Facebook merkez bankalarına rakip mi oluyor?
Çok uluslu sosyal medya şirketleri devletlerin ulusal politikalarını etkileyecek hatta kimi zaman kısıtlayabilecek bir konuma gelmiş olabilir. Bu konuda en dikkat çeken haber geçtiğimiz şubat ayında New York Times'ta yer aldı. "Bitcoin’in başarısız olduğu noktada Facebook ve Telegram başarılı olmayı mı umuyor?” denilen haberde bu sosyal medya platformlarının kendi kripto paralarını çıkarmaya hazırlandığı yazıyordu. Projeye göre bu platform üyeleri aralarındaki işlemlerde sanal parayı kullanacak.
Bitcoin gibi tek bir merkezden organize edilemeyen ve tamamen insanların güven duymasına bağlı bir harekete kıyasla Facebook’un tek bir merkezden ulaşabildiği insan sayısı göz önüne alındığında çok daha etkili bir “devlet dışı ve dijital” para biriminin hayatımıza girmesi olasılık dışı değil.
Milyarlarca insanın üye olduğu haberleşme ve sosyal medya platformlarının, bilhassa da WhatsApp ve Instagram’a da sahip olan Facebook’un böyle bir plânının olması elbette dünya kamuoyunda büyük ilgi uyandırdı.
Nitekim bazı mecralarda, Facebook’un “dünyanın en büyük merkez bankası” olma yolunda adımlar attığı yönünde yorumlar yapıldı ve bu projenin farklı yönleri mercek altına alındı. Zira Facebook’un böyle bir adım atması, sadece bankaları ya da MasterCard ve Visa gibi kredi kartı şirketlerini etkilemesi bakımından üzerinde durulması gereken bir konu olmayıp doğrudan geleneksel ticaret araçlarını ve para anlayışını da derinden etkileme potansiyeline sahip. Dolayısıyla devletleri de ilgilendiren bir mesele olarak görülmesi gerekiyor, çünkü böyle bir proje; merkez bankalarının, dolayısıyla devletlerin kontrolünde olan para piyasasına karşı Bitcoin ile başladığı varsayılabilecek olan “devlet merkezli olmayan para birimleri” fenomeninin küresel ölçekte kabul görmesi ihtimalini epeyi arttıracaktır.
Böylesine yüksek bir potansiyelin olduğunu varsayabilmemizin temel sebebi ise, Facebook başta olmak üzere söz konusu platformların üreteceği dijital bir para biriminin, Bitcoin ve benzeri diğer kripto para birimlerinin piyasada zemin kazanmaya çabalamasından farklı bir şekilde, bu para birimi hâlihazırda milyarlarca insanının üyesi olduğu geniş bir ağda tedavüle sokabilme gücüne sahip olacak olmasıdır. En kalabalık devletinin 1,5 milyarı aşmayan bir nüfusa sahip olduğu dünyamızda sadece Facebook’un 3 milyara yakın insana ulaşma potansiyeli, başka hiçbir dijital para birimi girişiminin mevcut durumda ulaşmasının mümkün olmadığı bir potansiyele işaret ediyor.
Söz konusu proje elbette henüz nihayete ermekten uzak ve birçok zorlukla karşı karşıya. Ancak projenin öngörülebilir potansiyeli dahi bu meselenin farklı açılardan ciddi bir şekilde ele alınmasını gerekli kılıyor. Kendi çalışma alanımız açısından bizlerin ilgisini çeken husus ise Facebook gibi platformların (aynı zamanda güçlü birer çok uluslu şirket olarak sınıflandırabileceğimiz bu şirketlerin) atacağı böyle bir adımın, günümüzde birçok alanda dikkat çeken “devletler ve devlet dışı aktörler arasında egemenlik çatışması” sürecinde yeni bir aşama olabileceğidir.
GELENEKSEL EGEMENLİK KONSEPTİ EROZYONA UĞRUYOR
Uluslararası hukuk, uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi gibi disiplinlerin son yıllarda artan bir şekilde ilgi duyduğu alanlardan biri, modern devlet konseptinin, fiili gücünü arttıran çeşitli devlet dışı aktörlere karşı erozyona uğraması, dolayısıyla geleneksel egemenlik anlayışının sınırlarının zorlanmasıdır. Örneğin, bizim disiplinimiz olan uluslararası hukuk sahasında en temel geleneksel kabulleri değiştirecek anlayışlar gitgide daha fazla zemin kazanmakta olup, devlet merkezli inşa edilen bu disiplinde devlet dışı aktörlerin “özneleşmesi” süreci artık büyük ivme kazanmış bulunuyor. Devlet dışı aktör kavramının hangi oluşumları kapsadığı hem disiplinden disipline hem de bir disiplin içerisindeki farklı yorumlar arasında değişiklik gösterse de bir konu tartışmasızdır ki o da, aktüel olarak devletle ilişkisi en çok tartışılan yapılar olan ulus-ötesi faaliyet gösteren silahlı örgütler ve çokuluslu şirketlerdir.
