Ekonominin Seçimi, Seçimin Ekonomisi
18 Nisan 2018 Türkiye için tarihi bir gün oldu. Herkes nefesini tutmuş Tayyip Erdoğan tarafından yapılacak açıklamayı beklerken Cumhurbaşkanımız kürsüye geldi ve açıkçası tüm Türkiye için sürpriz olan bir tarihi, seçim tarihi olarak açıkladı. Türkiye 24 Haziran 2018 tarihinde bir dönemi kapatmış ve yeni sisteme tümüyle geçmiş olacak. Bunu kimin seçileceğinden bağımsız olarak söylüyoruz; 15 Temmuz yeni Türkiye’nin doğumu idi, 16 Nisan’da ismi koyuldu, 24 Haziran’da da artık yürümeye başladığını göreceğiz. O gün sandığa onu en doğru şeklide yürütecek lideri seçmeye gideceğiz.
Doğal olarak ilk tartışmalar bu kararın neden alındığı üzerine yapılmaya başlandı. Özellikle süreci başlatan konuşmasında Devlet Bahçeli’nin yaptığı bazı tespitler hemen speküle edildi. Erdoğan bir gün sonra çok net bir şekilde sebebi izah etmiş oldu. “Eski sistemin hastalıkları her adımda karşımıza çıkabiliyor” ifadesi bu açıklamada anahtar cümle bu idi. İstenilenin üzerinde bir uyum yakalanmış olsa bile, eski sistemin içerisinde yeni bir sistemi büyütmek o kadar da kolay bir iş değildi. Aslında son derece iyi niyetle düşünülmüş ve biraz da uzun tutulmuş geçiş süreci koşulların da dayatması ile erken tamamlanacak.
Erdoğan’ın ekonomi ile ilgili söylediği gerekçeler ise erken seçim kararına dair değil, seçim tarihinin neden çok yakın olmasına ilişkindir. Çok açık ki ülkeyi (konjonktürden bağımsız olarak) birkaç aydan fazla seçim sürecinin içerisine sokmak ekonomiye zarar verebilir. Bu yüzden bu son derece geçerli bir gerekçedir ve özellikle iş dünyası tarafından da olumlu karşılanmıştır.
Seçim kararının açıklanmasının hemen ardından çeşitli cenahlardan bu kararın ekonomik durum ile ilgili olduğuna dair tespitler gelmeye başladı. Bir grup ekonomide işler kötü ve daha da kötüleşecek o yüzden bir an evvel seçime gidilme kararı alındı diyor. Bir diğer grup özellikle 2019 seçimlerine yaklaşıldıkça, sonucu etkileme maksadı ile ekonomiyi hedefleyen operasyonların artacağını, erken seçimin bunun önünü kesmek üzere yapıldığını söylüyor. Başka bir grup seçimin belirsizliği ortadan kaldıracağını ve bunun ekonomide hızlı bir ivmeye neden olacağını iddia ediyor. Belli ki bir süre daha bu konular konuşulacak ancak seçim yaklaştıkça bir önemi kalmayacağı için bir kenara bırakılacak. Biz yine de kendi tespitlerimiz not düşelim.
Türkiye Ekonomisi 2017 yılında gerçekten parmak ısırtacak bir performans göstermiştir. Bir çok probleme rağmen %7,4’lü büyüme ile dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri olmuştur. Bu performans 2018 yılının ilk çeyreğinde de devam etmiştir. Türkiye 2017 yılından bu yana 1,5 Milyon’un üzerinde yeni istihdam yaratmış ve işsizlik oranını tek haneye indirmiştir. Geçtiğimiz ay, aylık bazda ihracat rekoru kırılmıştır. Tabii ki kurlardaki
yükselmeden kaynaklı yüksek seyreden bir enflasyon oranı söz konusudur. Yine bu çerçevede faiz oranları olması gerekenin oldukça üzerindedir. Bunlar elbette çözülmesi gereken problemlerdir ancak tüm makro ekonomik göstergelere bakıldığında ekonominin performansının son derece güçlü olduğu ve böyle devam edeceğini söylemek mümkündür.
Fazla ayrıntıya girmeden şu tespiti yapalım; Türkiye’nin ne erken seçim yapmayı gerektiren ne de çözülmesi için erken seçime ihtiyaç duyulacak bir ekonomik problemi vardır. Bugün ve önümüzdeki yıllar için böyle bir problem olduğunu söyleyenlerin başka bir bildikleri olsa gerektir.
