“Esas problem bilgisiz bir kişinin, bilmediğini bilmemesi”
Umut Hacıfevzioğlu “Platon’dan Salisburyli John’a Devlet Adamı” adlı kitabıyla okuru felsefenin derinliklerine, devlet adamlığının inceliklerine doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Akıcı, tempolu, güçlü bir kitapla karşı karşıyayız. Tam da bu dönemde önemi iyice artan kitabı Sayım Çınar yazarından dinledi.
Sayım Çınar / [email protected]
“Platon’dan Salisburyli John’a Devlet Adamı” adlı eseriniz; devlet adamı, siyasetçi ya da yönetici olmanın ne anlama geldiğini sorgulayan bir kitap. Bu kitabı yazma aşamalarını anlatır mısınız biraz?
- Günümüzde siyaset üzerine yapılan akademik çalışmalar daha çok devletin ve siyasetin kurumlaşma biçimlerine odaklanıyor. Siyasal ve toplumsal yaşam üzerinde, devletin kurumlaşma biçimi kadar kişilerin de önemli etkileri olduğunu düşünüyorum. Hangi kurumlaşma biçimi olursa olsun -günün sonunda- kurumlar insandan bağımsız, kendinde yapılar değil. Bu görüşün doğru olduğunu kabul ediyorsak siyasetin “insan” boyutuna ister istemez odaklanmamız gerekiyor. Devlet adamı üzerine çalışmamın nedeni de bu; siyasetin insanla, etikle ilgisini ortaya koymak. Yeri gelmişken bu çalışmadaki sabrı, emeği ve katkısından ötürü hocam Doç Dr Ahu Tunçel Önkal’a teşekkür etmek isterim.
Kitapta Aristoteles’in şu sözü çok dikkat çekiyor: “Gerçek siyaset adamının görevi mutluluk (eudaimonia) konusuyla ilgilenmektir.” Oysa dünya liderlerine baktığımızda çoğunun gerilimden beslendiğini görüyoruz. Bunun özel bir nedeni var mı?
- Sizin de işaret ettiğiniz gibi günümüz dünyasında pek çok lider gerilimden beslenmekte. Uzakdoğu’dan Avrupa ve Amerika’ya bunun örneklerini görüyoruz. Çağımızda egemen olan siyaset yapma biçiminin miladını Machiavelli ile başlatabiliriz. Bunun nedeni Machiavelli ile birlikte gelişen modern siyasetin daha çok güç ve iktidarı ele geçirmek için girişilen rekabetçi bir dünyadaki ilişkilere işaret etmesi. Oysa Eski Yunan filozoflarının, siyasal düşüncelerini ortaya koyarken politikacının güç ve iktidar rekabetinde kazanan taraf olmasının nasıl olanaklı olacağını temellendirme kaygısı taşıdıklarını söyleyemeyiz. Onların tartışması, o dönemde egemen olan “mutlulukçu ahlak” anlayışının devlette nasıl olanaklı kılınacağı üzerinedir. Dolayısıyla Aristoteles’in bu sözlerini siyasetle etik arasında kurduğu ilişki bağlamında değerlendirebiliriz. Aristoteles’e göre etik, “İnsan için iyi olan nedir?” sorusuna yanıt ararken siyaset, “bu iyinin devletin toplumsal ve siyasal yapısında gerçekleştirilmenin” pratik yönlerini tartışır. Evet, Aristoteles’e göre gerçek siyaset adamının görevi mutluluk konusuyla ilgilenmektir; çünkü insan mutlu bir yaşama ancak devlet çatısı altında kavuşabilir. Devlet adamına düşen görev de kişinin erdemli, mutlu bir yaşam sürmesini olanaklı kılacak koşulları hazırlamasıdır. Ancak burada belirtmemiz gereken önemli bir husus da Aristoteles’in kullandığı “mutluluk” kavramının eski Yunancadaki karşılığıdır. Eudaimonia, ruhun iyi durumda olması anlamına gelir ki, bu da ancak erdemli bir yaşamla olanaklıdır. O halde Aristoteles’in bu sözlerle, “siyaset adamının temel görevinin yurttaşların erdemli bir yaşam sürmelerini olanaklı kılmak” olduğunu kastettiğini söyleyebiliriz. Siyaset adamının, yurttaşların erdemli bir yaşam sürmelerini olanaklı kılması için de önce kendisinin erdemli olması gerekir; erdemli olmayan bir siyasetçinin devleti yönetirken erdemi dikkate alması beklenemez.
Bilgisizlik insanın en büyük düşmanıdır. Felsefeyi konuşmanın, düşünmenin sizin açınızdan nasıl bir anlamı var?
