Kim oldukları ya da nereden geldikleri hala büyük bir muamma. MÖ. 1200 dolaylarında Yunan yarımadası, Ege ve Akdeniz kıyıları, Anadolu, Suriye, Fenike, Filistin’deki tüm şehirleri yakıp yıkarak üzerinden geçmişler, Antik Mısır’ın içlerine kadar ilerlemişler. Doğu Akdeniz’deki medeniyetler, Hititler, Yunanlar ve Minos Uygarlığı gibi pek çok uygarlığın ya çökmesine ya da gerilemesine yol açmışlar, Troya kenti tümüyle yok olmuş, Ugarit şehri düşmüş örneğin. Tunç Çağı’nı kapatan bu istilanın önünde hiçbir güç duramamış ve uygarlık yaklaşık bin yıl geriye sarmış. Antik Yakın Doğu’nun tarihine dair kayıtlı ne varsa bu istilayla yok olmuş o yüzden haklarında detaylı hiçbir şey bilinemiyor. İstila ettikleri yerlere mi yerleştiler yoksa geldikleri yere geri mi döndüler? Filistin’e adını veren bu kavimlerden biri Antik Filistinliler dışında bugüne kalan hiçbir iz yok.
Dünya Tarihine kazınmış kesinlikle açıklanamayan inanılmaz olaylar!
İnsanoğlunun bilimle açıklayamadığı şeyleri doğa üstü güçlerle ilişkilendirmeye meyillidir hep. Oysa açıklanamayan her şeyin mutlaka bilimsel ve mantıklı bir açıklaması vardır; yalnızca biz keşfedememişizdir, bilmiyoruzdur veya onu algılayabilecek yeterliliğe sahip değilizdir henüz…
Göbekli Tepe Söz konusu, Şanlıurfa’daki Göbekli Tepe olunca açıklanamayan keşiflerin hangi birinden bahsetsek? İnsanlık tarihini alt üst eden bu tapınakların tam 12 bin yıl önce tavanı açık ama tabanı sıvı sızdırmaz şekilde inşa edilmiş mühendislik teknolojisinden mi? Yoksa, Taş Devri avcı-toplayıcılarının taş ustalığından, mimari ve sanatsal üsluplarının üç boyutlu figürler yapacak kadar gelişmiş olmasından mı? Tapınaklara yansıyan bütün bu ilim ve bilgi tam olarak nasıl ve ne zaman oluşmuştu? İnsanların açlık ve korunma içgüdüsüyle değil, dinsel inanışların etkisiyle yerleşik hayata geçtiklerini ve ancak bundan sonra tarıma başladıklarını Göbekli Tepe sayesinde öğrendik. Dinsel törenler için inşa ettikleri bu yapıların etrafında neden hiç yerleşim yeri yok? Böylesi faaliyetler için kalabalık gruplar nasıl bir araya geldiler, işgücünü nereden buldular, farklı uzmanlık gerektiren fakat eşzamanlı yürütülen bu işlerin organizasyonunu nasıl yaptılar? Daha da ilginci; çapı 30 metreyi bulan şimdilik benzerine hiç rastlanmamış oval planlı 20’ye yakın sayıdaki bu yapılar bilerek moloz yığınları ve toprakla örtülüp, terk edilmiş. Yaklaşık bin yıl sonra geri gelerek yeni bir mabet yapmışlar ve aynı işlemi tekrarlamışlar. Bunu neden yaptıkları bilinmiyor.
İskenderiye kütüphanesi MÖ 3. yy başlarında kurulmuş antik dünyanın en büyük kütüphanesi. 150 bin cilt el yazmasıyla o dönemlerin en büyük derlemesine sahipti. Aynı zamanda yayınevi işlevi görür, Mısır’a giren her kitap önce buraya getirilir, bir kopyası çıkarılır, sahibine verilir; asıl nüsha kütüphanede tutulurmuş. Yurt dışına gönderilen memurlar, buldukları kitapları satın alıp, getirirlermiş. Böylece, o zamana kadar birçok bilime ait dağınık halde ve kaybolmaya yüz tutmuş eser emin bir yerde toplanmış. Varlığını 4. yy’a kadar sürdürdüğü bilinen kütüphanenin Hıristiyan fanatikler tarafından yakıldığı yönünde genel bir kanı var. Müslümanlarca yok edildiği hikayesini Alfred J. Butler, Victor Chauvin, Paul Casanova ve Eugenio Griffin gibi pek çok bilim insanı kabul etmiyor. Sezar’ın İskenderiye’yi kuşattığı sırada yok edildiği görüşü de çeşitli tarihi eserlerde yer alıyor. Bu kuşatmada sadece bir bölümünün zarar görmüş olabileceği de düşünülüyor. Yakılan kütüphanenin bulunduğu alanda 2002’de yenisi yapılmış. Fakat eskisinin taşıdığı kültürel miras ve bunun insanlığa olan hizmeti hiçbir şeyle mukayese edilemez. Ne gibi bilgiler taşıyordu, ne tür gizemler saklıydı içinde; hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
Tarih öncesine ait küçük Japon heykelcikleri Yakalarında civata taşıyan bu heykelcikler bir tür uzay başlığı ve elbisesi taşımaktadır. Hatta bunlardan biri çok büyük gözlük takmaktadır. Sanki güneş ışığından korunmak ister gibi.