Göksel Aşan Avrupa Birliği çıpasını yazdı

Bugünlerde AB ile ilişkiler gergin. Gerçi 50 yıldır bir gerilip bir gevşeyen “mitolojik” bir hikaye bizimkisi. Ancak bu seferki sanki biraz uzun sürecek bir gerginlik olacak. Bunda etkili bir çok faktör var elbette. 15 Temmuz sonrası AB ülkelerinin tavrı tüm maskeleri indirmiş oldu. Gerçi maskelerin hepsi eskimiş ve arkasındaki suratları saklayamaz hale gelmişti ama 15 Temmuz kalan parçaları da söküp attı. Vize muafiyeti anlaşmasının yokuşa sürülmesi ve göçmenler sorunu gerginliği arttıran bir diğer unsur oldu. Son olarak Avrupa Parlementosunun aldığı tavsiye kararı ve dövizde yaşanan yükselmenin bir sebebi olarak da bunun gösterilmesi ilişkiyi kopma noktasına getirdi.

Tabi ki meselenin başka boyutları da var. AB’nin belki de kurulduğundan bu yana yaşadığı en sancılı sürecin içinden geçiyor olması, BREXIT ve onu takip edecek başka çıkışların olma ihtimali, bir türlü aşılamayan ekonomik sorunlar ve daha bir çok sebep AB’yi dağılma tehlikesi ile baş başa bırakmış durumda. Bu riskin ortaya çıkması bir yandan Türkiye’nin duruşunu daha da sertleştirmesine imkan verirken diğer yandan da alternatif ve gerekirse “ikame” edici farklı birlik arayışlarına yönelmesine sebep oldu.

Kaçınılmaz olarak şu aralar ülke içinde ekonomi ile de iç içe geçerek en çok tartışılan konulardan biri AB ile ilişkilerin geldiği durum. Bu tartışma çoğunlukla Tayyip Erdoğan’ın doğrudan AB kurumları ve ülkelerine yönelik söylemleri üzerinden yapılıyor. Bir yanda bu söylemin ilişkileri koparacağı, bugün yaşadığımız ekonomik sorunların arkasında bunun yarattığı endişenin olduğu ve eğer ilişkiler koparsa bunun bir felakete yol açacağı feveranları, diğer yanda AB’ye ihtiyacımız yok, zaten bitmek üzere can çekişiyorlar, bize Rusya yeter haykırışları. Açık ki iki yaklaşım da aynı sakat anlayışın ürünleri. Bize göre bugün olan Tayyip Erdoğan’ın AB liderleri ile “kurguladığı” bir dil üzerinden kurduğu bir iletişim. Şimdilik bize düşen sakin bir şekilde, köstek veya “gereksiz” destek olmadan bu diyaloğu takip etmek.

Hal böyle iken, meselenin ekonomik boyutunu daha iyi anlamanın önemli olduğu açık. Zira sonu felaket olur diyenlerin neredeyse tek vurgu yaptığı alan bu. Bunlar genellikle “ama” cılar. Hemen hepsi AB’nin 15 Temmuz sonrası tavrını kabul edilemez buluyor, bizi almayacaklarından çok emin olduklarını da söylüyorlar ve hemen arkasından ekliyorlar “ama” ihracatımızın %50’sini AB’ye yapıyoruz, gelen yabancı sermayenin çoğu da oradan bu yüzden ayağımızı denk almalıyız. Kendi içinde dahi yeterince çelişik bu yaklaşımın bizi bir yere götürmeyeceği çok aşikar. Belki bu çelişkiyi biraz daha görünür kılmakta fayda olabilir.

