Erhan Afyoncu: Türkiye'de fikir tartışması yapılamıyor
Türkiye'de düşünce hayatı geriliyor mu? Sabah yazarı, tarihçi Erhan Afyoncu bu görüşte.. Afyoncu "150 yıl önceki fikir tartışmalarımız şu an yok" dedi, sebeplerini bir bir sıraladı...
Sabah yazarı Erhan Afyoncu bugün Türk düşünce hayatına ilişkin önemli bir yazı kaleme aldı.
"150 yıl önceki fikir tartışmalarımız şu an yok" başlığını taşıyan yazıda günümüzde fikri hayatınız çok durgun olduğuna dikkat çeken Afyoncu, "Adeta yaprak kıpırdamıyor. Ancak İstanbul’da 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın başlarında çok canlı bir fikir hayatımız ve tartışma ortamı vardı. İmparatorluğun nasıl kurtarılacağına dair fikirler üretildi." görüşünü paylaştı.
Aynı problemlere farklı pencerelerden bakan insanların sayısı arttıkça tartışmaların da arttığını, Avrupa’da yetişen veya Avrupa’dan dönenlerce yetiştirilen yeni aydın tipi ile geleneksel Osmanlı düşüncesinin temsilcisi aydınlar arasında fikri tartışmaları yapıldığını belirtti.
Erhan Afyoncu şöyle devam etti;
"Avrupa'nın üstünlüğü ilk defa 19. yüzyılın ilk yarısında kabul edildi ve böylece Avrupa'nın tanınması gündeme geldi. Avrupa tarzında okullar açıldı. 19. yüzyılda Fransa'ya öğrenciler gönderildi ve Avrupa, Fransa'nın penceresinden tanınmaya başlandı.
Fransa'ya giden Şinasi, şiir, tiyatro gibi Batı edebi türlerinin Osmanlı'daki ilk örneklerini verdi. Ernest Renan ve Voltaire, Montesquieu gibi pek çok Fransız pozitivistin fikirlerini Osmanlı toplumuna tanıttı. Bu dönemde Batı'dan çeviriler arttı. Yusuf Kâmil Paşa ve Ziya Paşa başta olmak üzere yapılan felsefi çeviriler Osmanlı toplumunu yeni fikirlerle tanıştırdı.
Avrupa'da yetişen veya Avrupa'dan dönenlerce yetiştirilen yeni aydın tipinin geleneksel Osmanlı düşüncesiyle çatışması kaçınılmazdı.
Aynı problemlere farklı pencerelerden bakan insanların sayısı arttıkça tartışmalar da arttı."
MEDYANIN ROLÜ
Gazetelerin de aydınların bazı fikirler etrafında toplanmalarını ve cemiyet haline gelmelerini sağladığını dile getiren Sabah yazarı, "Namık Kemal, Ali Suavi gibi isimler gazete ve dergiler aracılığıyla Tanzimat dönemi reformlarını eleştirdiler ve kurtuluşun anayasal bir düzen ile sağlanacağını ileri sürdüler. 1889'da kurulan İttihad ve Terakki Cemiyeti de kurtuluşun anayasal bir düzenle sağlanacağına inanıyordu." dedi.
Erhan Afyoncu bugünün düşünce ortamına ışık tutacak yazısına şöyle devam etti;
"Osmanlı kimliği oluşturma çabaları 1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile resmi bir hâl aldı. 1856'da ilan edilen Islahat Fermanı, bilhassa gayrimüslimlere yeni haklar tanıdı. Yeni inşa edilmeye çalışılan Osmanlılık kimliği, modern eğitim kurumları, açılan gazeteler gibi çeşitli mecralarda güçlendirilmeye çalışıldı.
Islahat Fermanı'na karşı tepkiler, bazı Osmanlı aydınlarının farklı bir tavır sergilemesine sebep oldu. Yeni bir Osmanlı kimliğinin tepeden inme kararlar yerine anayasal bir düzenle tesis edileceği fikri giderek güç kazandı.
1860'larda Yeni Osmanlılar Cemiyeti adı altında birleşen aydınlar, Osmanlılık kimliğinin oluşturulması konusunda anayasal düzenin önemini kurdukları gazeteler ve dergiler, yazdıkları kitaplar başta olmak üzere her fırsatta dile getirdiler.
En tanınmış simalardan biri olan Namık Kemal, imparatorluk için tehlike arz eden ayrılıkçı fikirlerin, anayasal bir düzenle ortadan kalkacağını, eşitlik ilkesine dayalı ortak bir vatan mefhumunun oluşacağını savunmaktaydı.
Cevdet Paşa ise "Avrupa'da gayret-i diniye yerine gayret-i vataniye kaim olmuş... Ama bizde vatan denilince askerin köylerindeki meydanlar hatırına gelir" demekteydi.
