FETÖ elebaşını kim cumhurbaşkanı yapmak istedi?

Ceyhun Bozkurt SuperHaber'e yazdı

Ceyhun Bozkurt
Ceyhun Bozkurt [email protected]

15 Temmuz hain işgal/darbe girişiminin üzerinden yaklaşık 3,5 yıl geçti. FETÖ terör ve casusluk örgütü, o tarihte devleti tepeden ele geçirmeye çalışmış ve devlet ve milletin topyekûn direnişiyle bu girişim püskürtülmüştü. Bu hain örgüte karşı yürütülen mücadele o tarihten itibaren sertleşti ve örgüt devletin tüm kademelerinden temizlenmeye çalışılıyor. Mücadele hala sürüyor. Bu örgütün kripto unsurlarının varlıklarını sürdürdükleri ise su götürmez bir gerçek. Özellikle ankesörlü hat soruşturması kapsamında devletin bazı birimlerinde gerçekleştirilen operasyonlar, gözaltılar temizlik sürecinin devam edeceğinin bir kanıtı. Ayrıca Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda FETÖMETRE çerçevesinde yapılan incelemeler ve sonrasında varılan ihraç kararları da, Silahlı Kuvvetler boyutunda da tehlikenin devam ettiğini göstermesi bakımından dikkat çekici.

Aktardığımız gibi bu işgal girişimiyle örgüt devleti tepeden ele geçirmeye çalıştı. Başaramadı.

Şimdi sıkı durun. Bu hamle örgütün devleti tepeden ele geçirmek için ilk hamlesi değilmiş.

Nasıl mı? Kaydı tam 20,5 yıl geriye saralım. Yani 1999 yılı ilkbaharına…

Emniyet Genel Müdürlüğü, o tarihlerde medyada Fetullah Gülen örgütlenmesi ile ilgili yayınlar yapılınca bu örgütle ilgili araştırma yapma kararı aldı. Araştırma için üç müfettiş görevlendirildi. Bu müfettişler, dönemin Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral’a başvurarak yardım istediler. Aynı gün EGM İstihbarat Daire Başkanlığı, bir yazı ile Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı ve İstihbarat Şube Müdürü Osman Ak’a başvurdu ve konunun araştırılması, il emniyet müdürünün imzası ile bir rapor halinde Daire Başkanlığına gönderilmesi istendi.

Bunun üzerine Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral, yardımcıları Osman Ak, Ersan Dalman ve Zafer Aktaş, bir araştırma için 10 Subat 1999 tarihinde kolları sıvadı. Yapılan araştırma sonucunda 19 Mart 1999 tarihinde “Fetullah Gülen ve Işık Tarikatı” başlıklı rapor hazırlandı.

Bu rapor, o dönem bu örgütle ilgili araştırma yapan Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne de gönderildi. Fetullah Gülen isimli elebaşı da, bu tarihten iki gün sonra 21 Mart 1999 tarihinde ABD’ye kaçtı.

Tam da aynı dönemde, FETÖ’nün, o dönemki adıyla Fetullah Gülen cemaatinin emniyet içindeki adamları karşı atağa geçti. Bir anda aynı yılın Nisan ayında medyada arka arkaya “Telekulak çetesi” haberleri patladı. Servisin kaynağı, FETÖ’cü polislerdi. Bu haberlere göre, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün 8’inci katından Çankaya Köşkü, Genelkurmay Başkanlığı, Başbakanlık, bazı bakanlar, bazı siyasi partilerin genel merkezleri, politikacılar, gazeteciler dinleniyordu. (Hikmet Çiçek, “1999 Gülen raporu ve ilk sahte delil”, Aydınlık Gazetesi, 11 Kasım 2019)

Hedefte, “8. kat çetesi”nin başında olduğu ileri sürülen Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ile istihbarattan sorumlu müdür yardımcısı Osman Ak vardı. Tesadüfün (!) böylesi işte. Mart ayında Fetullah Gülen ve örgütlenmesi ile ilgili raporu tamamladılar ve bir ay sonra bir çetenin(!) başında oldukları ortaya çıktı (!)

