Elvin Göncü ilk romanının hikayesini Sayım Çınar'a anlattı
Elvin Göncü’nün ilk romanı Rüzgarlar Dile Gelse, Siyah Kitap etiketiyle raflarda yerini aldı. Yazar bir kadını odak noktaya alarak tasavvufa, modern yaşama, geçmişe ve geleceğe dairt akıcı ve güçlü bir hikaye anlatıyor. Yazarla romanını, romanının hikayesini Sayım Çınar konuştu.
Röportaj: Sayım Çınar / sayı[email protected]
Kitabı yazma fikri nasıl ortaya çıktı? Ne kadar zamanda tamamladınız?
Uzun yıllardır etrafındaki fanusu kırıp nefes almak isteyen, tüm ezberletilenleri ve dayatılanları bir kenara atarak varlığını inşa etmek üzere zorlu bir içsel yolculuğa çıkan genç bir kadının romanını yazmayı arzuluyordum. Bu roman üzerinde çalışmaya dört yıl evvel Atölye Maçka’da, sevgili Mario Levi’nin atölyesinde başladım. Kalemi elimden bırakıp yayınevine teslim etmem üç yıl sürdü.
“Mevlevilik benim gönlümün sesi...”
Ela ile ne kadar ortak noktanız var? Mevlevilik, mistik konular konusundaki bilgileriniz nereden kaynaklı?
Ela hepimizden bir parça taşıyor... Belki benim kaygılarımı, sizin kırgınlıklarınızı, bir başkasının kayıplarını yansıtıyor... Bir çoğumuz gibi maneviyatın kıymeti ile büyüyen ancak hayat denen bu zorlu sınavda özüne güvenmekten vazgeçip içindeki yaraları kazanımlarıyla kapatmaya çalışan bir kadın o... Onun en büyük zenginliği, mesnevihan bir dedeyle ve ona anlattığı mitolojik masallarla hayatı, sevmeyi, sevilmeyi öğretmeye çalışan Natalya’yla büyümesi... Mitoloji ve tasavvufla büyüyen biri olarak, bu noktada ben de aileme ve aile bildiklerime çok şey borçluyum. Mevlevilik içinse, tek söyleyebileceğim, Güneşin ışıklarıyla parlayan engin Okyanusu görünce insan, o güne dek aşk zannettiği her şeyin ancak bir arzu, kabulleniş veya aldanış olduğunu anlıyor. Mevlevilik benim gönlümün sesi...
İlk romanınız. Neler bekliyorsunuz, sizi kimler okumalı, bu kitabı kimler almalı?
Ben her zaman edebiyatın, müziğin, sanatın birleştirici gücüne çok inandım. Bugün romanımla birlikte, yanılmadığımı görmekten çok mutluyum. Farklı köklerden gelen, farklı yaş gruplarından olan bir çok insandan çok güzel geri dönüşler alıyorum. Bu da beni ve başta müstakbel eşim olmak üzere, bu yolculukta bana destek veren herkesi çok umutlandırıyor.
Çok yoğun karakterler ve konular var romanda, sayfa sayısı da yüksek. Daha kolay tüketilen kitapların yoğunlukta olduğu bir edebiyat ortamında böyle bir roman hazırlama fikri riskli miydi?
Mutlaka ki riskliydi ancak bu noktada yayınevimizin sahibi Vahit Uysal’a ve editörüm Çiğdem Uğurlu’ya bir teşekkür borçluyum. Bana ve ana karakterim Ela’nın hikayesinin gücüne o kadar inandılar ki, sonuna kadar arkamda durdular. Daha neredeyse bir aydır satışta olmasına rağmen gelen geri dönüşlerden görüyoruz ki, okuyucularımızın arasında romanı iki – üç gün içinde bitirenler var. Yoğun bir metne sahip olmasına rağmen akıcı ve sürükleyici olarak betimlenmesi bizi çok mutlu ediyor. Okuyanların olumlu görüşleri ve bu görüşleri paylaşmaları, kitabı tavsiye etmeleri bu riski yok edecektir diye düşünüyorum.
“Ben sadece yazmayı değil, tanık olmayı da seviyorum...”