Diğer yandan erken seçim kararının özellikle ekonomik kanaldan gelecek operasyonları boşaçıkaracağını belirtip seçim kararının bu yüzden alındığını iddia eden yazılara da rastlıyoruz. Öncelikle şunu ifade edelim; bu operasyonlar zaten 15 Temmuz planının boşa çıkarılmasının ardından başlamıştı. O kadar ki, IMF, Dünya Bankası da dahil bir çok kuruluş Türkiye’nin 2017 yılında ortalama %2 büyüyeceğini ve 2016 yılından çok daha kötü bir ekonomik tablo
olacağını açıklıyorlardı. Sadece bu kuruluşlar değil, yurt içinde de benzer yorumları yapanlar hem sayıca hem de etkinlik olarak azımsanmayacak düzeydeydi. Buna rağmen Türkiye hepsini boşa çıkaran bir performansı göstermeyi başardı. Finansal taraftan gelen tüm ataklara ve bir krizi tetikleme planlarına rağmen olabilecek en düşük hasarla bu ataklar savuşturuldu. Şimdi neredeyse bu atakları planlayanlar bile başaramayacaklarını görüp başka yollar aramaya başlamışken, ülkenin bu yüzden seçime gittiğini söylemek doğru olmaz diye düşünüyoruz. Şunu ifade edelim; Türkiye ekonomisi bu tür operasyonlara direnecek kadar güçlü ve temelleri sağlam bir ekonomidir ve gittikçe de güçlenmektedir. Diğer yandan sürekli operasyonlara maruz kalan bir ülke algısı yaratmanın da bir faydası yoktur. Vurgulanması gereken operasyonların olabileceği ancak Türkiye’nin bunlara sonuna kadar dayanacak
güçte olduğudur.
Yine de bu yaklaşımları tamamen dışarıda tutmadan kendi tespitimizi açıklamaya çalışalım. Öncelikle Erdoğan’ın seçimleri zamanında yapma konusunda siyasi tarihimizdeki en samimi ve tutarlı politikacı olduğunu kabul etmek gerekir. Bu açıdan bu erken seçim kararını alma konusunda da oldukça zorlandığını tahmin etmek güç değil. Bununla birlikte şunu da görmek gerekiyor. İçinde bulunulan konjonktürde iki sistemi iç içe yürütmenin zorluğu ülkeye gittikçe yüksek bir maliyet yüklemeye başladı. Bu ikili süreç Cumhurbaşkanımızın ifadesi ile “eski sistemin hastalıkları”nın olduğundan daha etkili bir şekilde ortaya çıkmasına sebep oldu. Aslında birçok defalar Cumhurbaşkanımız yaşanan sorunları ifade etti. Son olarak bazı bürokratların imza atmaktan kaçındıkları vs yönündeki
duyumlarına verdiği tepkiyi hatırlıyoruz. Benzer bir çıkışı da ekonomi alanında yapmıştı. Mart ayının sonunda Pendik’te yaptığı konuşmada, faizlerin yüksekliğine vurgu yaparken bazı kamu bankalarını da sorumlu tutmuş ve “bunu er geç çözeceğiz” demişti. Başka örnekler de vermek mümkün.
Bir süredir daha fazla görünür hal alan bir durum var. Ekonomi yönetiminin bazı unsurları ile Cumhurbaşkanı arasında sorunların teşhisi ve çözüm yöntemleri konusunda bir paralellik yok ve şu an var olan sistemde bu bir tansiyon yaratıyor. Zira iç içe geçmiş sistem ve yetkiler en ufak uyumsuzluğu olduğundan fazla büyütebiliyor. İşte işin ekonomi tarafında Erdoğan’ı erken seçim kararına iten temel unsurun bu olduğunu, yani genel bir problemin bu alandaki yansıması olarak görülmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Seçimlerin ardından ekonomi tarafında neler olabileceğine dair tahminlerimizi bir sonraki yazıda paylaşacağız. Bu yazıda son olarak iki konuya açıklık getirelim. İlki seçimin maliyeti konusu. Bazı kişiler eski alışkanlıklarından kurtulamamış olacaklar ki bu seçimin ülkeye maliyetinden ve bütçeye getireceği yükten dem vuruyorlar. Türkiye’nin bugün nereye geldiğini hala anlamayanlara söyleyecek pek bir sözümüz yok ancak bir bilgi olarak şunu söyleyelim. Bugün yapılacak bir seçimin bütçeye yükünün toplam bütçe büyüklüğüne oranı %0,2’nin altındadır. Diğer konu seçim ekonomisi uygulanması endişeleridir. Öncelikle 2 ayiçerisinde seçime gidilecek olması böyle bir ihtimali neredeyse tamamen ortadan kaldırmıştır. Diğer yandan Ak Parti Hükümetlerinin bundan önceki seçimlerde bu yola hiçbir zaman tevessül etmemiş olması unutulmamalıdır. Ancak burada son bir uyarı yapalım. 7 Haziran 2015 seçimleri öncesinde özellikle CHP’nin yaptığı son derece “uçuk” ve “popülist” vaatlere en ufak bir itirazda bulunmayan iş dünyası mensuplarının, bugün “aman seçim ekonomisine kayılmasın”, “popülizm yapılmasın” türünden çıkışlarının iki yüzlülüklerini göstermek ötesinde bir karşılığı olmayacaktır. Bu yüzden bazılarına bir an evvel “saçmalamak” yerine “gerçekle yüzleşme”yi tercih etmelerini öneririz.