Edward Said ve Devam Eden Oryantalizm
Edward Said, Oryantalizmi saf bir doğu bilimi, doğuyu anlama girişimi olmanın ötesinde Doğu’nun Batılı temsilini üretme ve yönetme/zaptu rapt altına alma çabası olarak tanımlamaktadır (Orientalism, Vintage Books, 1979). Dolayısıyla Said, oryantalizmi Batı’nın tek taraflı olarak Doğu’yu temsil etme, konuşturma ve anlamlandırma yaklaşımı veya daha doğru bir biçimde ifade edilecek olursa tahakkümü olduğunun altını çizer. Flaubert’in Mısır’da karşılaştığı kadın da bundan payını alır. Mısırlı kadın konuşturulmaz, Flaubert’in konuşması üzerinden değerlendirilir. Dolayısıyla, Flaubert’in ifadesiyle o ‘tipik bir Doğulu’dur (sh. 6).
Dolayısıyla, oryantalist külliyatta Doğu’nun kendisi konuşmaz, Batı’lı Doğu’yu kendisi istediği şekilde konuşturur, gizemlerini açıklar ve tanımlar. Oryantalist metinler dışsal temsiller sağlar. Bir başka deyişle, Oryantalizm Batı’nın temsillerine, onun kültürel kodlarına ve tarihsel birikimine dayanır ve bu temsiller Batı için anlam kazanır. Bu nedenle, Oryantalizm söylemi, Doğu'nun gerçekliğini değil, Batı'nın Doğu'yu nasıl algıladığını ve temsil ettiğini yansıtır.
Bu şekilde, akademik çevrelerde, sanatçılar ve entellektüeller tarafından sürekli bir Doğu okuması yapılarak Oryantalizm fikirler sistemi üretilmiş ve üretilmeye de devam etmektedir. Bu üretim öylesine verimli ve güçlüdür ki Said’in Gramsci’den alıntıyla kullandığı bir kültürel hegemonyaya dönüşür (sh.7). Artık, bu hegemonyanın dışında ürün üretebilmek neredeyse imkânsızdır. Veya üretilse de ana akımda yer alması imkânsızdır ve bir şekilde hegemonya tarafından hükümsüzleştirilir. Birbirinden bağımsız duran ve farklı kanallarda ilerleyen çalışmalar aslında bu hegemonik iklimden bir şekilde etkilenerek hizaya getirilir. Buna bir de politik çıkarlar eklendiğinde kültürel çalışmalar veya en tarafsız olduğu iddia edilen çalışmaların dahi bu önyargılardan kaçınması söz konusu değildir.
Dolayısıyla, oryantalizm Doğu’ya dair düşünmenin akademik, edebi, beşeri, politik, ekonomik ve sosyal bilimler gibi farklı kanallarda ilerlemesini sağlar ve ayrık gibi duran bir görünüme sahip olmasına rağmen bir bütünlük arz eder ve bir düşünce ekosistemi ve nihayetinde bir otorite oluşturur. Otorite, güç ilişkileriyle şekillenir. Bu bütünlüğü göz ardı etmek, çoğu ürünün kendi kulvarında tarafsız bir şekilde üretildiğini iddia etmek resmin tamamını görmeyi engellemektedir. Said de bu güçlü ilişkiye dikkat çeker (sh. 13):
…Bir beşerî bilimler uzmanı, Balzac'ın Comédie humaine eserinde Geoffroy Saint-Hilaire ile Cuvier arasındaki çatışmadan etkilendiğini bilmenin, Balzac'ı yorumlayan biri için ilginç bir bilgi olduğunu kabul eder. Ancak aynı Balzac’ın derin muhafazakâr monarşizmden etkilendiğini düşünmek, onun edebi "dehasını" küçültür gibi görünür ve bu yüzden daha az ciddi bir çalışma konusu olarak değerlendirilir. Benzer şekilde—Harry Bracken'in sürekli olarak gösterdiği gibi—filozoflar, Locke, Hume ve empirizm üzerine tartışmalarını yürütürken, bu klasik yazarların "felsefi" doktrinleri ile ırksal teori, köleliği haklı çıkarma veya sömürgeci sömürüye yönelik argümanlar arasında açık bir bağlantı olduğunu hesaba katmazlar. Bunlar, çağdaş akademik çalışmaların kendini "saf" tutmak için kullandığı yangın yöntemlerdir.
