Eliniz kesilirse ne yaparsınız?
Sahne bir:
Annem mutfakta elini kestiğinde muslukta yıkar, işini yapmaya devam ederdi.
Annemin eli çok sürmeden iyileşirdi.
Ben elim kesilince tıbbi solüsyonla temizler, yara bandı kapatır, yarayı hayattan uzak tutardım.
Benim yaramın iyileşmesi, anneminkinden uzun sürerdi.
Canlı bedeni milyon yıldır kendi yarasını kapatmaya programlıdır.
Sahne iki:
ABD’de şeker hastalığı üzerine yapılan bir araştırmaya göre, hastalığı önlemek için beslenmeye dikkat etmek diyabet sektörüne 50-100 dolar kaybettirirken, şeker nedeniyle bir uzuv kesildiğinde 6 bin dolar kazandırıyor!
Hasta olmayı önlemek sağlık sektörünün işine gelmiyor.
Karamsarlık ve beslenme bozukluğu ise tam aradıkları ortam. Ruhun ve bedenin bitap düşmesi hastalıklara davetiye.
Sahne üç:
IPSOS’un 30 ülkede yaptığı araştırmaya göre en mutsuz insanlar bizim ülkemizdeymiş.
Sosyal medyada nefret kusan, eleştiren sayısı pozitif yorumlardan kat kat fazla.
“Yoğurt beyazdır” diyenle “siyahtır” diyen aynı eleştiriyi alıyor.
Uçakta oturulacak yer yüzünden yumruklaşanları gördük. Uçak! Yeriniz daha biletinizi alırken belliyken.
Sahne dört:
Önceki gün, çok yakınım birine “Hayat bir kez yaşanıyor” dedim, “Ve senin şarkı söylediğini hiç duymadım!”
Ona göre her şey olumsuzdu. Karamsarlığı kabullenmişti. Tansiyonu da hep yüksek. Halbuki şarkı söylemesi için her şeyi vardı.
Final:
Siyasetten sorunları çözecek somut öneriler çıkmayacağı ortada. İktidar gergin, muhalefet karışık. Çözüm zor.
Yeni dünya, çözümsüzlüklerin yönetilmeye çalışıldığı bir yer.
Ama biz, telafisi olanaksız günler harcıyoruz hayatımızdan. Öncesinde yoktuk, sonrasında olmayacağız. Bekleyecek zaman yok.
Böyle bir zamanda yaşamaya mahkum edilmişsek, bir tünel kazmak zorundayız çıkışa doğru.
Bencilleşerek değil, insan ilişkileri ağımızı genişleterek.
Gerçek ihtiyaçlarımızı tanımlayıp dayatılan ihtiyaçlarımızdan vazgeçerek.
Zihnimizi olumsuzu değil, olumluyu bulmaya ayarlayarak.
En son ne zaman derin bir nefes alıp, içten bir kahkaha attınız hatırlıyor musunuz?
Yapmamak için çok gerekçeniz olabilir, ancak hayat da gelmemek üzere geçip gidiyor. Değmez yere feda etmemek lazım. Dost önerisi.
ESKİ ŞEKİL KAŞIKLA YENİ NESİL YEMEK
AK Parti Grup Başkanvekili, Youtube’da bir programa katılıyor.
Birleşik Arap Emirlikleri hakkında konuşuyor. Ne dediği önemli değil.
Rivayete göre işler karışıyor, istifası isteniyor vs.
Ben içerikten çok, biçime takılıyorum.
Bir siyasi parti yöneticisinin Youtube’da ne işi olabilir?
Şu işi olabilir: Araştırmalara göre “Z” kuşağı en çok Youtube’dan etkileniyormuş.
Bir şey biliyorsanız, onu da doğru bilin.
Dijital dünyada izleyici kendi seçimini yapar. Buna rağmen Youtube yüzde 32 güvenilir ise bu oranı ciddiye almak abes.
Her şeyiniz geleneksele endeksliyken, dijitalden oy devşirmek ne iş?
“Eğlen, gül, geç” ortamına aşırı işlev yükleme.
Eski nesil siyasetçilere diyeceğim o ki; komik değilsen, özel hayatını paylaşmayacak, dedikodu yapmayacak, ağzınla kuş tutmayacaksan dijitalden uzak dur.
HİSSİYATIM ODUR Kİ
Bir, 6’lı muhalefet masasında kıyamet cumhurbaşkanı adayının kim olacağından kopacak, demedi demeyin.
