Dönem olmaları dışında; gerçekten yaşamış, hatta yaşamakta olan kişileri de oynadın.. Oyunculuğun bu tarafı ile kurduğun ilişkiyi merak ediyorum. Nasıl bir duygu?
Çok enteresan bir duygu. İlk projemden beri gerçekten oynadığım karakterlerin yüzde doksanı yaşamış veya yaşayan insanlara dayanıyor. Bu durum insanın üzerinde biraz baskı yaratabilir, o yüzden ben hep senaryoya bağlı kaldım. Benim için senaryoda oluşturulan karakter en önemli çıkış noktasıdır. Şampiyon’da da bunu yapmaya çalıştım fakat daha zor oldu. İlk set günümde Begüm Atman’ın, yani benim oynadığım karakterin ablaları sete gelmişti ve ben de karavanın camından bakıyordum onlara. Çok çekindim yanlarına gitmekten ama tanıştırmak için ekibimiz beni dışarı davet etti. Titriyordum; onların gözlerine bakınca ağlamaktan korkuyordum... Bir de ilk sahne olarak dolu dolu aşk yüklü bir sahne çekecektik hemen sonrasında... Kendimi tuttum, sarıldık ve bana “filmi duyduğumuz andan beri Begüm’ü senin oynamanı istedik” dediler. Harikaydı tabii ama harika olduğu kadar baskı da yaratmıştı bu dedikleri. O baskı duygusundan senaryoyu düşünerek kurtuldum. Layığıyla ve hayallerindeki gibi olmuştur umarım. Film bittikten sonra duydum ki, filmin tamamını izleyememişler; Begüm’e çok benzettikleri için bir yerden sonra geri kalanını görmeye dayanamamışlar. Bir de Halis Karataş’ı gördüm, Veli Efendi çekimlerinde. Çok çekindim, hayranlık duyup merhaba diyemedim, ileriden yürürken onu izledim.