Erken seçim
7 Haziran seçimlerinden itibaren bir hükümet kurulması ihtimalini hep düşük gördüm ve bir erken seçime işaret ettim.
Kuşkusuz ki, erken seçimi her parti kendisine göre ele alacak ve bu noktaya nasıl gelindiğini bir bir izah edeceklerdir.
Burada da hesap, seçim meydanlarında milleti ikinci kez apar topar sandık başına gitmeye mecbur edenin kendileri olmadığını göstermek olacaktır.
7 Haziran seçim sonuçları malum, çok gergin bir atmosferde gerçekleşti; partiler meydanlarda tansiyonu bir hayli yükseltti, birbirlerine söylemedik söz bırakmadılar. Öyle olunca soğuma süreci uzun oldu. Normalleşme zaman aldı. Sayın Cumhurbaşkanı’nın birinci çıkan Parti’nin genel başkanını hükümet kurmakla görevlendirmesine kadar olan süre de geçmiş yıllara nazaran bir misli daha uzun oldu. Bunun olurları olmazları görmek ve seçim sahtı mailinde söylenenleri gözden geçirip gerekirse unutmak ve unutturmak için makul bir süre olduğunu o zaman da ifade ettim, sonrasında da.
Cumhuriyet Halk Partisi ve lideri, hükümet aşkına ilk çark eden oldu diyeceğim; ancak iktidar partisinin kendisine taktığı “Çarkçı” lakabı ile bütünleştirmeden. Ben kendilerinin siyasi rakipleri veya karşıtları değilim. Sadece bir tespit amacıyla bu sözcüğü kullanıyorum. Önce 14 maddelik bir ilkeler çerçevesi ortaya koydular, sonra bu 14 maddeyi kendilerince ortadan kaldıracak pek çok adımlar attılar ve tevillere girdiler. İlaveten 32 gün boyunca istikşafı yani keşif amaçlı görüşmelerle koalisyonun altyapısını oluşturmaya çaba gösterdiler. Kulis bilgileri CHP’nin her ne olursa olsun hükümete razı olduğunu ortaya koyuyordu ki, son görüşmede Hükümetin kurulmayacağı açıklandı. Daha sonraki detaylara göre aslında AK Parti’den bu partiye bir koalisyon teklifi gitmediği de ortaya çıktı.
AK Parti ve MHP arasında ikinci bir görüşme gerçekleşti. Burada da toplumca umutlanıldı, bir hükümet çıkar düşüncesi egemen oldu. Ancak, yine öğrendik ki, MHP’nin 7 Haziran itibariyle kamuoyu ile paylaştığı dört şartı gerekçe gösterilmek suretiyle bu partiye de herhangi bir şekilde koalisyon önerilmemiş.
Sayın Devlet Bahçeli’nin kameralara yansıyan sandalyesinin yanındaki çantasında yer alan olası hükümetle ilgili hususlara dair yaptıkları çalışmaları göstermek için çantasını açmasına bile gerek kalmamış. Yani, MHP’ye de bir hükümet önerisi yok. Kaldı ki, MHP en başta söylediklerini ısrarla takip eden ve hiçbir şekilde farklı bir cümle kurmayan bir parti olarak zaten bir hükümet beklentisi içinde değildi. Olası bir hükümetin AK Parti ve CHP ile ve hatta içine HDP’yi de alacak şekilde kurulmasını öneriyordu.
Şimdi, kamuoyuna sürekli olarak Hükümeti engelleyen partiler olarak CHP ve MHP gösterilmek isteniyor. Bu benim kanaatimce doğru olmayan ve hatta ahlaki bulunmayacak bir yaklaşım. İşin hakikati açıktır. Hükümeti kurmakla görevlendirilen kişi Sayın Ahmet Davutoğlu’dur.
Davutoğlu, başarısız olmuştur. Kuramamıştır. Kurmamıştır. Seçeneksiz değil idi, seçenekleri vardı. Sayın Davutoğlu bunları ilk baştan zaten elemişti. Tek başına iktidar için yola çıkan ama lazım olan 276 sayısına ulaşamayan ve eksik kalan 18 milletvekili eksiğini tamamlamak için bir başka partiyi hükümete almak ve iktidara ortak etmek AK Parti’nin işine gelmiyordu. Bunun neticesinde de erken seçimi kaçınılmaz kılmak için her iki partinin de söylemlerinden ve fiillerinden istifade edildi. Süre bakımından da gerçekten ayakta top çevrildi.
Kimse iki partiyle de koalisyon olmayacağını AK Parti’nin görebilmesi için 40 güne ihtiyacı vardı gibilerden cümleler kurmasın, inandırıcı olmaz.
Yani, olaya teknik olarak baktığımız zaman hükümeti kurmayan parti olarak MHP’nin veya CHP’nin gösterilmesi çok yanlıştır. Hakikatlerle bağdaşmaz, görev kimde ise kurmayan ve kuramayan odur.
Şimdi ise önümüzde kaçınılmaz olarak bir erken seçim var. Bu seçimin çok hızlı bir şekilde gerçekleştirileceği YSK’nın önerisi ile görülmekte. 1 Kasım 2015 günü yapılması muhtemel erken seçimin veya seçim tekrarının 7 Haziran seçimlerinden farklı bir manzara ortaya çıkarıp çıkarmayacağı ise tartışılıyor. Kamuoyu yoklamaları üzerinden yapılan ve bana göre büyük ölçüde manipüle amaçlı olan açıklamaların hakikatlerle bağı zayıf.