Kültürel Hegemonyanın Yapı Sökümü
Oryantalizmin etkisini ve geçerliliğini anlamak, onun tarih boyunca nasıl yapılandığını, hangi bireylerin ve kurumların bu otoritenin inşasında rol oynadığını analiz etmeyi gerektirir. Said’in çalışması, Oryantalizmin hem kişisel hem de kolektif düzeyde nasıl bir otorite oluşturduğunu ve bu otoritenin, Batı'da Doğu’ya dair algıları nasıl şekillendirdiğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Sonuç olarak Oryantalizm kanonu ve bu kanona katkı veren çalışmalar arasındaki ilişkileri ortaya koymak bağlamın doğru anlaşılmasını sağlamaktadır. Bu nedenle Said, oryantalizmi yalnızca politik bir olgu olarak değil, aynı zamanda bu bütünlüğe katkı veren eserlerde bireysel yaratıcılık, detaylı çalışma ve geniş politik gerçekliklerin etkileşimi olarak ele almaktadır. Said, bu detaycı ilişkiler ağını yapı sökümüne uğratmak için ‘…sadece akademik çalışmaları değil, aynı zamanda edebiyat eserlerini, siyasi broşürleri, gazetecilik metinlerini, seyahat kitaplarını, dini ve filolojik incelemeleri de..’ ele alarak hibrid bir perspektif sunar (sh. 23).
Said, oryantalizm otoritesini incelemek için kullandığı metodolojide kendi ifadesi ile "stratejik konum" ve "stratejik oluşum" yaklaşımlarını kullanır (sh. 20). Stratejik konumla incelediği yazarın Doğu’ya dair ürünündeki pozisyonunu belirlemeye çalışırken stratejik oluşum yaklaşımıyla ürünün diğer ürün ve metinlerle ilişkisine odaklanmaktadır. Metinler hep birbirine referans verilerek veya dolaylı etkilenme ile oluşturulduğu için stratejik oluşum son derece kritiktir. Dolayısıyla, bu bağlamda her bir ayrık metin veya ürün, geçmiş metinlere yönelik arkeolojik bağlantıları ve nihayetinde arkeolojik konumu ortaya çıkarmaktadır. Kısaca, bireysel metinler, oryantalizmin kolektif yapısı içindeki yerini ve etkisini ortaya koymak için hayati öneme sahiptir. Bu yüzden, tek tek metinlerin içerdiği düşünce, stil ve otoriteyi anlamak, bu geniş söylemin dinamiklerini çözmek açısından belirleyici olmaktadır.
Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyet Entelektüellerinin Oryantalizme Tepkisi
Bu bağlamda Zeynep Çelik, ‘Avrupa Şark’ı Bilmez’ eserinde Said’in çalışmasını genişleterek geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet entelektüellerinin oryantalizme tepkisini anlamaya yönelik orijinal ve kapsamlı bir çalışma yapmaktadır (Avrupa Şark’ı Bilmez, Eleştirel Bir Söylem (1872-1932), Koç Üniversitesi Yayınları, 2019). Dönemin entelektüelleri yabancı dil bildikleri için Oryantalist külliyatla hemen temas kurabilmiş ve imparatorluk, İslam, günlük yaşam, sanat, mimari, toplumsal kurallar gibi geniş yelpazede Batı'nın Doğu'yu temsillerine şiddetli itirazlar yapmaya başlamıştır. Bu kapsamda ilk işaret fişeği Namık Kemal tarafından 1872’de İbret gazetesinde yayımladığı ‘Avrupa Şark’ı Bilmez’ başlıklı yazı ile atıldığı için Çelik de anlamlı bir şekilde kitabının başlığını dönemin tepkisini yansıtacak şekilde seçmiştir.
Çok farklı ideolojilere sahip entelektüellerin ortak noktasını ‘oryantalizmin reddi’ oluşturmaktadır (sh.14). Çelik, bu ortak noktayı Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin birbirinden ayrık olmadığı, tam tersine süreklilik arz ettiği tespitine dayanak yapmaktadır (sh.19):
Bu kitapta bir araya getirilmiş yazıların oryantalizm karşısındaki ortak tutumu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerini birbirinden ayıran kesin kopuş teorilerini alt üst etmektedir. Avrupa'nın Şark temsilleri karşısında alışılmadık bir birleşik cephe oluşturarak, iki siyasal rejim arasında akıcı bir süreklilik sergilerler…
Bu süreklilik kitapta Namık Kemal, Ebüzziya, İsmayil Hakkı, Celal Esad, Ahmed Rıza, Ömer Lütfi, İzzet Melih, Tevfik Fikret, Halid Ziya, Ahmed Midhat, Fatma Aliye, Halide Edip, Ahmet Haşim, Ömer Seyfeddin, Ercümend Ekrem, Şevket Süreyya, Nazım Hikmet üzerinden rahatlıkla takip edilebilmektedir.