Serkan karakteri de güçlü ve Türkiye'deki erkek şiddetine dair çok şey söyleyen bir karakter. Nasıl yarattınız bu karakteri?
İyi bir edebiyatçı olmak istiyorsanız sadece metnin değil aynı zamanda da karakterlerin de bir derinliği olmalı... Katman katman sunulan hayatlarına daldığınızda erteledikleriniz veya vazgeçtiklerinizden, korkularınızdan veya kaçışlarınızdan bir iz bulmalı ve onlara gönülden inanmalısınız... Bunun ise tek yolu hayatın içinde yazmak... Yaşadığınız yerlerin sokaklarında kaybolmak, tanımadığınız insanların acılarının ve sevinçlerinin gizli tanığı olmak... Ve ben sadece yazmayı değil, tanık olmayı da seviyorum...
Şiddet ise başlı başına bir kalp yarası... Hayat içinde kadın, erkek, çocuk, yaşlı fark etmeden bir çok insan psikolojik veya fiziksel şiddete mağruz kalıyor... Belki bir kere belki de defalarca... Serkan sadece bunlardan biri, ailesi tarafından psikolojik şiddet görmüş, ifade edemediği öfkesinden beslenmiş ve içinde biriktirdiği hırsı geleceğine taşımış biri...
Dileyelim ki, yakın tarihte şiddet denen kalp yarası son bulsun...
Bozcaada ve Konya önemli iki durak romanda. Nasıl ilişkiniz bu iki şehirle?
Bozcaada’ya ilk on dört yıl evvel gittim. Puslu bir Kasım akşamında her yerini dolaştıktan sonra kararımı verdim: bir gün burada yaşayacaktım. Dualarım kabul oldu, 2008 yılında küçük bir bağ evim oldu.
Konya’ya ise 2007 yılında, Sevgili Tayfur Sanlıman’ın atölyesindeki tabloları gördükten sonra gitmeye karar verdim. O güne dek okuduğum, dinlediğim, bana öğretilen her şey Gönüllerin Sultanının makamında anlam buldu.
Yaklaşık on yıldır, Bozcaada – Konya – İstanbul üçgeninde yaşıyorum. Fırsat bulabildiğim zamanlarda ise dostlarımla birlikte Anadolu’yu geziyorum.
İş hayatını, plazaları, beyaz yakalı dünyasını çok detaylı anlatıyorsunuz. Yöneticilik geçmişiniz ne kadar etkili oldu bu dünyayı kurmanızda?
Oldukça etkili olduğunu söyleyebilirim; yazar kimliğinin yanında halen yönetim danışmanlığı yapmaktayım. Uzun yıllardır profesyonel olarak çeşitli kurum ve kuruluşlarda görev aldığım için, çalışma düzeninin getirmiş olduğu kısıtlanma duygusunu iyi tanıyorum. Ne yazık ki, mevcut sistemde çok az şirket çalışanlarına ilgi alanlarına odaklanabilecekleri bir fırsat sunabiliyor veya bireysel gelişimlerini destekleyebiliyor. Mesleki uzmanlık odaklı iş hayatında, bir noktadan sonra bireylerin tıkanmış hissetmesinin kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.
“İşte bunlar benim romanı yazarken sessizce ettiğim dualarımın karşılığı...”
Sırada yeni bir çalışma var mı?
Evet var, yeni romanım üzerinde çalışmaya başladım... Şu an ilk romanımın tanıtımı ile ilgilendiğim için yavaş ilerliyorum ama sanırım sonbaharda istediğim noktaya gelmiş olacağım.
Şu ana kadarki reaksiyonlar ne yönde kitabınızla ilgili?
Çok güzel... Ortak noktası; okuyanların “hiç bitmesin istedik” demeleri... Bu beni o kadar mutlu ediyor ki... Bugüne dek aldığım yorumlardan gönlüme dokunan ikisini paylaşmak istiyorum: “Derinliklerinde yüzülecek cümleler paylaşmışsınız...”
“İçine girdiğimiz kalıplardan çok farklı bir ‘ben’ taşıdığımızı gördüm ve çok mutlu oldum...”
İşte bunlar benim romanı yazarken sessizce ettiğim dualarımın karşılığı...