En duyarlı benim hepinizi döverim
Bir klişe ve argo olsa da ‘Duyar kasma’ tabirine teslim olmaktan başka çare kalmıyor bazen.
Ve duyar kasmanın bir hakikate dayanması da gerekmiyor. Şartlar olgunlaştı mı kasarım duyarı, veririm ayarı, atarım havamı, bir değer üzerinden yükseltirim kendimi, alırım iltifatı, aşağılarım ezik insanları…
Duyar kasmanın raconu da var. Bir hadise meydana geliyor, dünyanın en günahsız insanları başlıyor taşları atmaya. Sloganlar havalarda uçuşuyor. Kimsenin kimseyi dinlemeye zaten niyeti olmadığı için gönül rahatlığı bağırıp, çağırıyor iki cephe. Bağırmak derken, çoğu zaman sosyal medyada klavyeye dokunuyor parmaklar, o kadar. Duyar dediğimiz birkaç parmak kasını çalıştırmaktan öte değil zaten.
Olay yaşanırken orada değildik. Nasıl gelişti, nasıl oldu ve nasıl sonuçlandı hiçbir bilgimiz yok ama darağacında insanları asmaya yeter kanaatlerimiz, değerlerimiz(!) ve (ön)yargılarımız var.
Son duyar kasma linçi sonucu bir öğretmen görevden alındı. Öğretmen, bir öğrencinin derste su içmesine izin vermemiş.
Bu öğretmeni, susayan öğrenciyi, olayın nasıl geliştiğini ve öncesindeki tecrübeleri bilmiyoruz.
Susamış bir çocuğun su içmesine izin vermemek kulağa gaddarca geliyor. Öte yandan bir çocuk 30 dakika su içmedi diye ölmez, öyle değil mi? Normal şartlarda –bilmediğim bir hikaye üzerine söylüyorum- çocuk suyunu içsin ne çıkar bundan, derim.
Okulların ‘öğretim’ kadar ‘eğitim’ de vermesi gerektiğini hatırlarsak… Ya öğretmen kurallara uymayı öğretiyorsa? Ya öğretmen sınıfta otorite kurmaya çalışıyorsa? Ya bu şımarık bir öğrencinin dersi kaynatma girişimiyse? Öğretmen haklı, değil mi?
Varsayımlarımıza karşı cepheden devam edelim… Ya öğretmen zorbanın tekiyse? Ya öğretmen empatiden yoksun kural manyağıysa? Ya çocuğun sık su içmesine neden olan bir hastalığı varsa? Çocuk haklı, değil mi?
Ya biz hakkı savunuyoruz derken, yanlış bir yargı sonucu haksızlığa neden oluyorsak? Hayır, tabii ki bunları düşünecek vakit yok, dijitalleşmiş hızlı dünyamızda. Tek dayanağı varsayımımız olan yargımızda bulunur, infazı gerçekleştiririz. Yanlış bir kanıda bulunmuşsak da “Pardon” diyemeyiz, sonuçta aşırı duyarlı(!) ve ilkeli(!) insanlarız hepimiz ve kasmamız gereken yeni duyarlarla meşgulüzdür. Ayrıca hatamızı kabul edersek, incilerimiz dökülür. Öyle duyarlıyızdır ki sadece kasmaz, kanırtmaz döveriz de ve hatta linç başlatırız zevkle.
Bu kadar duyarlı(!) insanların yaşadığı toplumda bunca haksızlık ve kabalık neden yaşanıyor, anlamak pek mümkün değil.
Peki, hangisi daha zalimce; bir çocuğun su içmesine izin vermemek mi, öğrencisine su içirmeyen öğretmeni işinden etmek mi? Herkes kendi payına düşen kötülüğünden kendini aklasın.
İlkokul beşinci sınıfta zorba bir öğretmene denk gelmiş, kötü kalpli bir öğretmenin, bir çocuğun kalbini nasıl kırabileceğini bilen biriyim. Hiçbir çocuğun kalbi kırılsın istemem ama bir öğretmene haksızlık da etmemeliyim. Bu yüzden, bilmediğim bir konuda bir yargıda bulunmayacağım.
Bu çocuk konusu enteresan… Yeri gelmişken söyleyeyim. İki ay önce “Çocuklar… Korkunç çocuklarınız” başlıklı bir yazı kaleme almıştım.
Pek çok ebeveyn, kendi çocuğunu tenzih ederek yazdıklarımı haklı buldu. Efendim, diğer tüm çocuklar tü kaka ama bir onların çocukları dahi! Hemen her ebeveynin kendi çocuğunu istisna görmesi çok genel bir durumdu. Yok onun çocuğu hiperaktifmiş, yok aşırı zekiymiş!
Senin çocuğun hiperaktif değil, şımarık. Senin çocuğun zeki değil, terbiyesiz.
Evde yapmıyorsunuz bari bırakın okullarda azıcık terbiye etsinler -susayan çocuğu tenzih ederek söylüyorum.-