Elbette, bu sürekliliğin istisnaları da olmuştur. Oryantalist kanonun ve otoritenin üretimi sadece dışsal olarak Batılılar tarafından değil, Doğu’lu olmasına rağmen ürünleri bu üslupla üretenler tarafından da beslenmiştir. Bu üslubu kullanan yazarlar kendi ülkelerini bir Batılı gibi görmekte ve yansıtmaktadır. Eserlerde örneğin Flaubert’in oryantal üslubu hâkimdir. Bu üslupta yazılan romanların aslında o toprakların insanına yazılmaktan çok Batıya yazıldığı rahat bir şekilde hissedilir. Zeynep Çelik kitabında bir taraftan geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet entelektüellerinin oryantalizme karşı ortak duruşuna yer verirken oryantalizme yerli katkılar için Osman Hamdi örneği vermektedir (sh.26):
… Farklı okumalara yol açan yorumlara açık, fakat oryantalist geleneklere göre yapılmış olan Osman Hamdi'nin resimleri, Batılı ressamların çok sevdiği konular etrafında dönüyor, benzer mekânları sunsa bile onlara başka anlamlar yüklüyordu…
Bu istisnalara rağmen ana akım entelektüellerimizin oryantalizme ortak tepkileri bir taraftan savunma ve dolayısıyla reddiye boyutuna sahipken diğer taraftan gerçeğin ne olduğunu dile getirmek için içe dönük anlama çabalarını da tetiklemiştir. Çok farklı alanlarda çok önemli çalışmalar üretilmiştir. Örneğin 1943 yılında İstanbul Üniversitesi’nde Türk sanatı kürsüsünde çalışmaya başlayan Ernst Diez, oryantalist bir retorikle ‘Türklerin resim sanatında ulusal bir yeteneğe sahip olmadığı’ vurgusunu pekiştirirken Süheyl Ünver kapsamlı çalışmalarıyla reddiyenin ötesine geçerek bu alanda yeni bir dil inşa etmeye çalışır (sh.18). Namık Kemal de oryantalistlerin bu girişimlerle hatalarını düzelteceklerini beklemenin anlamsızlığına işaret ederek ‘..dolayısıyla çözüm Türklerin Avrupa dillerinde mükemmelleşmesi ve kendi tarihlerini yeniden yazmaları’ vurgusu yapmaktadır (sh.21). Dolayısıyla, bu karşı duruşun en önemli kazanımı, oryantalizmin temsillerine karşı kendi edebiyatımızı, sanatımızı, tarihimizi, günlük yaşam sorunlarımızı velhasıl kültürümüzü yeniden anlamak ve böylece yeni bir dil inşasına çalışma bilincini kuvvetlendirmektir.
Ancak, oryantalizme karşı bu ortak ve güçlü tavır alış Zeynep Çelik’in vurguladığı gibi 1930’lardan sonra azalır (sh.55). Bu zayıflamanın tarihsel nedenlerinin ötesinde belki de bu güçlü tavır alışın zayıflamasının en olumsuz etkisi, kendi kültürüne dayalı yeni bir dil inşası girişiminin de zayıflaması olmuştur. Böylece, oryantalist söylem çok daha güçlenebilmiş ve ana akım oluşturarak kültürel hegemonyasını oluşturabilmiştir. Batı da kendi oryantalizm kanonuna katkı veren insanları ödülleriyle öne çıkartmaya devam etmektedir. Bu karşılıklı beslenme, özellikle edebiyat, sanat ve sosyal bilimlerde çok güçlü bir çevrime sahip olmuştur.
Kurgusal Metinler ve Yapay Zekâ ile Gelen Oryantalist Tehlike
Said’in kitabın giriş kısmında Oryantalizm büyük verisinin günümüz düşünüş şeklini de doğrudan etkilediğini ifade etmektedir. Aslında kitap 1979 yılında yazılmış olmasına rağmen değişen bir şey yoktur, hatta bu düşünüş şekli çok daha güçlenmiştir. Netanyahu’nun 7 Ekim’den sonra yaptığı saldırı ve katliamları sürdürmesine imkân veren ABD yardımlarını, ‘ABD’nin İsrail’e yaptığı yardım Batı medeniyetini savunuyor’ şeklinde Batı medeniyeti ile ilişkilendirmesi de aynı oryantalist retorikten beslenmektedir (Şarkul Evsat, 21 Nisan 2024). Dolayısıyla oryantalizm ve Doğu’ya yönelik sömürü birbirini besleyerek sürdürülebilirliği sağlamaktadır. Oryantalizm ile her alanda doğu ile ilgili çok geniş ve devasa bir bilgi üretilirken bu bilgi Doğu’ya ‘demokrasi’ (!) götürülürken sürecin nasıl yönetileceği ile ilgili rehberlik sağlamaya devam etmektedir.
Diğer taraftan, bilindiği gibi özellikle üretken yapay zekâ mevcut büyük veriden öğrenerek yeni metinler üretmekte, dolayısıyla, üretilen yeni bilgilerde mevcut veriler bir şekilde hafıza görevi görmektedir. Aslında Said’in ‘stratejik oluşum’ yaklaşımı ile çözmeye çalıştığı da her bir eserin oryantalist hafıza ile ilişkisini ortaya çıkartmaktır. Benzer şey, oryantalizmde için de söz konusudur. Yaklaşık iki yüz yıllık kapsamlı bir oryantalizm külliyatı oluşturulduğu için üretken yapay zekâ tarafından Doğu’ya yönelik oluşturulan içeriklerde de aynı hafıza yeniden üretilmektedir. Sonuçta, yeni yapay zekâ teknolojileri de oryantalist külliyatı genişletmeye katkı verecektir. Bu bağlamda, yapay zekâ ve oryantalizm ilişkisi üzerine kapsamlı çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.