Bu haberler o kadar etkili oldu ki, o dönemin siyaset mekanizmasının da onayıyla Cevdet Saral, Osman Ak, Ersan Dalman ve Zafer Aktaş’ın da aralarında bulunduğu 34 Emniyet yetkilisi görevden alındı. Örgüt hedefine ulaşmış, raporu hazırlayanlar ve onlarla çalışanlan tasfiye edilmişti.

Görevden alınan polisler, 1999 yılından 17 Aralık 2013 tarihine kadar rahat yüzü görmedi. Ta ki 17 Aralık sonrası Emniyet’te FETÖ temizliği başlayıncaya kadar…

Bu olayın üzerinden yıllar geçti, 15 Temmuz gerçekleşti. Emniyet FETÖ’cülerden temizlenince geri dönen vatansever polislerin 15 Temmuz gecesi yaptıkları direniş unutulacak türden değil.
15 Temmuz sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurulan Araştırma Komisyonu’nun bilgisine başvurduğu isimlerden biri, işte aktardığımız sürecin merkezinde yer alan eski Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral’dı. Saral, 9 Kasım’da gittiği komisyonda o dönem gündeminin içinde akıp giden çok önemli şeyler söyledi. Şunu belirteyim 1999-2002 dönemi arasında yaşananları ayrıntılı yazacağım. Ama Saral’ın öyle bir ifadesi vardı ki, arşivleri karıştırdım, Odatv haricinde kimse o sözlerin üstüne gitmemişti. Odatv de dönemin önemli bir isminden yalanlama demeci almış, sonra haberini devam ettirmemişti.

Şimdi gelelim o ifadenin ne olduğuna. Sözü Cevdet Saral’ın komisyon tutanaklarına geçen sözlerine bırakayım:

“Fetullah Gülen ve bağlıları 2000’li yılların başlarında ülkeyi tepeden ele geçireceklerdi. Burada bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Genelkurmay Başkanlığı Plan ve Prensipler Daire Başkanı Rahmetli Reşat Turgut Paşamla dostane ilişkilerimiz vardı. 2000 yılı içinde müşterek bir dostumuzun iş yerinde sohbetimiz esnasında 1999 yılı raporumuzu kastederek ‘Cevdetçiğim sizin hazırladığınız rapor çok işimize yaradı’ şeklinde bir ifade kullandı. Bende kendilerine ‘Paşam, bizim hiç işimize yaramadı. Ama sizin işinize nasıl yaradı?’ dedim. Cevaben ‘Eğer o rapor elimizde olmasaydı Ecevit bize Fetullah’ın Cumhurbaşkanlığını dayatacaktı’ şeklinde bir cevap verdi. Ben birden afalladım.”

Sonrasında Komisyon üyeleri ile Saral arasında şu diyalog geçer:

“BAŞKAN – İsmini söylediniz. Ama neydi komutanın ismi efendim?
CEVDET SARAL – Reşat Turgut, Allah rahmet eylesin, Hava Korgeneraldi. "Paşam bu nasıl söz? Bu adam ilkokul mezunu bile değil, Ecevit bunu nasıl teklif edecekti Cumhurbaşkanlığına?" diye sordum. Kendileri "Onlar kolay halledilecek işlerdi." diye cevap verdi bana. Paşam, kusura bakma, bu sözünüzü yeri geldiğinde anlatırım referans da sizi gösteririm dedim. Reşat Paşa rahat bir şekilde "Hiç sakıncası yoktur." şeklinde cevap verdi bana. Şimdi, değerli üyeler, biliyorum, sizler de benim gibi ilk etapta inanma zorluğu içindesiniz. Benim de hâlâ bu konuyla alakalı merakım var.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Reşat Turgut yaşıyor muymuş?
CEVDET SARAL – Hayır.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Sağlığında hiç bunu söylediniz mi?
CEVDET SARAL – Söylemedim.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Efendim, adam öldükten sonra böyle bir şeyi söylüyorsunuz. Adam ilkokul mezunu, Anayasa’ya göre olamıyor. Nasıl oluyor bu iş ya?
BAŞKAN – Bir saniye, tamamlasın, soru-cevap bölümünde girer isterseniz.”

