Ekonominin Ak Partili 15 yılı (II)
Bir ülke ekonomisinin genel gidişatını anlayabilmek için bazı temel makroekonomik göstergelere bakmak yeterlidir. Tabii ki profesyoneller çok daha fazla ayrıntıyı dikkate alırlar ancak bu yazının amacı için temel göstergeler yeterli olacaktır. Bu temel göstergeler; GSMH (Milli Gelir), enflasyon, bütçe dengesi ve borç stoğu, dış ticaret ve işsizliktir.
Elbette bütün bu büyüklüklerdeki değişimler ülke ekonomisini yönetenlerin başarı veya başarısızlığını gösterir. Türkiye 2001 yılındaki düzenlemenin ardından Merkez Bankası’nı hükümetlerden bağımsızlaştırmıştır. Bu yüzden ekonomi yönetimi dendiğinde bu iki kurumu anlamak gerekir. Özellikle enflasyon Merkez Bankasının sorumluluğundadır. Merkez Bankası ayrıca finansal istikrarı sağlamak için hükümetle koordineli çalışmakla görevlidir.
Makro düzeyde ekonomiyi yönetmenin kabaca iki aracı var. Bunlardan biri Para Politikası, diğeri ise Maliye (Bütçe) Politikası. Ekonomik istikrar açısından bu iki politikanın hem kendi içinde hem de birbirleri ile koordineli olarak etkin bir şekilde belirlenmesi ve uygulanması gerekir. Bu politikaların doğrudan hükümet ile ilgili olanı maliye politikasıdır. Ekonomik istikrar açısından temel prensip çok özel durumlar dışında bütçe açığının minimize edilmesi ve devletin borç stoğunun makul seviyelerde tutulmasıdır. Hemen hatırlatalım, bu bütçe disiplini sağlanırken devletin temel fonksiyonlarının da en iyi şekilde yerine getirilmesi elbette esastır.
Bütçe disiplini açısından kullanılacak en doğru gösterge Kamu Kesimi Borçlanma Gereği’nin (KKBG) GSMH’ya oranıdır. KKBG tüm kamunun bir yıl sonunda ne kadar açık verdiğini gösterir. Bu yüzden sadece bütçe verisinden daha kapsayıcıdır. Aşağıdaki tabloda yıllar itibari ile KKBG/GSMH rakamları yüzde olarak gösterilmiştir.
Aslında tablo 2002 yılından bu yana bütçe disiplini konusunda nasıl bir başarı olduğunu gösteriyor ancak yine de bazı ayrıntıların üzerinde durmakta fayda var. Öncelikle 2002 öncesi ile ilgili birkaç bilgi vermek gerekebilir. Tabloya baktığımızda 1990 da başlayan bozulmanın 1994 ve 1995 yıllarında bir miktar düzeldiğini ancak hemen sonrasında yine bozulmaya başladığını, aynı şekilde 2000 yılında nispi bir düzelmenin ardından hemen yine bozulmanın başladığını görebiliyoruz. Bu yıları özellikle göstermek istedik. Zira tabloda düzelme görülen yıllar hükümetlerin IMF (Uluslararası Para Fonu) ile stand-by anlaşmalarını yaptıkları yıllar. Artık iktisat tarihinin konusu olan bu anlaşmaların değişmez maddelerinden biri de bütçe disiplinin sağlanması idi. Hükümetler ilk yıl bu maddenin gereğini yapar ama hemen ardından ilk iş bütçe harcamalarını arttırırlardı. Nitekim 2001 yılı açığın %12,06 ile rekor düzeye çıktığı yıldır. Yani Hükümet topladığı vergiden, ülkenin toplam üretiminin %12’si kadar daha fazlasını harcamıştır. Bu yıl aynı zamanda Türkiye tarihinin en büyük iktisadi krizinin yaşandığı yıl olmuştur. Aslında ekonomik istikrar açısından kamu bütçe disiplininin ne kadar hayati olduğu bir kez daha görülmüştür.