Aydınlar arasında bu tür fikri çözümler üretilmeye çalışılırken devlet erkânı gelişen durumlara göre bu fikirlerden yararlanma yoluna gitti.
19. yüzyılın ikinci yarısında Balkanlar'da bağımsız Hristiyan devletlerin sayısı giderek arttı. Rumeli'de yaşayan binlerce Müslüman ya katledildi veya Anadolu'ya göç etti.
Osmanlıcılık tamamen terk edilmese de İslamcılık öne çıkmaya başladı. Bazı aydınlar, "İttihad-ı İslam"ı imparatorluğu ayakta tutacak bir politika olarak değerlendirdi ve başta gazete ve dergiler olmak üzere pek çok mecrada bu düşüncelerini dile getirdiler. Bu durum da fikri tartışmaları artıran bir husus oldu.
İttihad ve Terakki Cemiyeti, II. Abdülhamid'i tahttan indirip, meclisi açınca ayrılıkçılık bitecek zannetmişti. Ancak II. Meşrutiyet'ten sonra oluşan özgürlük ortamı dağılmayı hızlandırdı.
Balkan Savaşları (1912-1913) sonucunda Rumeli topraklarının elden çıkmasıyla yaşanan katliamlar ve göçler, Osmanlıcılık fikrinin başarısızlığını açıkça ortaya koydu.
Balkan Savaşı'nda Müslüman Arnavutlar'ın ayrılması, İslamcılık düşüncesini de sarstı.
Bu tarihten sonra "Türkçülük" İttihadçılar'ın en önemli politikalarından biri haline geldi.
1914'te I. Dünya Savaşı'na İslamcılık ve Türkçülük politikalarının gölgesinde girildi.
Cihan Harbi'ndeki Arap isyanları İslamcılık fikrine iyice darbe vurdu.
İslamcılığın da imparatorluğun dağılmasına engel olamadığını düşünen bazı aydınlar, kurtuluşu Türkçülük politikasının uygulanmasında gördüler. Türkçülük politikasının arka planında bu dönemde Türk dünyası ile Osmanlı aydınları arasında yoğun bir fikir alışverişi bulunmasının önemli rolü vardı. Yusuf Akçura gibi Osmanlı Devleti dışındaki Türk dünyasından gelen aydınlar, Türkçülük fikrinin önde gelen isimleri oldu.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra tarihi gelişmelere ve dönemin fikri yapısına uygun olarak Türkçülük tek düstur olarak kaldı.
GARPLILAŞMA VE KARŞITLARI
Avrupa'da 18. ve 19. yüzyılda gelişen fikirler kısa sürede Türkiye'de de etkisini göstermişti. Fransızca eğitim yapan okullarda ders vermek üzere gelen yabancı hocalar ve Avrupa'ya tahsile gönderilen öğrenciler, Batılı fikirlerin Türkiye'de yayılmasını sağladılar.
Batı'dan etkilenen aydınlar, milletlerinin inançlarına, gelenek ve göreneklerine karşı savaş açtılar. Batı'da eğitim görenlerin sayısı arttıkça "Garpçılık", Türkiye'yi kurtaracak tek yol olarak görüldü. Nitekim 1900'lerin başında Sabahaddin Bey, "Medeniyyet-i Garbiyye ile münasebete giriştiğimizden beri memleketimizde bir fikri uyanış gözüküyor, bu münasebetten evvel toplumumuz bir fikri canlılık ihtiva etmiyordu" diyordu.
Erol Güngör'ün zikrettiği Kılıçzâde Hakkı'nın 1913'teki şu görüşü, Batılılaşmanın bazı aydınlar için varlık sebebi hâline geldiğini gösterir:
"Bağıra bağıra halka anlatacağız ki, değil Asya'ya çekilmek, Kutuplar'a firar etsek Avrupalılar gibi düşünmedikten, Avrupalılar gibi çalışmadıktan sonra orada dahi yakamızı bırakmazlar, mevcudiyet- i mukaddese-i diniye ve milliyemizi muhafaza ettirmezler. Bugün Avrupa'dan tardettiler, yarın dünya yüzünden kaldıracaklardır." Garpçılıkla birlikte yeni fikirlerin Türkiye'ye girmesi üzerine "maddeci- maneviyatçı" fikri ve edebi tartışmalar başladı. Beşir Fuad, Baha Tevfik, Abdullah Cevdet, Celâl Nuri, Ahmed Nebil, Ahmed Rıza, Salih Zeki, Rıza Tevfik, Ahmed Şuayp gibi pozitivizm ve materyalizmden etkilenen aydınların geleneği ve dini eleştirilerine Ali Suâvi, Ahmed Midhat, İsmail Fenni, İsmail Ferid, Harputîzâde Mustafa Efendi, Halid Edip, Şehbenderzâde Ahmed Hilmi, Mehmed Emin Feyzi, Mehmed Ali Ayni gibi Osmanlı aydınları karşı çıkıp, eleştirilere cevaplar verdiler."