İki, siyasetin ağzı olanın konuştuğu değil işi bilenin konuştuğu bir kurum olması bir ülkeye yapılacak en büyük iyiliktir.
Üç, ABD’de yine bir saldırgan toplu katliam yaptı. Dünya silah piyasasını yönlendirirken faturanın bir kısmını kendi ülkesi ödüyor.
Bireysel silahlanmayı önleyici uluslararası tedbirler alınmazsa, herkes bu tür olayların seyircisi ya da kurbanı olmaya devam edecek.
Dört, gittikçe sıkıcı bir hâl alan “Güldür Güldür Şov”un siyasi esprilere yer vermesi, programa can suyu gibi oldu.
İktidar ve muhalefet dengesini gözeterek devam ederlerse önemli bir eksiği kapatmış olacaklar.
Beş, MHP’li eski bir siyasetçinin (adını anmayayım), bir dizi oyuncusunun aylar önceki kıyafetini eleştirmesini, “sütyensiz”liğinin altını çizmesini ciddiye almak gereksizdi.
Onunki, iç dünyasındaki cinsel etkilenmişliği “ahlâk” kılıfıyla dışa vurmaktı o kadar.
Altı, Aydın Doğan’a medyaya dönmesi için baskı yapılıyormuş. İmamoğlu’nun Karadeniz gezisinde otobüse alınan gazetecilerin gördüğü tepki üzerine Aydın Bey “Kutuplaşmış, gergin ortamda bu işlere girmek ne kadar akıllıca bilmiyorum” demiş.
O tepkilerin kutuplaşmayla değil, fotoğraftakilerin karakteriyle ilgisi vardı. Aydın Beyin etrafı durumu yanlış okuyor olmalı.
Yedi, Netflix içeriğini beğenmeyen çalışanlarına kapıyı göstermiş.
Ama bunu “işinize son verildi” ya da “kendinize başka iş arayın” şeklinde yapmamış, “Netflix sizin için uygun yer olmayabilir” demiş.
Ne kadar çirkinleşiyorsan ambalajın da o kadar görkemli oluyor.
Sekiz, Ece Üner Show Haber’den ayrılıp gündüz kuşağı programına geçmesi büyük hataydı, yazmıştım.
Reytingleri yerlerde sürününce programına son verildi.
İşte o Ece Üner, şimdi gündüz kuşağı için “canavar” benzetmesi yapıyor.
Sorunumuz hep tutarsızlık. Yaparken iyiydi, yapamayınca kötü oldu.
RUHUMUZU KORUMAK İÇİN
Mutsuzluk ve karamsarlık sürekli kendisini üretir. Çok çabuk da bulaşır.
İçinde karanlık kuyu taşıyan, dışındakini de o kuyuya atmaya çalışır.
Hep eleştiren, hep kızgın olanların gözlerine bakın, o kuyu oradadır.
Elbette, karamsarlık toplumsal bir ruh hali, çevresel bir atmosfer olabilir.
Ve fakat, kendi bireysel iyileşmemizi gerçekleştirerek o atmosferi birazcık dağıtmaktan başka çare de yok. Mesela;
-Doğaya gidin. Paranız olması gerekmez, semt parkınıza gidin. Ayaklarınızı toprağa değdirin.
-Her nerede, ne iş yapıyorsanız, derin derin nefes alın. Teknik çok basit, bir çiçeği koklar gibi çekeceksiniz nefesinizi içinize o kadar.
-Kitap okuyun, en kötü kitap bile sözcük hazinenizi, hayal gücünüzü genişletir.
-Karamsar filmleri izlemekten vazgeçin.
-Entrikalar zincirinden oluşan dizileri izlemeyin.
-Televizyon haberlerine bakmayın. Bilmeniz gereken haberler zaten orada yok, olumlu bir şeyi görme olasılığınız düşük.
-Sosyal medyada beğenmediğiniz paylaşımlara nefret kusmak yerine görmezden gelip geçin.
-Empati duygunuzu geliştirin. Herhangi bir durumda laf yapıştırmak yerine “Neden öyle yapmış olabilir” diye düşünün.
-Çevrenizde sizle ilgili sürekli fikir beyan edenleri önce uyarın, dinlemezlerse onlardan uzaklaşın.
-Olumsuz hallerinizi uyaranlara kızmak yerine haklılık paylarını düşünün.
-Bir hobi edinin. Mutlaka. Bir koroya kaydolun mesela.