Halihazırda AK Parti tek başına iktidar. Terör sorunu varsa kimse başka sorumlu aramasın. Açılım süreci, çözüm süreci diye diye bu noktalara gelindi. Oslo’dan Dolmabahçe’ye uzanan ve oradan her gün pek çok şehit ve yaralıya uzanan bu dönemde, birilerinin kalkıp da sorumluluğu başkasına atması veya iktidarın bu işte payı yok duruşu sergilemesi gerçekçi değil. Şu söylenebilir, “Bir çözüm arayışında idik, böyle bir netice vereceğini tahmin edemedik…” Devlet idaresi basiret ister. Bunu öngörmeden iktidar olunmaz, olunsa bile olunmaz. Neticede bu ortaya çıkmıştır.
Ekonomik sorunlar varsa yine kimse başka bahaneler aramasın. 13 yıllık kesintisiz, ortaksız tek başına bir iktidar sürerken 1 dolar 3 tl’yi aştı. Bunlara sürekli bahane aranması da artık kabak tadı veriyor. Belki bir koalisyon kurulsa idi, bu kadar yükselmezdi. Ancak kurulmadı. Sonuçta kurulmadıysa da bunun da sorumlusu görev tevdi edilendir.
Şimdi bu iki konu üzerinden AK Parti’nin oylarını artırmasını ben mümkün görmüyorum.” Biz yoksak terör var, biz yoksak ekonomik kriz var” gibi söylemlere gidebilmesi için yok olması veya birileri ile ortak olması gerekiyordu. İkisi de değil. Hükümette. Hem de tek başına…
Dolayısıyla, AK Parti’nin oylarının arttığını söyleyenler de doğru söylemiyor. Erken seçim ile birlikte hesapları muhtemeldir ki, AK Parti’yi yerinden kalkamayacak hale getirmek… Bence AK Parti’nin buna dikkat etmesi lazımdır.
Diğer yandan, halihazırda doğu ve güneydoğu bölgelerimizde terör örgütünün alan hakimiyetinin kırıldığını söyleyebilmek mümkün değildir. Ne yazık ki, son bir ay içinde pek çok vatan evladı şepit olmuş, hayatını kaybetmiştir. İllerde ve ilçelerde kudurgan bir PKK saldırganlığı devam etmekte, terör örgütünün siyasi uzantısına mensup milletvekilleri ve belediye başkanları ateşe körükle gidercesine terörist cenazelerine katılmakta, saçma sapan açıklamalar yaparak aleni bir şekilde örgütün yanında olduklarını göstermektedirler. Demirtaş’ın medya önünde barış içerikli açıklamaları ile artık sadece Nişantaşı cemaati ilgilenmekte, biraz da onların hatırına bu cümlelerin kurulduğu anlaşılmaktadır. Bu bakımdan da HDP oylarında bölgede bir çözülme görülmemektedir. HDP bölgeyi PKK üzerinden baskı altında tutmaktadır. Bölgede seçim güvenliği ve insanların özgür iradelerini sandığa yansıtma şartları bir evvelki seçimden daha zayıftır. Bunun görülmesi elzemdir. Batı bölgelerinde bu partinin oyları azalsa bile AK Parti’ye gitmez. İnsanların Batı bölgelerinde gözlerini karartıp HDP’ye oy verir hale gelmelerinin arkasında AK Parti ve Tayyip Erdoğan karşıtlığı olduğu unutulmamalıdır. Batı bölgelerinde HDP bu oyları tümüyle alamasa bile, adres değişikliği CHP yönünde olur. Ama HDP maalesef baraj altı kalmaz. Kalmasını canı gönülden isterim. Ancak kalmaz.
Teröre karşı eylem ve söylemle MHP oylarından bir miktar eksiltilebilir mi diye düşünen AK Parti’lilere de şunu söylemek lazım; MHP’ye bu nedenle oy verenler aynı nedenle asla size oy vermezler… Bu meseleyi çözül süreci ile siz büyüttüğünüz içindir ki, insanlar sizden koptular.
Diğer yandan, yolsuzluk ve yozlaşma bir amansız hastalıktır. Burada alınganlıklara yer yoktur. Millet ile irtibatınızı koparan hususların başında iktidar ile zenginleşenler gelmektedir. Bunun üzerine gitmedikçe, “MHP bizim için şöyle dedi, böyle dedi…” türünden retorikler yine oy getirmez ve MHP’yi haksız, sizi de haklı kılmaz.
Hep söylüyorum, bir şekilde tıkanma varsa bu tıkanmanın önünü açmanın yolu seçimdir. Millet iradesine başvurmaktır. Ancak, buna başvurmayı gerektirecek sebepler ve saikler gerçekçi değildir. Sadece sadece AK Parti’nin iktidarı paylaşmama gibi bir arzu içinde olmasından kaynaklı görünmektedir.
Henüz tüm yollar ve zaman bitmemişken benim önerim, AK Parti’nin CHP veya MHP ile bir koalisyon kurup önce sıhhatli bir seçim iklimini oluşturmasıdır. Yoksa bu seçimin altında kalacaktır.
Bu yazıya, son verirken artık şöyle bir cümle kurmam yerinde olacak: (imza: bir dost).