- Bir insan bilgisiz olabilir, bilgisiz olmasının çeşitli nedenleri de olabilir. Açıkçası ben bilgisi olmayan, bununla beraber bilgisi olmadığının bilincinde olan insanları, “insanlığın en büyük düşmanı” olarak görmüyorum. Esas problem bilgisiz bir kişinin, bilmediğini bilmemesi; çünkü kişi bilmediğini bilmediği zaman her konuda ahkâm kesebiliyor. Toplumlara en büyük zararı bu insanların verdiğini düşünüyorum. Bir insanın, bir şeyi kendisine sorun etmesi için önce -her neyse- o şeyin bir sorun olduğunun farkına varması gerekiyor. Bilgisizliğinin farkında olmayan bir insana ne felsefe ne de başka bir disiplin yardımcı olabilir. Bana göre felsefeyi konuşmanın, düşünmenin tabii ki bir anlamı var. Yalnız bilgisizlik bağlamında konuşuyorsak kişinin bilgisizlikten, ani bir aydınlanma yaşayarak felsefeyi konuşması, düşünmesi bana biraz ütopik geliyor. Felsefeyi düşünmek ve konuşmak belirli bir bilinç düzeyini gerektirir.
-Felsefe eğitiminin ne işe yaradığını bilen bir öğretmeniniz olduysa, felsefeyle bağınız genellikle kopmaz, öyle değil mi? Siz de aynı zamanda bir üniversitede dersler veriyorsunuz. Öğrencilerinizle aranız nasıl?
- Çok önemli bir konuya işaret ettiniz. Felsefe öğreniminde öğretmenlerin rolü çok önemli. Yalnız, felsefe eğitiminin ne işe yaradığı değil de öğrenen kişinin, felsefi bakış açısının kedisine kattığı değeri bilmesi için her şeyden önce felsefeyle tanışması ve onu sevmesi gerekir. Dolayısıyla bir öğretmenin öncelikle öğrencilerine felsefeyi sevdirmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü insan ancak sevdiği şeylerde, herhangi bir dış motivasyona ihtiyaç duymadan çaba gösterir. İlgi duyanlara, insan hakları, felsefe ve eğitim üzerine çok değerli çalışmaları olan hocam Betül Çotuksöken’in kitaplarını tavsiye ederim. Öğrencilerimle ilişkilerime gelince de bana sorarsanız çok iyi. Hepsini çok seviyorum. Öğrencilerime ve işime duyduğum saygının gereği olarak derslerime hazırlık yapmadan girmiyorum. Yalnız öğrencilerim bu konuda ne düşünüyor? Bunu, onlara sormak lazım.
Din ile felsefe ilişkilerini nasıl açıklamalıyız?
- Philosophia, eski Yunanca bir kelimedir ve bilgelik sevgisi anlamına gelir. Felsefe yapan kişileri bilgeliği arayan kişiler olarak tanımlayabiliriz. Felsefede cevaplardan çok sorular önemlidir ve bilgelik sevgisi olan kişi; insana, dünyaya, evrene ilişkin bıkmadan sorular soran kişidir. Düşünce tarihine baktığımızda aynı sorulara birbirinden farklı pek çok cevabın verildiğini görüyoruz. Zaten mutlak, değişmez, değiştirilemez cevaplar felsefenin ruhuna aykırıdır. Eleştirinin, akıl yürütmenin ve sorgulamanın olmadığı yerde felsefeden bahsetmemiz olanaklı değildir. Felsefenin aksine dinde sorudan çok cevaplar önemlidir ve cevaplar da zaten kati olarak bellidir. İnanan kişinin Tanrı’nın buyruklarını sorgulamadan kabul etmesi ve yaşamını buna göre düzenlemesi gerekir. O halde dinde “bilgeliği aramak”tan bahsedemeyiz. Dikkat ederseniz “inanma edimi”nden söz ettim. Din ile inanma fenomeni arasında bir ilişki kurulabilir. Binlerce yıllık insanlık tarihine baktığımızda insanlığın her daim bir şeye inandığını görüyoruz. Bu “gök tanrı” olabilir, bir “totem” olabilir ya da “Zeus” olabilir. O halde inanmanın -Mengüşoğlu’nun işaret ettiği gibi- insanın varlık koşullarından biri olduğunu söyleyebiliriz. Bu çerçevede, felsefeyle din arasında inanma ediminin fenomenolojik çözümlemesi bağlamında bir ilişki kurulabilir.
Genel çerçeveye baktığımızda felsefe, akademik çevre ve üniversitelerle sınırlandırılmış durumda. Sizce felsefeyi günlük hayata yaymak çok mu zor?