-Bir bitki yetiştirin, küçücük bir saksıda da olsa. Ona dünyanın en önemli şeyi özenini gösterin.
ELON MUSK VE TWİTTER
Twitter hiç ilgimi çeken bir platform olmadı. Herkesin iç döktüğü, kimsenin dinlemediği bir ortamdan iyi bir şeyin çıkacağına inanmam.
Onca baskıya rağmen Twitter hesabı açmadım.
Hakaret yarıştırma, etiketleme, itibar suikasti, yargısız infaz ne ararsan var.
Hayatta bir şey olmamışların dandikten kahramanlık tasladığı yer.
Klavyeyle vatan kurtaran Şaban’lar diyarı vs. vs.
O Twitter’ı, bana göre dijital maskaralık abidesi, “tekno-cemaat” lideri Musk alıyor.
Başkalarının gerçeğe dönen hayallerinin ticaretini yapıyor.
Herkeste aynı soru: Musk zarar eden Twitter’ı 44 Milyar Dolar vererek neden alır?
Kendisi “İfade özgürlüğünü sağlamak” için diyor. Ne demek istediği belirsiz bu gerekçeye inanan pek yok.
“Başkan adayı olmak için” diyen var, olabilir de. Zira insanlar yeterliliğe bakmıyorlar, tepki için oy veren çok.
“Kendi megafonu yapmak için” diyenler var. Benim düşünceme yakınlar. Bana göre Musk, Twitter’ı alarak kendisine yeni bir oyuncak almış oldu.
Biraz oynayacak sonra satacak. Bu süre kısa olsa iyi olacak çünkü ağzından çıkanı kulağı duymayan bir adamın eline mikrofon vermek mide bulandırıcı.
NASIL DA ACIKLI
Şarkıcının biri, Tuğba Özerk, sahilde yürüyüşe çıkmış.
Yürüyen bir banka gibi sanki.
Tişört 20 bin lira! (Semt pazarında 20 lira.) Ceketi 72, saati 564, eşofman altı 28, çantası 48, ayakkabısı 45 bin lira!
Listede gözlüğü, çorabı, iç giyimi yok, toplamı bir milyon liraya yakın.
Markalara bu paraları ödemek ve o nesnelerin kuşatılmışlığından tatmin olmak olsa olsa ruhsal bir sorundur.
Ruhsal bir sorun değilse, anlamsız bulduğu hayatına anlam aramaktır.
Anlam aramak değilse, nesneler üzerinden ilgi çekmek isteyecek kadar yalnızlık hissetmektir.
Sade bir sporu gösterişli bir defileye çevirmek her şekilde bir kişilik sorunudur.
SAHAYA 1-0 GALİP NASIL ÇIKILIR?
Ligde en uzun süre lider kalarak şampiyon olan Trabzonspor’un teknik direktörü Abdullah Avcı “Şampiyon olduk” deyip defteri kapatmıyor.
“Biz şahaneyiz” demiyor, yukarıdan konuşmuyor.
Ne yapıyor?
“Yarış bitecek ama hayat yeni hedeflerle başlayacak” diyor.
“Daha iyisini nasıl yapacağımızı çalışıyoruz” diyor.
“Bu seneden çıkaracağımız çok ders var” diyor.
“Saatlerce ders çalışıyoruz” diyor.
Hep şunu yazdım: Bir maç, hazırlıklarını doğru yaparak sahaya 1-0 önde çıkılırsa kazanılır, maç sahadaki oyuna bırakılırsa kazanmak şansa kalır.
Hayat da böyledir. Hedefe odaklan. Masada hazırlan. Sahada uygula.
AKLIMDA KALAN
Yazarların imza günü: Ahmet Ümit, Beyoğlu’nda imza günü düzenlemiş. Okurların oluşturduğu kuyruk görülmeye değermiş. Haberi okuyunca “Aşk Yüzyılı Bitti”nin çıktığı günlere gittim. Kitabım çok ses getirmişti. Yayınevim Doğan Kitap’tan kitap fuarlarının imza günlerini planlamak için aramışlardı. İmza günü istemediğimi söyleyince de şaşırmışlardı. “Hiçbir yazar okurlarını önünde sıraya sokup bekletecek kadar önemli olmamalı.” Bu olay, “Böyle yazarlar da var” başlığıyla haber de olmuştu. Ben buyum, bırakın imza günü düzenlemeyi, biri kitabımı imzalatmak isteyince de utanırım. Tuhafım yani.