2002 yeni bir IMF anlaşmasının yılıdır ve yine ilk tepki olarak açık düşürülmüştür. Ancak asıl başarı aynı yıl Ak Parti’nin iktidara gelmesi ile başlamıştır. Çok kısa bir süre içerisinde KKBG neredeyse sıfırlanmış hatta kamu fazla vermeye başlamıştır. Sadece 2009 yılında bir bozulma görülmektedir ki bunun da sebebi Dünya ekonomisinin gördüğü en büyük krizin yılı olmasıdır. Nitekim hemen takip eden yıllarda açık hızlıca düşürülmüştür. Aynı yıllarda Avrupa ülkelerinde yaşanan bütçe açıkları düşünüldüğünde bunun ne kadar önemli bir başarı olduğu daha iyi anlaşılabilir. Tabloda AB üyesi 28 ülkenin 2009-2014 yılları arasında ortalama kamu açıklarını görebilirsiniz. Elbette bu ortalama olduğu için bazı ülkelerin çok daha vahim bir performans gösterdiklerini tahmin edebilirsiniz.
Bu tablo o yıllarda Başbakan olan Tayyip Erdoğan’ın krizin bizi teğet geçeceği ve Avrupa ülkelerine nazaran çok daha az etkileneceğimiz söylemine demediğini bırakmayanlara en güzel cevaplardan biri olmuştur. Çok net bir sonuç vardır. Ak Parti Hükümetleri bütçe disiplini ve istikrarı konusunda eşine az rastlanır bir başarı göstermiştir. Üstelik bütçe açığını hızlıca kapatırken ekonomik büyümede de art arda rekorlar gelmiştir. Bir dahaki yazıda büyüme konusunu ele alacağız.
Son olarak iki konuya açıklık getirmek gerekiyor. Bu başarıyı bir türlü içine sindiremeyenler bir dönem tüm karaların Kemal Derviş’in bakanlığında zaten alındığı ve Ak Parti Hükümetlerinin bu hazır zemini kullandığını tekrarlayıp durdular. Elbette 2001 krizinin ardından IMF ile yapılan stand-by ile birlikte bazı kararlar alındı. Zaten 2002 yılında bütçe açığındaki düşüş bunun neticesidir. Ancak hemen hatırlatalım yukarıda açıkladığımız gibi daha önceki yıllarda da benzer tablolar görülmüş, anlaşma sonrası ilk yıl bir düzelme ile beraber hemen ardında daha şiddetli bir bozulma başlamıştır. Şayet Ak Parti dışında başka bir hükümet görevde olsa aynı tablonun tekrarlanacağı “tecrübe ile sabittir”. Dolayısı ile bu başarı sadece ve sadece Ak Parti hükümetlerinin başarısıdır.
Bir diğer konu ise bu disiplin sağlanırken kamusal hizmetlerin nasıl seyrettiğidir. Zira yine önceki yıllardan tecrübe edilen bu tür “kemer sıkma” yıllarında kamu hizmetlerinin neredeyse minimuma indirildiği ve bütçe açığının kamu hizmetlerinde daralma ile sağlandığıdır. Gerçekten de hem 1994 hem 2001 yılında kamu yatırımları neredeyse tamamen dondurulmuş, eğitim, sağlık gibi hizmetlerde çok ciddi aksaklıklar ortaya çıkmıştır.
Bununla birlikte 2003 yılından itibaren bütçe açığı çok daha başarılı ve kalıcı bir şekilde düşürülmüş ancak aynı zamanda kamu hizmetlerinde Türkiye tarihinde görülmemiş bir dönüşüm yaşanmıştır. Sağlık hizmetleri eskisi ile kıyas dahi kabul etmeyecek ve bir çok Avrupa ülkesini geride bırakacak düzeye ulaşmıştır. Eğitimin bütçeden aldığı pay diğer tüm kalemleri geçmiş ve rekor düzeye ulaşmıştır. Her ne kadar nitelik olarak bu alanda sağlık alanındaki kadar başarı elde edilmemiş olsa da nicelik olarak çok büyük bir değişim olduğu açıktır. Kamusal yatırımlardaki artış yine rekor düzeydedir. Ulaşım, enerji vb gibi alanlarda Türkiye gerçekten sınıf atlamıştır. Son 15 yılda yapılanların beraberinde bütçe açığını neredeyse sıfırlayarak yapıldığına inanmak gerçekten oldukça güç.
Peki bu nasıl başarıldı? O da önümüzdeki yazının konusu…
Not: Hafta içi maalesef Bilgisayarım çalındığı için yazı biraz gecikti.