Her konuşmamızda AB ile 50 yıllık bir ilişkiden söz ediyoruz. Lakin bizim ilişkilerimizin gerçekten başladığı yıl Gümrük Birliği’ne girdiğimiz 1996 yılıdır. Bu “gerçek” ekonomik başlangıca 2005 yılında tam üyelik görüşmelerinin başlaması ile siyasi boyut da eklenmiştir. Bu yüzden şayet bu sürecin ekonomik tarafından söz edilecekse bunu 1996 dan başlatmak daha doğru olacaktır. Aşağıdaki grafik 1996-2016 arası AB ülkelerine yaptığımız ihracatın toplam ihracatımızdaki payını göstermektedir. 1996 yılında AB ülkelerine yaptığımız ihracat toplam ihracatımızın %60’ına yakın. Bu oran 2008 yılına kadar 55-60 bandında devam ediyor. 2008-2012 arası krizin etkisi ile AB ülkelerinde büyümenin düşmesi ve talebin azalması bu oranı %40’a kadar düşürmüştür. Türk ihracatçıları bu dönemde alternatif pazar bulma konusunda son derece başarılı bir sınav vermiştir. 2016 yılı için beklenti tekrar %50’lere yaklaşılması yönündedir. Bu grafiğin gösterdiği şey çok açıktır. AB’nin ülkemizin ihracatındaki payı 2005 tam üyelik süreci ile –yani siyasi sürecin başlangıcı ile- değil 1996 Gümrük Birliği ile –yani ekonomik sürecin başlangıcı ile- yükselme trendine girmiştir. Hatta tam tersine 2005 den sonra bu pay azalmıştır dahi.

081220161058066318196_3.jpg

Buradan şu sonuca ulaşmak mümkündür; Gümrük Birliği devam ettiği sürece AB ile ortaya çıkacak bir siyasi krizin ihracata ciddi bir etkisi olması beklenemez. Yani “ihracatımızın %50’si AB ülkelerine yapılıyor, bir krizin sonu felaket olur” doğru bir argüman değil. Ayrıca ihraç ettiğimiz malların önemli bir kısmının spesifik ürünlerden oluştuğu ve bu malları ithal edenlerin bunları başka pazarlardan tedarik etme riskine girmelerinin pek akılcı olmayacağını da dikkate almak lazım. Açıkça söylemek gerekirse bir ambargo gelmediği sürece bizim AB’ye yaptığımız ihracatta ciddi bir düşüş tehlikesinden söz etmek doğru olmaz.

Tabii ki 2005’in de ekonomiye pozitif etkisi olmuştur. Bu etki belirgin olarak doğrudan yabancı sermaye girişinde görülmüştür. Özellikle özelleştirmeye hız verilmesi ile doğrudan yabancı yatırımlar çok hızlı artmıştır. AB ülkelerinden gelen bu sermayenin önemli bir kısmı bankacılık ve finans sektörüne yönelmiş durumdadır. Ancak yine krizin etkisi ile bu sermaye girişi de son derece düşük bir seviyeye gelmiş durumdadır. Elbette siyasi süreçteki bir kopma bu alanı doğrudan etkileyecektir. Ancak bugün zaten geldiği seviyelere bakıldığında bunun dünyanın sonu olmayacağı da çok açıktır.

Uzun lafın kısası, AB ile gerilen ilişkiler bugün yaşanan ekonomik zorluğu açıklayıcı olmaktan çok uzaktır. AB’nin siyasi ilişkileri dondurma tehdidine ekonomik sebeplerle boyun eğmemiz gerektiğini “ima etme”nin hiçbir maddi temeli yoktur. Tam üyelik süreci ile ortaya çıkan “AB çıpası”nı bugün “AB sopası”na çevirmeye çalışanlara kesinlikle ödün verilmemelidir. Türkiye “düzeltilmiş” hali ile Gümrük Birliği’nin içinde kaldığı sürece AB ile ekonomik ilişkileri aynı şekilde devam edecektir.

Göksel Aşan Avrupa Birliği çıpasını yazdı ile ilgili etiketler Göksel Aşan Avrupa Birliği
GÜNÜN VİDEOSU

Diyarbakır'da üzücü olay: Yolda yürürken bir anda yere yığıldı! Gerçek sonradan ortaya çıktı...

Diyarbakır'da bir vatandaş, kaldırımda yürüdüğü sırada kalp krizi geçirerek yola yığıldı. Hastaneye kaldırılan vatandaş, tüm müdahalelere rağmen hayatını kaybetti.