Fatih Portakal'dan hıyar alır mısınız?

Nuran Yıldız

Nuran Yıldız

[email protected]

“Medyanın esas işlevi nedir?” sorusunu kime sorsam aynı yanıtı alırım: “Bilgi vermek.”

Bu cevabı verenlerin beklentisi “kamu yayıncılığı” anlayışına dayanır.

Medya kamu adına gözetim yapar. Oradan da “dördüncü güç” işlevi yüklenir.

Bu devasa ezbere karşılık “medyanın esas işlevi bilgi vermek değil” desem Sümerce konuştuğum sanılır.

Medyanın bugün tek işlevi var, eğlendirmek.

Bu kısa bilgiyi aklınızda tutun.

Fatih Portakal FOX Haber’den ayrıldı. Tarım yapacakmış.

Karadeniz’de doğal gaz bulmamız, bu kadar olay olmadı.

Çok başarılı bir gazeteci.

En verimli döneminde.

Reytinglerde açık ara birinci.

Maaşı eline nakit ödense, evine taşımakta zorlanır o kadar çok.

Hem şöhret tatlı.

Ne diye salatalık yetiştirmek için çekip gitsin?

Resimde bir şey eksik.

Yeri doldurulamaz düşüncesiyle (doldurulmak istenirse) Instagram hesabımdan FOX’a başsağlığı diledim.

Ve. Ben söylenene bakmam, puzzle yaparım.

FOX yönetiminin, en başarılı isminin istifasının ardından bu kadar methiye düzmesi de garip değil mi?

Puzzle’ın parçalarını toplarken telefonum çaldı.

Arayan bir medya gurusu.

“Paylaşımınızı gördüm” dedi. Vaaay dedim, gerçekten de beni kimler takip ediyor!

Konuya girdi.

“Siz Fatih Portakal’ın kendiliğinden emekli olduğuna inanıyor musunuz?”

Anlatırsa dinleyeceğimi söyledim.

“Bundan 8 ay kadar önce FOX’un tepe yönetimi (FNG) bir toplantı yaptı.

Toplantıda sert muhalefetten çekilme kararı paylaşıldı. ‘Türkiye’de sadece muhalif bir kanal düzeyine indirilmemiz bize zarar veriyor, bizim geniş bir yayıncılık ağımız var’ dendi.

Fatih Portakal ile yolları tatlı tatlı ayırmaya karar verildi.”

Sonra. Eski ve iyi bir gazeteci dostumun telefonuma yolladığı haber linkini tıkladım.

Haberde Portakal’ın yerine gelen Selçuk Tepeli’nin “Cumhurbaşkanıyla en çok seyahat eden gazetecilerden biri olduğu” yazıyordu.

Gidenin de, gelenin de yolu açık olsun.

Kıssadan hisse bir: Siz, siz olun söylenene değil, söylenmeyene bakın.

Kıssadan hisse iki: Artık muhalefet etme işini medyaya yükleyen muhalefet anlayışı bitti.

Kıssadan hisse üç: Popülerseniz ne satsanız alınır, gündemden düşerseniz en iyi hıyarı üretseniz de alan olmaz. Portakal da medyaya döner fırtına dinince.

BİLİYOR MUSUNUZ NE OLDU?

Fatih Portakal depremi akşamında telefonum çaldı.

Telefondaki isim bu depremin dört, bilemedin beş aktöründen biriydi.

Dedi ki, “Bugün beni medyadan ve siyasetten aramayan kalmadı.”

İsimleri saydı, her biri deve dişi gibi isimler.

Hepsi de ayrıntıların peşindeymiş.

Telefondaki ses şöyle dedi: “Herkes beni aradı ama ben bir tek kişiyi aradım o da sen. Nasıl gördüğünü bana analiz eder misin?”

Durum şu, herkes bilgi arıyor, olayların ortasındakiler de bilgi arıyor.

Zaman öyle bir zaman işte.

EVİNİZE GÜLÜMSEME FABRİKASI KURUN, İYİ KAZANDIRIR

Geçen hafta.

ABD’de Türk kasiyer Aslı, müşterilerine gülümsemesini göstermek için tasarladığı şeffaf maskeyle ödüle layık görüldü.

Bence çok çarpıcı bir haberdi.

Sennet “Karakter Aşınması”nda gülümseme için “ilgi aygıtı” der.

İnsanlar gündelik yaşamlarında yitirdikleri “gülücükleri”, tüketici olarak satın alırlar.

Size gülümsemeyen satış görevlisine gıcık olmanız ondandır.

Uçaklardaki görevlilerin, mağazalardaki satış elemanlarının yüzünde gördüğünüz gülümseme alışverişinizin üzerine konan kurdela işlevindedir.

Yoksa bin derdi olan görevli hiç tanımadığı size neden gülsün?

Yürürken size gülümseyen birini görseniz, “nerem açık acaba” demez misiniz? Ama alışveriş yaparken demezsiniz.

O gülücüğe tav olacağınızı bilirler.

Madem öyle.

Gülen bir yüze ihtiyacımız, para ödeyecek kadar olduğuna göre, etrafınızda sizi güldürecek, sizin güldürdüğünüz insanlar olsun.

