Ekonomi denen yalan…
“İnsanların yaşayabilmek için üretme, ürettiklerini bölüşme biçimlerinin ve bu faaliyetlerden doğan ilişkilerin bütünü, iktisat.”
TDK’da (Türk Dil Kurumu) ekonominin tanımı böyle yapılıyor.
Wikipedia ise “Ekonomi; üretim, ticaret, dağıtım ve tüketim, ithalat ve ihracattan oluşan insan etkinliğidir. İnsanın ihtiyaçlarını karşılamada yapılan her türlü faaliyeti içerir” sözleriyle açıklıyor.
En sağcıların, en muhafazakârların, en liberallerin ‘en solcu’ söylemlerle kapitalizm eleştirisi getirip, emperyalistlere kafa tuttuğu bugünlerde…
6. Filoyu protesto eden solcu gençler kadar ateşliler şimdilerde. Ekonomik sisteme en ufacık eleştiri getirenin ‘komünist’ damgası yediği veya ‘aptal olmakla’ itham edildiği güzel ülkemizde bu kolay bulunur bir fırsat değil. Şartlar olgunlaştı, ben de içimdekileri dökeyim istedim. :)
Ekonomi dediğimiz koca bir yalan! Para insanın ilk sanal icatlarından biri… Hele, ekonomi bir bilim dalı olarak anıldığında tüylerim diken diken oluyor. İnsan uydurması bir sistemin nesi bilim olabilir ki? Adam Smith, ekonomi için “Servet bilimidir” der. Hele hele serbest piyasa ekonomisi modelinin amacı tam olarak nedir, anlayan beri gelsin.
Para birimi nedir mesela? Niye yükselir, niye düşer? Ülkelerin ekonomik ve siyasi durumları burada etken, onu biliyoruz da paranın kendisinin satın alınması yeterince saçma değil mi?
Borsaların kuruluş amacı nedir? Şu anda neye hizmet etmektedir? Bankalar neden var? Sigortacılığın amacı sigortanın çok ötesine geçmedi mi? Sosyal güvenlik kurumları güvenlikten başka her şeyi sağlamıyor mu?
Şu kısacık kendi ömrümde bile, küreselleşmenin nasıl şekilden şekile girdiğine şahitlik ettim. Henüz çömez bir ekonomi muhabiriyken, 1990’ların sonlarında yeni pazarlara açılan dev şirketlerin ‘romantik’ açıklamalarını duyardım.
“Asya’nın kalkınmasına katkı sağlayacağız. Hindistan’da istihdam yaratacağız. Çinliler de bizim sayemizde modern dünyanın en gelişmiş ürünlerine erişecekler. Oradaki potansiyeli görüyoruz. Büyüyoruz! Büyüyoruz! Büyüme! Büyüme!”
Gibi açıklamalar…
2000’lerde ise bu dünyayı kalkındırmak isteyen şirketler, borsadaki yatırımcının memnuniyetini her şeyden daha fazla önemsemeye başladılar. Yatırımcının gözüne girmek için fabrikalar kapatmaktan, binlerce insanı işten çıkarmaktan çekinmediler.
“Maliyetleri azaltıyoruz. Şu şu şu ülkelerden çıkıyoruz. Avrupa’daki üretim tesislerini kapatıyoruz. 5000 kişinin işine son vereceğiz. Afrika’nın canı cehenneme. Asya’nın kalkınmasından bize ne yahu!”
Gibi açıklamalar…
Bir yanda bir milyar aç, bir yanda bir milyar obez yaratan bir sistemin nesini beğeneyim?
Üç beş spekülatörün, manipülatörün ülkeleri, şirketleri iflasa götürebildiği sistemin nesini beğeneyim?
Dünyanın kaynaklarını ahlaksızca tüketen, çevreyi kirleten sistemin nesini beğeneyim?
Zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapan sistemin nesini beğeneyim?
İnsanları iyileştirmeyi değil, hasta edip daha çok para kazanmayı hedefleyen sağlık ve ilaç endüstrisi yaratmış sistemin nesini beğeneyim?
Sadece parayla değil sanatıyla, sinemasıyla, yarattığı dejenere kültürle yerel kültürleri istila edip, yok eden bir sistemin nesini beğeneyim?
Herkesin kendine âşık ama kimsenin kendinden memnun olmadığı; Japon’un gözlerini açtırıp, Amerikan’ın meme büyütüp, Arap’ın saç ektirip, Rus’un popo büyütüp, İranlının burun küçültüp kendini güzel bulduğu sistemin nesini beğeneyim?
İnsanların bir gecede zengin bir gece de dilenci olduğu sistemin nesini beğeneyim?
Borsası, piyasası, faizi, kuru, enflasyonu…
İnsan uydurmasıdır hepsi ve bence iyi de uydurulamamıştır.
Başka bir dünya mümkün!
Bunları söyledim ama diğer ekonomik modelleri de çok beğeniyor değilim. Teoride iyi duran diğer sistemlerin, pratikte insan doğasıyla uyumlu olmadığı da görülmüştür. Gayret edip hem insanın doğasına uyan hem amacından sapmayan hem de daha eşit, adil, vicdanlı bir ekonomik model oluşturmak zorundayız.