Çokuluslu şirketlerin mevcudiyeti yeni bir durum değil. Hatta tarihte Dutch East India Company gibi son derece güçlü ve dünyanın farklı coğrafyalarında birer siyasi egemen gibi faaliyet gösterebilmiş şirketler var olmuştur. Ancak hem niceliksel hem de niteliksel açılardan bu şirketlerin günümüzdeki çokuluslu şirket fenomeniyle mukayese edilmesi mümkün değildir. Çokuluslu şirketlerin tarihi seyir içerisinde yaşanan serbest piyasayı güçlendirici atılımlar ile devletlerden çok daha fazla bağımsızlık kazanmasının yanı sıra küreselleşme ve teknoloji dalgasıyla birlikte son yarım asırda yakaladığı momentum, bu oluşumlara uluslararası alanda büyük bir hareket alanı açmış, dolayısıyla bu oluşumların fiili gücü azımsanmayacak ölçüye geldi. Öyle ki çok uluslu kimi şirketlerin dünyanın farklı yerlerindeki devletlerin bazı ulusal politikaları yürütmelerini kısıtlayacak, en azından perde arkasından etkileyebilecek bir konuma gelmeleri kaçınılmaz oldu.
Çokuluslu şirketlerin ulus sınırlarını aşar şekilde kazandığı bu kuvvetli zemin, onların faaliyetlerinin, tescilli oldukları devletlerin iç hukuklarıyla kısıtlı bir mesele olmanın ötesine geçip ulus-ötesi bir mesele hâline gelmesine yol açtı. Dolayısıyla, çokuluslu şirketler hızlı bir şekilde uluslararası hukukun radarına girmiş ve bunların devletler karşısındaki haklarını ve yükümlülüklerini düzenleme ihtiyacı doğdu. Çokuluslu şirketlerin devletlerden davacı olabildiği ve kararları devletler için bağlayıcı nitelikte olan bir tahkim merkezi olan Uluslararası Yatırım Anlaşmazlıklarının Çözüm Merkezi’nin (ICSID) kuruluşu, şirketlerin Birleşmiş Milletler ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası örgütlerin kimi mekanizmalarında devletlerin yanında temsil koltuğuna sahip oluşu gibi birçok gelişme bu ihtiyacı giderme gayretlerinin önemli ve çığır açan sonuçlarından.
DEVLETİN TEMEL İŞLEVLERİNİ DEVRALAN DEVLET DIŞI AKTÖRLER
Sahip oldukları sınır aşan üretim ve tedarik zincirleri ve kimi devletleri geride bırakan devasa ekonomik güçleri, çok uluslu şirketlerin devletlerin egemenliği ile ilişkisini sorgulatan tek husus değil. Devletlere has görülen ve geleneksel olarak devlet egemenliğinin nişanesi olarak kabul edilen bazı temel işlevlerin son dönemlerde çok uluslu şirketlere aktarılması yahut şirketlerin doğrudan bu işlevleri etkileyebilecek faaliyetlerde bulunması da son derece dikkat çekici bir fenomen. İlk duruma örnek olarak, özel askeri şirketlerin dünyadaki birçok uluslararası çatışmada gitgide daha fazla kullanılmaya başlanması gösterilebilir. Bu durum, devletlerin meşru güç kullanma tekeline sahip olduğuna dair ön kabulleri sarsan bir gelişme. İkinci duruma örnek olarak ise Facebook’un da içinde bulunduğu Cambridge Analytica skandalı gösterilebilir. Hatırlanacağı gibi, Facebook’un sahip olduğu kişisel verilerin başka kişisel veri şirketleri tarafından belli devletlerin seçim kampanyalarını etkileyebilecek şekilde pazarlanacak bir metâya dönüştürülmesi söz konusuydu ki bu da bir devletin doğrudan iç siyasetine ve siyasi sistemin temeli olan demokratik seçimlere “yeni nesil” bir dış müdahale tehlikesini gözler önüne seriyordu.
YENİ SANAL PARA
Facebook’un kendi dijital para birimini oluşturma projesi ise devlet dışı bir aktör olan çokuluslu şirketlerin devletlerin temel bir işlevine talip mi olduğu sorusunu gündeme getiriyor. Meşru güç kullanım tekelinin son yıllarda hem devletlerin rızasıyla (özel askeri şirketler) hem de rızası hilafına (büyük çaplı silahlı örgütler) aşınmasına benzer bir sürecin devletlerin merkez bankalarının kontrolünde olan para piyasası ve para üretim tekeli için de geçerli olup olmayacağı sorusu artık çok daha ciddi bir şekilde tartışılacaktır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Bitcoin gibi tek bir merkezden organize edilemeyen ve tamamen insanların güven duymasına bağlı bir harekete kıyasla Facebook’un tek bir merkezden ulaşabildiği insan sayısı göz önüne alındığında çok daha etkili bir “devlet dışı ve dijital” para biriminin hayatımıza girmesi olasılık dışı değil. Modern ulus devletin gelişim evresine bakıldığında o dönemin ticari elitlerinin ihtiyaçlarının belirleyici bir unsur olduğu göz önüne alınırsa, bugün bize uzak gelen gelişmelerin yine günümüz ticari elitinin ihtiyaçları doğrultusunda gerçekleşmesi öngörülebilir. Sonuç olarak, “devlet-çok uluslu şirket ikilemi” yeni bir zemine taşınıyor gibi görünüyor.