Güler yüz görmek için giymeyeceğiniz kıyafetler almak yerine kendi yaşamınızın gülümsemelerini kendiniz tasarlayın, olsun bitsin.

BENCE BÖYLE

Bir, Giresun’daki sel felaketine sebep “Charlie Brown” bulutlarını bulanlar, insan kaynaklı felaketi doğaya yıkanlar Allah sizi kendi felaketinizle baş başa bıraksın.

İki, Karadeniz’de doğal gaz bulununca aklıma ilk gelen “Faturalara yansımayacaksa bulduğunuz yerde kalsın, sakın dokunmayın” dedim, yalan yok.

Üç, trafik magandalarının “ben polisim” demeleri polislerin algısıyla ilgili fena can sıkıcı bir durum.

Dört, ABD Başkanı Trump, her gün bir akrabasının açıklamalarıyla kendisini rezil etmesine verdiği cevabın “Kimin umurunda?” olması, işi çözdüğünü gösteriyor: “Söz”ün “pul” olduğu günlerdeyiz.

Beş, gazeteciliğin en sefil günleriyle Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin “ödül almayan kalmasın” anlayışıyla dağıttığı ödül sayısı arasında bence trajik bir ilişki var.

Altı, Netflix’in çocuk pornosu “Minnoşlar” gösterdi ki, yayıncılığı kuralsız bırakırsan çocukları bile cinsel obje yapmakta hiç sakınca görmez. Para özgür kalırsa gider önce “etik”i vurur.

Yedi, Tele 1’de yayınlanan filme “çocukların uyanık olduğu saatte şiddeti özendirmek”ten ceza kestiğine göre RTÜK Başkanı, ya akşamları hiç televizyon izlemiyor ya da kendi çocukları ikindi namazıyla uykuya gidiyor.

Sekiz, pandemide Uzakdoğu mutfağından “tatlı-ekşili tavuk” yapmayı öğrenen Spor Bakanı Kasapoğlu, keşke Uzakdoğu felsefesine de zaman ayırmış olsa.

Dokuz, Tunceli’de 240 gündür kayıp olan Gülistan Doku’yu arama çalışmaları sona ermiş, ölüsü ya da dirisi bulunmadan Gülistan hiç yaşamamış gibi yapmak nasıl bir mantık?

On, Yeni Şafak’ın köşe yazarı Twitter hesabından Nevşin Mengü’ye “Şiişt kız Nevşin koş koş doğal gaz bulduk” diyerek sataşmış. Köşe yazarlığının geldiği bu seviyeden sadece ve sadece yayın yönetmenleri sorumludur.

On bir, Galatasaray Başkanı Mustafa Cengiz’in Ali Koç’a, “Bas bas paraları Leyla’ya sonra da param yok de” demesini çok tuttum, devamı gelir umarım.

On iki, oyuncu Murat Yıldırım’ın eşine olan sevgisini anlatırken “Her şeyi onunla yapmak istiyorum ve bunun için yüz binlerce yıl gerek. Aylarca, hatta yıllarca ondan bahsedebilirim” demesi güzeldi.

On üç, CHP’li Onursal Adıgüzel’in eşi Duygu Hanımın “Telefonumdaki isimleri durmadan değişti. İlk başta ‘Onursal Adıgüzel CHP’, sonra ‘Onursal Adıgüzel’, ardından ‘Onursal’. En sonunda da ise özel bir isimle kaydettim” demesi bir ilişkinin evrimini güzel anlatmış.

On dört, oyuncu Berk Oktay’ın sevgilisine sosyal medyadan “kadınım” hitabındaki meydan okuması ve özgüveni alkışlık hareketti. 

DEMEK İSTEDİM

Bir, “Yarına daha umutlu ve daha güzel bir başlangıç yapacağımıza inanıyorum” diyen Trabzonspor Başkanı Ahmet Ağaoğlu’na;

“Siz ne romantiksiniz. Sporda yarın yoktur. Şimdi vardır.

Rekabet güzel başlangıçlara bakmaz, güzel sonuçlara bakar” demek istedim.

İki, Fenerbahçe Teknik Direktörü Erol Bulut’a “ ‘Bize sadece şampiyonluk yetmez’ türü iddialı laflar etmek güzel de, poz verirken güneş gözlüğünü çıkar. Artiz misin?’ ” demek isterdim.

Üç, Galatasaray yönetimine “Abdurrahim Albayrak’ı emekli etseniz pek çok sorun kendiliğinden çözülür” demek isterdim.

AKLIMDA KALAN

Atık çuvalındaki çocuk: Adamım Bauman yeni zamanlarda “atık insan” kavramından söz eder. Sistem işine yaramayan insanlardan kurtulmak ister ona “atık” muamelesi yapar vs. Denizli’de 14 yaşındaki Ahmet’i atık çuvalında uyurken bulmuşlar. Annesini ve babasını Suriye’de kaybetmiş Ahmet. Sistemden önce kendisini “atık” olarak görmüş olmalı. İçim acıdı. Halâ da acıyor.

Diğer Yazıları