Gezi milli bir refleks değildi...
Gezi Olayları ile ilgili dava neticelendi. Başta Osman Kavala olmak üzere birçok isim ile ilgili mahkûmiyet kararları açıklandı. Kararları isabetli bulan da var, bulmayan da. Normaldir. Herkes her konuda aynı görüşte birleşemez. Aynı duygularda buluşamaz.
Uzun süren bir yargılamadan sonra çıkan kararlara ilişkin olarak geçmişte Gezi ile ilgili kanaatlerini toplumla paylaşan isimlerin şimdi yaptıkları değerlendirmeleri görünce “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” sözünün değerini daha iyi anlıyoruz.
O günler unutulmuş. O kadar unutulmuş ki, bazı siyasiler işi “Gezi milli bir refleks idi” diye nitelemeye kadar götürdüler…
PKK ve bilumum terör örgütlerinin günlerce süren eylemlerini unuttular.
AKM binasından ve civardaki yüksek binalardan sarkan terör örgütü paçavralarını hatırlamaz oldular, yanan, yıkılan arabaları, dükkânları, evleri, tahrip edilen caddeleri, sokakları, yolları, kamu mallarını, günlerce işyerini kapatmak zorunda kaldığı için batan esnafları hafızalarından sildiler…
Hal böyle olunca da doğal olarak Gezi olaylarını demokratik bir protesto hareketi olarak, sivil toplumun duyarlılıklarını dışarı vurduğu çok masum eylemler biçiminde hatırlıyorlar…
Gezi Parkı’nda kesilmesi planlanan 12 ağacı korumak ve bölgenin betonlaşmasına izin vermemek için başlatılan eylemler ülke genelinde tam bir demokrasi, insanlık ve çevre felaketi olarak nihayetlendi. Bu nasıl unutulur ki?
O günlerde katıldığım bir televizyon programında olayın demokratik bir hak arayışı ve çevreci bir tutum olmadığını, o şekilde başlamış olsa bile geldiği merhale itibariyle o vasfını kaybettiğini, seçilmiş, sivil, milli iradenin temsilcisi, meşru hükümete karşı bir darbe girişimine dönüştüğünü söylemiştim.
Gezi olaylarının tüm sıcaklığı ile sürdüğü günlerde iktidar çevrelerinden bile yaptığım bu değerlendirme için eleştiri almıştım. Şaşırmıştım…
Şimdi görüyorum ki, iktidar partisi o günlerde kendi içinde bir bütün değilmiş ve hatta bir kısmı Gezi olaylarından kendileri açısından farklı bir beklenti alanı oluşturmuş ve tahakkukunu bekliyormuş…
Mesele kime ne ceza verildiği değildir. Bu kısmını tartışmaya benim hukuk bilgim müsait değildir.
Mesele Türkiye’nin nereye götürülmek istendiğidir ve bunun için de nasıl bir anafora tabi tutulduğudur.
Yargı kararları da kuşkusuz ki eleştirilebilir. Yeterli, eksik veya aşırı bulunabilir. Bunlara bir şey diyemem.
Ancak işi Gezi olaylarını masumlaştırmaya ve basit çevreci refleksler olarak tanımlamaya gelince orada işler karışır. Hatta bunun da ötesine geçip “milli refleks” olarak anmak istenirse bu kez çok fena karışır…
Milli refleks içinde PKK ve eli kanlı elebaşının işi nedir? Pek çok vatan evladını şehit eden terör örgütlerinin işi nedir?
Kişilerin, kamunun mallarının tahribi olabilir mi?
Dolayısıyla bu değerlendirme kanaatimce çok aşırı olmuştur. Doğru bir değerlendirme özelliğini yitirmiştir.
Yargılama kısmı ve hükümle ilgili eleştirilere gelince, yine bir tv programında ifade ettim, işin istinaf safhası var, Yargıtay aşaması var. Oy çokluğu ile alınan bir karar. Üstelik önce beraat çıkan sonra yeniden hüküm verilen bir karar. Keza, üst mahkemeler olaya ne der, bekleyip görmek lazım.
Biliriz ki, geciken adalet adalet değildir. Elbette zamanında, isabetli kararlar alınması ve alınan kararların kamu vicdanını tatmin etmesi, evrensel hukuk kriterleri içinde kabul edilebilmesi önemlidir.
Ne var ki, siyasetçilerin meseleyi bir yargı kararı değil de bir siyasi hadiseyi tartışır gibi tartışmaları uygun değildir.
Bunun ne mahkûm olanlara, ne ailelerine, sevenlerine ve ne de hukuk sistemimize bir katkısı olamaz.
Tartışmayı sağduyulu bir şekilde, aklıselim ile yürütmek, demokrasi ve özgürlükleri kurumsallaştırmak, kesintiye uğramasına mani olmak; Gezi olayları benzeri toplumu, hayatı terörize etmeye matuf tüm anti demokratik, içinde vandallık barındıran hareketlerin önüne geçmek siyasete en yakışanıdır.