Tutanaklara göre tartışma sonra da devam etmiş, Saral da açıklamalarını sürdürmüş.
Bu açıklamaların üzerinden yaklaşık 3 yıl geçti. Cevdet Saral’ı aradım. Açıklamalarının arkasında duruyor. Haklı olarak da şunu vurguladı: “Dönemin yetkilileri konuşsun ve Plan Prensipler Dairesi’nin arşivleri kontrol edilsin. Sonuçta bu olayı yaşadım.”
Sonuna kadar katıldığım bir öneri.

Şunu da belirteyim: Bu yazıyı merhum Ecevit’i suçlamak amacıyla yazmadım. Yazmamdaki amaç, sürekli olarak “Bu örgüt A partisi döneminde güçlendi”, “Yok B partisi içinde” vs. gibi sözlerden iyice sıkılmamız. Yaklaşık 25 yıl öncesinden itibaren operasyonel bir güce kavuşan ve çeşitli hükümetler döneminde türlü türlü kumpaslarla yükselen bu terör ve casusluk örgütüyle mücadele bir ulusal güvenlik ve geleceğimiz meselesidir, siyaset değil. Bu örgütle ölümüne bir mücadele yürüten askerlerimiz, polislerimiz, hâkim ve savcılarımıza zerre saygınız varsa ya susar ya yapacaksanız yapıcı eleştiri yaparsınız. Çünkü birileri bunu kabul etmek istemese de tehdit halâ devam ediyor.

***

MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ – 3

Son iki yazımda 22 Haziran -20 Temmuz 1936 tarihleri arasında gerçekleştirilen Montrö Boğazlar Konferansı ve 20 Temmuz’da imzalanan sözleşmenin tarihçesini işliyorum. Bu yazımda da Türkiye’nin konferansa sunduğu taslağın özetini yazacağım.

Aktardığımız gibi Mustafa Kemal Atatürk liderliğindeki Türkiye adım adım 2. Dünya Savaşı’nın geldiğini görmüş, bu çerçevede Türk Boğazlarının egemenliğini almak için adım atmıştı.

Hazırlanan taslak da, genel olarak ticaret değil güvenlik kaygılarıyla hazırlanmıştı. Türk heyeti başkanı Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, 22 Haziran’daki açılış konuşmasında bu meseleyi şu sözlerle ifade etmişti: “Baylar, biz size ticaret gemiciliğinin tam özgürlüğünü göz önünde tutan ve Türkiye’nin, iç deniz olan Marmara’nın ve özel bir durumu olan Karadeniz’in genel ve özel güvenlik gereksinimleriyle koşullandırılmış savaş gemilerine geçiş özgürlüğü sağlayan bir düzenleme önermekteyiz.”

Konferansın 23 Haziran 1936 tarihli ikinci oturumunda Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Büyükelçi Numan Menemencioğlu, Türkiye’nin önerisini okudu. Türkiye’nin önerisinde özetle şu iki ana unsur öne çıkmaktaydı:

- Türkiye, şartlar ne olursa olsun Karadeniz kıyılarıyla Akdeniz’in ulaştırdığı bütün kıtalar arasında, evrensel ticaret gemiciliğine en uygun biçimde, tam bir geçiş özgürlüğü sağlamaya önem vermiştir.

- Boğazlardan yabancı savaş gemilerinin geçişi Türkiye’nin ve donanmasının güvenliğine yönelik hiçbir tehdit oluşturmamalıdır. Bu yüzden, Boğazlara girecek kuvvetlerin hem kuvvet hem de zaman açısından sınırına ilişkin bir düzenleme yapılmıştır.

Türkiye’nin önerisinde dikkat çekici olan bir nokta daha vardı. O da sözleşmenin geçici olması ve her beş yılda bir yeniden gözden geçirilmesi talebi.

Montrö Boğazlar Konferansını yazmaya devam edeceğim…

Diğer Yazıları