Geçin Zambiya’yı, Kongo’yu, bir baba kızını öldürdü

Dün bu ülkede bir baba, “kurtulsun diye” kızını öldürdü.

Birkaç yıl önce de, başka bir baba engelli kızını öldürmüş, “Ben ölünce kim bakacak” demişti.

Hiç unutmadım.

Sosyal demokratlar, sosyal demokrat gibi olmadığı için yaşanıyor bunlar.

Bu gerçekleri aklımızda tutarak yazıya geçelim.

Bir CHP milletvekili televizyonda, şehir hastanelerini eleştiriyordu.

İngiltere’nin raporunda, Türkiye’nin dahil edildiği ülkeler grubunu sıralıyordu: Zambiya, Benin, Sierra Leone, Gana, Liberya vs.

Büyük haksızlık değil mi? Aralarına konduğumuz ülkelere bakın.

Ve fakat.

Geçtiğimiz günlerde ülkemizde bir acayip durum yaşandı.

En görmüş geçirmiş, en deneyimli gazetecilerden, “başyazar” sıfatı taşıyan Rahmi Turan, “Külliye’ye çıkan bir CHP’li” yazısı döşendi.

Güya Cumhurbaşkanı Erdoğan, onca siyasi deneyimini çöpe atarak, o CHP’liyi Beştepe’de kabul etmiş!

“Türkiye’nin güvenliği için senin genel başkan olman gerekir” demiş.

Konuyu biliyorsunuz.

Olay patlar patlamaz, Muharrem İnce çıktı, “O şerefsiz her kimse hemen açıklanmalıdır” dedi.

Ortalık karıştı.

Halbuki karışacak bir şey yoktu.

Bu ülkede bir başyazar, “Şeyma magazinciliği” düzeyinde bir dedikodu yazmıştı.

Zira, Yılmaz Özdil’in ifadesiyle bir “kıç yazar” bile bilirdi ki, “bir CHP’li” diye yazmak gazetecilik değildir, gazeteci dediğin o ismi açık yazar.

Büyük bir siyasi haberin dedikodu düzeyine indirilmesi, Zambiya’da olacak şey değildir.

Kaldı ki Cumhurbaşkanının “Türkiye’nin güvenliği için sen” ifadesiyle Muharrem İnce ismini yan yana kullanmayacağını en embesil Ankara gazetecisi bile bilirdi.

Cumhurbaşkanı, kendisiyle uyumlu birini arar. Muharrem İnce ve Cumhurbaşkanı arasında uyum mümkün değildir.

Yani Rahmi Turan’ın yazısına bakan ortalama bir zekâ, bir dümen döndüğünü fark edebilirdi.

Sıcağı sıcağına o gün, İnce ile telefonda konuştuk. Kemal Beyle telefon konuşmasını anlattı.

“Yetti artık” ses tonunu hissettim.

Sierra Leone’de bile böyle alengirli iş olmazdı.

Tezgâh ayan beyan ortadaydı.

Birilerinin kurduğu kumpas ateşine Kemal Bey “O isimi ben de biliyorum” minvalli benzini dökmesin mi?

Tam o sırada, Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Cumhurbaşkanlığımı ortaya koyuyorum” diye meydan okudu.

Muharrem İnce “Kanıtlasınlar kendimi yakarım” dedi.

Tezgâh ekibi, muhataplarının analizini yapmamış, karşı hamleyi tahmin etmemiş olacaklar ki, bu Mozambik’te bile mümkün olamazdı.

İşler karışınca.

Rahmi Turan gazeteciliğin olmazsa olmaz kuralını ihlal edip haber kaynağını açıkladı!

Gazeteci Talat Atilla.

Adam “Neden kendin yazmıyorsun da bana fısıldıyorsun” gibi basit bir soruyu bile sormamış.

Bir gazetecinin haber kaynağının başka bir gazeteci olduğu durum Kongo’da bile yoktur.

Sıkışınca haber kaynağını açıklayan gazeteci zaten Zimbabve’de de yoktur.

Böylesi kara komedi bir tezgâhı kuran, kendilerine de bir siyasi parti çatısı altında yer bulabilen zekâ düzeyi de Gana’da bile yoktur.

Tüm bunlara neden olup köşe yazmaya devam eden yazar da, gazeteciliğin lime lime edilmiş halini köşelerinden seyreden gazetecilik örgütleri de Tanzanya’da bile yoktur.

Şimdi söyleyin, bizi en geri ülkeler arasına koyan İngiltere haksız mı?

 MECLİS’İMİZİN KANTİNİ

TBMM kantininde hileli bal bulan milletvekili Fahrettin Yokuş, ülkemize Norveç/ İsveç’ten gelmiş gibi kıyametleri kopardı.

“Ülkenin geri kalanı ne halt yerse yesin ama Meclis Kantininde asla” görünümlü isyana gülsem mi, ağlasam mı bilemedim.

Bal, peynir, tereyağ, et ürünlerinin hilesiz olanını bulmanın zor olduğu, ıspanağı bile zehirli olan ülkemizde, sayın vekil, Meclis kantininden evine bal alırken uyanmış.

Millet zıkkım yesin umuru değil.

Bir zamanlar. ANAP İstişare Kurulu’ndan yaşlıca bir siyasetçi şöyle demişti: “Gerçek Türkiye’yi birebir iki yerde görürsünüz, biri futbol statları, diğeri de TBMM’dir.”

Bu mudur? Budur.

 NASIL YANİ?

Turizm Bakanı açıklama yapmış, “1144 kişiye define arama izni verildi, bir tane bile define çıkmadı.”

Bu cümlenin bir yerinde mantık bulan varsa söylesin.

Neden define arama izni verilir?

Bu ülke dingonun ahırı mı?

