Onun naçiz cesedi üzerinde alacaklıları tarafından getirilen haciz, varislerinin borçları ödemeleri ile son bulmuş ve cenazesi Şam’a nakledilip Yavuz Sultan Selim Camii Haziresi’ne defnedilmiş olsa da yakın tarihimizin üzerine çökmesinde kendisinin de payı bulunduğu kesif siyasî sis perdesi ve oldukça karmaşık olaylar yumağı bugüne kadar henüz tam anlamı ile aralanıp çözümlenebilmiş değildir. Bu nedenledir ki, kimileri onu hâlâ hain olarak anıp lanetlemekte, kimileri ise gerçek bir sultan ve vatanperver olarak kabullenip rahmetle yâd etmektedir. Öyle anlaşılmaktadır ki bu durum bir “Jön Türk” siyasi mirası olan ve her muhalifi “hain” olarak görüp damgalama geleneğinden vazgeçilmesine ve başta Sultan Vahdeddin olmak üzere yakın dönem siyasilerinin kaleme aldıkları “hatıralar”ın tam bir serbesti içerisinde neşredilmesine kadar da devam edecektir.

 

Rahmet dilerim. Mekânı cennet, makamı âli olsun.

 

[1] FO: 371/11554. E 3063/3063/44. 19 May 1926.

[2] Bu beyannamenin Arapça metni ve İngilizce tercümesi için bak: FO: 686/123.

[3] Central File: Decimal File 867.9111, Internal Affairs Of States, Public Press., Newspapers., Turkey, Clippings And Items., May 26, 1926 - May 11, 1927. May 26, 1926 – May 11, 1927. MS Turkey: Records of the U.S. Department of State, 1802-1949: Records of the Department of State Relating to Internal Affairs of Turkey, 1910-1929. National Archives (United States). Archives Unbound, https://link.gale.com/apps/ doc/SC5111534692/GDSC?u=cumhurb&sid=GDSC&xid=a8eb13d2. Accessed 2Apr. 2020.

Diğer Yazıları