- Genel çerçeve bağlamında haklısınız, felsefe akademik çevreyle sınırlı görünüyor. Aslında çağımızda bu sorun felsefeyle sınırlı değil; pek çok bilim dalında benzer sorunların olduğunu söyleyebilirim. Felsefenin günlük yaşamda görünür kılınmasının zor olduğunu düşünmüyorum. İletişim ve teknolojinin geldiği noktayı dikkate aldığımızda geniş kitlelere ulaşmak için pek çok olanak var. Öte yandan felsefenin akademik çevreyle sınırlı kalmaması için tek çözümün teknoloji olduğunu da düşünmüyorum. Ülkemizde akademi dışında felsefe etkinlikleri hâlihazırda yapılıyor. Hocam İoanna Kuçuradi’nin başkanlığını yaptığı Türkiye Felsefe Kurumunun etkinlikleri; Felsefe Sanat Bilim Derneğinin kurucusu ve direktörü olan Örsan Öymen’in Assos’ta -deyim yerindeyse- bir klasik haline gelen faaliyetleri; gazeteci yazar Uğur Pişmanlık’ın Tarsus’ta kurduğu Aratos Felsefe Okulu ve Çukurova Üniversitesi Felsefe Bölümünün Adana’da gerçekleştirdiği Felsefe Festivali ülkemizde felsefenin sadece akademik duvarlar arasına sıkışıp kalmadığına işaret ediyor. Tabii gönül ister ki ülkemizin her ilinde benzer etkinlik ve çalışmalar yapılsın. Ben yine de iyimserim. Sözünü ettiğim çalışmaların ilham kaynağı olacağını, benzer etkinliklerin ülkemiz genelinde yaygınlaşacağını düşünüyorum.
Felsefe dışında hangi alanlar ilginizi çekiyor. Mesela kimleri okursunuz? Felsefeyle edebiyatın bir araya geldiği ütopya, distopya türünde kitaplar okumayı seviyorum. Hatta şu günlerde distopyalar üzerine bir çalışma hazırlıyorum. Bununla beraber tarih, öteden beri ilgi duyduğum bir alan ve fırsat buldukça tarih okuması yapıyorum. Bu alanda Halil İnalcık, İlber Ortaylı ve Eric Hobsbawn’ın kitaplarını tercih ediyorum. Ayrıca, Dante, Boccacio, Erasmus, Montaigne, Stefan Zweig gibi hümanist yazarların klasiklerini okumayı da seviyorum.
Norveç’te kurulan “Kıyamet kütüphanesi”nde sizce hangi kitap saklanmalı?
- Bildiğim kadarıyla Norveç'te kurulan "Kıyamet Kütüphanesi" projesiyle; uygarlığın yeniden inşa edilmesi gerekirse insanlığa yol gösterecek kitapların güvenli bir şekilde korunması amaçlanıyor. Bu projeyi duyduğumda aklıma gelen ilk şey İskenderiye Kütüphanesi oldu. İnsanlık tarihinin belki de en önemli eserlerinden biri olan ve Mısır'ın İskenderiye kentinde MÖ 3. yüzyılda kurulan bu kütüphanede 900 bin el yazması eser bulunduğu söylenir. Matematik, astronomi, tıp, felsefe ve daha pek çok alana ilişkin el yazmalarının bulunduğu bu kütüphane maalesef yakılmıştır. Bu trajik olay nedeniyle insanlık kim bilir neler kaybetti, bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz. En azından insanlığın, geçmiş acı deneyimlerinden ders alması güzel bir şey. Kıyamet Kütüphanesi'nde hangi kitapların saklanması gerektiğini düşündüğümde aklıma gelen ilk kitap Platon'un "Devlet"idir. Platon'un "Devlet"i; öğrencisi Aristoteles'ten Romalı düşünür ve devlet adamı Cicero'ya, Roma edebiyatının en büyük yazarlarından biri olarak görülen Tacitus'tan Hıristiyan felsefesinin kurucu babalarından biri kabul edilen Augustinus'a, Alman filozof Hegel'den 20. yüzyılda hermenötiğe yaptığı katkılarla bilinen Gadamer'e, bilim felsefecisi Karl Popper'dan siyaset felsefecisi Leo Strauss'a pek çok yazar, düşünür ve filozofu etkilemiştir. Bununla birlikte, İngiliz düşünür Alfred North Whitehead her ne kadar; "Bütün Batı felsefesi Platon'a düşülmüş notlardan ibarettir" dese de Platon'un ve yapıtı "Devlet"in düşünce tarihindeki etkisi Batı felsefesiyle sınırlı değildir. Örneğin, İslam felsefesinin büyük düşünürleri arasında yer alan Farabi ya da İbn Rüşt gibi filozofların da siyasal düşüncelerini ortaya koyarken "Devlet"ten önemli ölçüde etkilendiklerini biliyoruz. Dolayısıyla bana göre, Platon'un "Devlet"i insanlığın en önemli ortak kültürel miraslarından biridir. Bu kitabı düşünce tarihinden çekip çıkardığımızda, bütün düşünce tarihinin seyrinin değişebileceğini düşünüyorum. Bu nedenle de Kıyamet Kütüphanesi'nde Platon'un "Devlet"i, saklanması gereken kitapların başında yer almalıdır.