Bir define aranacaksa onu yapmak ve buluntuyu korumaya almak bizzat devletin işi olması gerekmiyor mu?

Sorum Turizm Bakanına değil, doğrudan İletişim Başkanı Fahrettin Altun’adır.

MEYDAN OKUMA BAHİSLERİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan meydan okudu: “Cumhurbaşkanlığını ortaya koyuyorum.”

Muharrem İnce meydan okudu: “Kanıtlasınlar kendimi Taksim’de yakarım.”

Daha da üstüne çıkabilecek bir meydan okuma var mıdır?

 BENCE

Bir, Elon Musk, kurduğu hayallere sermaye bulan, bir yığın insanı da bu ipe sapa gelmez hayallere inandıran en büyük küresel soytarıdır.

İki, Prof. Dr. Besim Dellaloğlu televizyonlara çıkan en düzgün isimlerden biridir. En son Veyis Ateş’in programında izledim. “Mahalli aidiyet hissetmediği”nden söz etti ki, tıpkı ben.

Aman deyim adamı o kanaldan o kanala dolaştırmaya kalkıp tüketmeyin.

Üç, “Kara Cuma” hilesiyle tüketici ayan beyan dolandırılıyor. Ticaret Bakanlığı deneticileri “bu ülkede kara cuma uygulaması yapılamaz” raporu yazmıyor.

Dört, Futbol Federasyonu'nun İlyas Tüfekçi ile ilgilenmesi vefa borcudur.

Beş, birisinin "Biz galip gelmek için sahaya çıkarız" diyen Ersun Yanal'a, "Diğer takımlar sahaya gezip görmek için mi çıkıyorlar, bu neyin kafası?" demesi lazım.

  ŞÖHRET KATLİAMI

Kırk yılda bir de olsa bir oyuncu bulundu diyorsun.

Oyunculuk iyi, dizideki karakter iyi.

Fox Tv’de, “Mucize Doktor”un Taner Ölmez’inden söz ediyorum.

Dizi sağlık sektöründe bir hayal satıyor, o hayali de izleyici alıyor.

Taner Ölmez o dizide, saflığın, temizliğin, iyiliğin simgesi olarak hızla kalplerde yükselirken…

O da ne? Bulaşık deterjanı reklamında oynuyor!

O deterjan ki, satış için çevre duyarlığını kullanıyor.

Tam da Doktor Ali Vefa’nın saflığına izleyicinin teslim olduğu anda, elinde deterjanla Taner Ölmez çıkıyor.

Bir kariyer ancak böyle harcanır, bir dizi ancak böyle baltalanır.

 BÖYLE DURUMLARDA TIRSARIM

Bu hafta gösterime girecek olan “Çarli’nin Melekleri” filminin bazı sahneleri Türkiye’de çekildi diye sevindirik olanlar var.

“Bir Hollywood filmi Türkiye’de çekildi” dendiğinde ben tırsarım.

Tarihi yarımadanın plato olarak kullanıldığını öğrenince tırsmam artar.

Oyuncular “İstanbul keyifliydi” demişlerse tırsmam daha da artar.

Ya bizi Ortadoğu havasına benzetmişlerdir.

Ya Arap ülkelerine benzetilmişizdir.

Ya teröristlerin cirit attığı bir ülkeyizdir.

Ya da her sokağımıza karanlık adamlar çökmüştür.

Hadi bakalım…

 ANKARA MARKA BULUŞMALARI

28-30 Kasım tarihleri arasında ATO’da “Ankara Marka Buluşmaları” gerçekleşiyor.

Organizasyonun web sayfasındaki program mantığı o kadar karışık ki, bir de buradan yazayım dedim.

30 Kasım Cumartesi sabah 10’da, Fakültemiz etkinlikleri çerçevesinde “Yeni Zamanlarda Marka Sadakati (Olur mu?)” başlıklı konuşmayı yapacağım.

Doğrusu bu sorunun cevabını ben de sizlerle birlikte öğreneceğim.

Bekleriz.

 AKLIMDA KALAN

Bir,“Benim okurum bana neden güveniyor”un yanıtı: Zaman zaman ara versem de 2005 yılından bu yana köşe yazıyorum. O günlerden beri beni okumayı bırakmamış, uzun aralar verdiğimde de beklemeye devam etmiş, başka bir medya ortamında yazmaya başladığımda da beni bir şekilde bulmuş okurlarım var. Onlara gönülden teşekkür ederim. Bunun nasıl ve neden olduğunu hep merak ederdim. Soner Yalçın’ın yazısında cevabını buldum: “Doğru'ya doğru… Yanlış'a yanlış diyeceksiniz. Bunu iktidara bakarak değil; kendi inandıklarınız-politik çizginiz gereği söyleyip yazacaksınız! Bu sizi güvenilir yapar. Bu sizin eleştirilerinizin değerini artırır.” Soner Yalçın’ın bu ifadeleri, okurumla aramdaki ilişkiyi tanımlıyor.

İki, 23 Nisan’ın 100’ü: Geçen gün bir dostla konuşurken dedi ki, “Aylardır 23 Nisan’ın 100. Yılı halkla birlikte kutlansın diye geri sayıyorsun, kimseden destek gelmiyor.” Ona şöyle söyledim, “Yanılıyorsun” dedim, “O kadar çok kişi var ki, ben de destekliyorum diyen. Ve fakat bizim ülkemizde herkes ilk fişeği başkasının atmasını bekliyor.” Belediyeler ve Hükümet 23 Nisan’ı sokağa indirmese de bizler kendi küçük sokaklarımıza indireceğiz. Kaldı 150 gün. [email protected] @23nisanin100u #23nisanin100ü

 

Diğer Yazıları