Mary Bell, 16 yaşında bir hayat kadını olan Betty’nin çocuğu olarak dünyaya geldi.
Daha doğduğu an annesi onu görür görmez “şu şeyi benden uzak tutun” diye bağırmıştı. Daha o noktada her şey yokuş aşağı gitmeye başlamıştı. Betty sık sık Glasgow’a iş gezilerine (!) gidiyordu. Ancak annesinin ortalarda olmaması Mary için rahatlık demekti, çünkü annesi Mary’ye sürekli hem fiziksel hem de ruhsal işkence uyguluyordu.
Betty’nin kız kardeşi, Betty’nin Mary’yi evlatlık olarak vermeye çalıştığına şahit olmuş, bizzat müdahale ederek Mary’yi kurtarmıştı. Çocukluğunda Mary’nin başına evde sürekli ilginç kazalar geliyordu; bir keresinde pencereden düşmüştü, başka bir seferinde kazara aşırı dozda uyku ilacı almıştı. Bu kazalardan bazıları annesi Betty’nin aşırı sorumsuz bir ebeveyn olmasına bağlanıyordu. Ancak bazı kazaların Munchausen sendromundan dolayı Betty tarafından gerçekleştirildiği düşünülüyordu, çünkü Betty kızının zarar görmesinden dolayı kendisine gösterilen ilgi ve sempatiden hoşnut oluyordu.
Daha sonra, bizzat Mary’nin kendi ifadesine göre, henüz 4 yaşındayken annesi onu fahişelik yaparken yanında götürmeye başladı. Ancak Mary’nin bu iddiası asla diğer aile üyeleri tarafından doğrulanmadı ve hep muğlak bir ifade olarak kaldı. Ancak akrabalarının doğruladığı bir şey vardı ki o da Mary’nin erken çocukluk yıllarının tam bir kayıp olduğuydu. Daha beş yaşındayken oyun oynadığı bir arkadaşının koşarken otobüsün altında kalıp can verdiğini gözleriyle görmüştü.
Bütün bu yaşananlar sonucunda Mary’nin 10 yaşına geldiğinde garip, içine kapanık ve manipülatif bir çocuk olması çok da sürpriz değildi, her zaman şiddetin kıyılarında dolaşıyordu.